NATO ve Baltık ülkelerinin savunması

NATO Baltık ülkelerinin kendilerini güvende hissetmelerini sağlamalıdır. Fakat Baltıklı dostlarımız, Rusya’nın ağır bir mağlubiyete uğratılmasının gerçekçi olmadığı gibi şayanı arzu da olmadığı konusunda ikna edilmelidirler.  Maalesef bunu başarmak çok zor gözüküyor. 

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

Lennart Meri Vakfı her mayısta Estonya’nın başkenti Tallin’de bölge ülkeleri liderlerinin, önde gelen NATO ve AB yetkililerinin, diplomatların, akademisyenlerin ve gazetecilerin katıldığı bir dış politika ve güvenlik konferansı düzenliyor. Her ne kadar dünyayı meşgul eden dış siyaset ve güvenlik sorunları gündemde yer alsa da, Estonyalıların daha ziyade kendilerini yakından ilgilendiren konulara odaklanmalarını doğal karşılamak lazım. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi karşısında, bu yılki toplantı Rusya’nın davranışının saikleri, başarısızlıkları, gelecekteki gündemi, ulusal ideolojisi ve bu ülkenin yarattığı güvenlik sorunlarına nasıl tepki verilmesi gerektiği konularına odaklandı. 

Baltık ülkelerini anlamak için geçmişe bakmak gerek

Baltık ülkelerinin Rusya’ya ne gözle baktıklarını anlamak için, geçmişi hatırlamak gerekiyor. İki savaş arası dönemde Estonya, Letonya ve Litvanya kısa süren bir bağımsızlık yaşadıktan sonra, 2. Dünya Savaşının patlamasıyla tekrar Rus işgaline uğradılar.  Sovyetler 1940 sonuna doğru Estonya’ya girdiler ve ülkeyi kendi topraklarına kattılar. Hatta Lennart Meri’nin seçkin diplomat olan babası da Sibirya’ya sürülmüş ve ancak Baltık ülkelerinin artık Sovyet toprağı olduğu kesinleşince, altı yıl sonra ailesine kavuşabilmiş. Batı ülkeleri Sovyet işgalinin meşruiyetini tanımamakla birlikte, savaşı devam ettirmeyi düşünmedikleri için, duruma itiraz edemediler. 

SSCB çökerken bağımsızlığını ilk ilan edenler Baltık ülkeleri

SSCB çökerken, bağımsızlığını ilk ilan edenler Baltık ülkeleri oldu. Rusya’nın tekrar gelmesini engellemek için bir an önce Avrupa ile bütünleşmek yönünde yoğun gayret gösterdiler. Bu çerçevede hem AB’ye hem de NATO’ta büyük bir hevesle katıldılar. Sovyet döneminde kendilerini Avrupalı gören bir kimliği korumayı başarmışlardı. Hatta bir Rus arkadaşımın bana aktardığına göre, SSCB döneminde Baltık ülkelerine seyahat edenler “Avrupa’ya gidiyorum” ifadesini kullanırlarmış. Dolayısıyla, Avrupa ile bütünleşmekte zorluk çekmediler. Ülkelerin toprak ve nüfus bakımından küçük olmaları da işlerini kolaylaştırdı. Rusya ile Batı ilişkileri istikrara kavuşunca, Baltık ülkeleri de barışçıl bir geleceğe doğru ilerleyeceklerini düşünüyorlardı. Evet, ülkelerinde Rusça konuşan azınlıklar sorunu vardı, Litvanya’dan da Rusya’yı Kaliningrad’a bağlayan bir koridor geçiyordu ama bu sorunlar barışçıl yollardan yönetilebilir cinstendi. 

Ukrayna’yı işgale giriştikten sonra, Baltık ülkelerinin Rusya’ya bakış açıları tamamen değişti. Eğer Rusya Ukrayna’yı işgali tamamlayıp kendi topraklarına katarsa ya da orada Rusya’nın sözünden çıkmayan bir devlet kurmayı başarırsa, Rus tehlikesinin kendi kapılarına dayanacağından korkmaya başladılar. Bu nedenle Batı’nın ve özellikle NATO’nun Rusya karşısında sarsılmaz bir kararlılık sergilemesini istiyorlar. Rus tehdidine karşı, birbirini dışlamayan iki yol izlenmesi gerektiğini düşünüyorlar. İlk olarak, Rusya’nın genişlemesine set çekmek için NATO’nun bu ülkeyi kuşatarak durdurması gerekiyor. Bu maksatla gerek Baltık’ta gerek Karadeniz’de güvenlik önlemlerinin yoğunlaştırılması lazım. Bu bağlamda, İsveç’in NATO’ya katılma süreci en kısa zamanda, mümkünse Temmuz’da Vilnius’da yapılacak NATO zirvesi öncesinde tamamlanmalıdır.  Ayrıca Karadeniz’in bir NATO gölüne dönüştürülmesi için ek adımlar atılmalıdır. İkinci olarak, Putin öyle bir yenilgiye uğratılmalıdır ki, Rusya Baltık ülkelerini ve Avrupa’yı tehdit eden bir askeri güç olmaktan çıksın. Baltık kökenli gözlemcilere göre, Rusya’ya karşı kararlı bir tutumun sergilenmesi, Çinlilere de Tavyan’ı ele geçirme konusunda kararlı bir direnişle karşılaşacaklarını gösterecektir. 

Önerdikleri çözümler itina ile incelenmeli

Baltık ülkelerinin yaşadığı korkular anlaşılabilir olmakla birlikte, önerdikleri çözümlerin itina ile incelenmesi gerekir. Örneğin Rusya’yı çevreleyerek durdurmak için Karadeniz’i bir NATO gölüne çevirmek düşüncesi, Türk Boğazlarından geçişin kıyıdaş ülkelerin çıkarlarına yıllardır iyi hizmet etmiş uluslarası bir anlaşmayla düzenlenmesi nedeniyle uygulamaya sokulabilir nitelikte değildir. Ne Türkiye ne Rusya Möntrö Sözleşmesinin değişmesine ilgi duymaktadır. Rusya’nın Karadeniz donanmasının pek güçlü olmaması yanında şu anda müdafaaya çekilmiş olması NATO açısından zaten rahatlatıcı bir durum yaratmaktadır. Rusya’nın askeri bakımdan etkisizleştirilmesini öngören ikinci reçete, gerçekçi olmaması bir yana, uzun vadede Rus revizyonizmini güçlendirecek niteliktedir. Şu sıralarda çok sayıda NATO ülkesi Ukrayna’ya silah gönderiyor ama hiçbiri asker göndermiyor çünkü ülkeler böyle bir adımın sadece mücadeleyi hızla tırmandıracağını düşünmemekte, ayrıca bu ülkelerin kamuoyları da kendi çocuklarının 

Ukrayna’da ölmesini istememektedir.  Ruslar’a askeri hedeflerine ulaşamayacakları gösterilmelidir. Bunun ötesinde, kendilerine Avrupa’da istikrarı kurmak için yeniden çağrı yapılmalıdır. Dışlanmaları sadece Rus revizyonizmini tahrik eder. 

NATO Baltık ülkelerinin kendilerini güvende hissetmelerini sağlamalıdır. Fakat Baltıklı dostlarımız, Rusya’nın ağır bir mağlubiyete uğratılmasının gerçekçi olmadığı gibi şayanı arzu da olmadığı konusunda ikna edilmelidirler.  Maalesef bunu başarmak çok zor gözüküyor. 

Tüm yazılarını göster