Etnik, dini ya da mezhepsel savaşların, çatışmanın hiç eksik olmadığı bir coğrafya Ortadoğu.
Bölünmüşlük o kadar çok ki, kimse birbiriyle tam olarak "düşman", tam olarak "dost" değil.
Bu durum son olarak Lübnan'daki Şii Hizbullah hareketinin lideri Hasan Nasrallah'ın İsrail tarafından bir suikast saldırısı ile öldürülmesi ile de bir kez daha somutlaştı.
"Ortak düşman" İsrail gibi görünse de...
Lübnan Hizbullah'ı, İran desteği ile İsrail'in Ortadoğu'daki genişleme karşı duran en direngen güçlerden biri. Lübnan'ı karadan işgal etmeye kalkan İsrail, 2006 yılında Hizbullah'ın efsanevi direnişi sonucu önce durdurulmuş, ardından Lübnan topraklarını tümden terk etmek zorunda kalmıştı.
İsrail'in geçen yıl 7 Ekim'de Hamas'ın gerçekleştirdiği saldırıların ardından Gazze'ye başlattığı -ve hala devam eden- insanlık dışı operasyonlara da en sert karşılık veren örgütlenmelerden biri de Lübnan Hizbullah'ı olmuştu.
Ancak Sünni Hamas örgütü ile Şii Hizbullah örgütü, İsrail'in işgal planlarına karşı birlikte mücadele ediyor olsalar da, bunun Ortadoğu'daki kadim "Şii-Sünni" bölünmüşlüğünü bitirdiğini söylemek mümkün değil.
Nitekim Nasrallah'ın ölümünün ardından yaşananlar da bu bölünmüşlüğün orta yerde durduğunu net şekilde gösterdi.
Mesela Suriye'nin kuzeyindeki aşırı dinci Sünni terör örgütü HTŞ'nin kontrolündeki bölgelerde Nasrallah'ın öldürülmesi üzerine halk sokaklara çıkıp coşkulu sevinç gösterileri yaptı, İsrail'in Şii Hizbullah Lideri'ni safdışı etmesi "şerefine" tatlılar dağıtıldı.
Türkiye'deki AK Parti hükümetinin Nasrallah'ın öldürülmesine tepkisi de bu açıdan ilginçti;
Aynı İsrail, bundan sadece haftalar önce Sünni Hamas'ın siyasi liderlerinden İsmail Haniye'yi benzer bir suikastle öldürdüğünde, AK Parti hükümet yetkilileri önce Haniye"yi "şehit" ilan etti, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararıyla Haniye için tüm Türkiye'de bir günlük yas ilan edildi.
Oysa yine İsrail tarafından öldürülen Nasrallah için ne Erdoğan'ın sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarda, ne de diğer AK Parti yetkililerinin açıklamalarında "şehit" ibaresi hiç kullanılmadı. Hatta Erdoğan Nasrallah'ın adını hiç anmadan, İsrail saldırıları sonucu Lübnan'da ölenler için topluca başsağılı dilemekle yetindi.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin Filistin'e Bakışı
Buna ayrıca, Suudi Arabistan Veliaht Prensi'nin Ocak ayında ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile yaptığı görüşmeden "sızan" sözlerini de eklemek gerek.
The Atlantic'in haberleştiği Ocak ayındaki Blinken-Muhammed Bin Salman görüşme içeriği, şaşırtıcı olmayacak şekilde Filistin meselesine odaklanmış durumda. Blinken görüşmede Suudi Arabistan'a -yine şaşırtıcı olmayacak şekilde- İsrail'le ilişkilerini normalleştirmesi konusunda baskı yaparken, Muhammed Bin Salman'ın yanıtı son derece çarpıcı;
"Benim halkımın yüzde 70'i benden genç. Bunların pek çoğu Filistin meselesinin gerçekte ne anlama geldiğini bilmiyor. İlk kez şimdi yaşanan çatışma dolayısıyla bu konuyla tanıştılar. Bu büyük bir sorun. Ben kişisel olarak Filistin meselesine aldırıyor muyum? Hayır aldırmıyorum. Ancak benim halkım bu meseleyle ilgili."
Ocak ayındaki görüşmenin içeriğinin Eylül sonunda, tam da Ortadoğu mahşer yerine dönmüşken "sızdırılması" da ayrıca anlamlı; ABD yönetiminin sırf İsrail'i desteklemek adına "uygun gördüğü zamanda, uygun gördüğü diplomatik görüşme içeriklerini" sızdırmaktan kaçınmayacağını gösteriyor.
Ancak Suudi yönetimi tarafından yalanlanmayan MBS'nin sözleri, Ortadoğu'nun nasıl bir bölünmüşlük içinde olduğunu da net şekilde ortaya koyuyor.
İran ne yapar?
Ortadoğu'daki Sünni kesimin, Hizbullah'ın liderlerinin İsrail eliyle tek tek safdışı bırakılmasından pek de rahatsızlık duymadığı ortada. Peki, İran, besleyip büyüttüğü Hizbullah'ın birbiri ardına aldığı darbelere karşı tavrı ne olur?
Tüm işaretler, ekonomiden, toplumun bölünmüşlüğüne kadar pek sorunla boğuşmakta olan Tahran yönetiminin giderek içe kapanacağını gösteriyor. Belli ki Batı destekli İsrail'in bir sonraki hedefinin İran olduğunu gören Tahran'daki Molla yönetimi, artık kaçınılmaz hale gelen bu karşılaşma için zamanı "kendisinin belirlemesini" tercih edecek.
Hizbullah'ın da liderleri öldürüldü diye "bitirilebileceğini" düşünmek pek akılcı değil; Hizbullah Lübnan'da tabandan gelen bir hareket. Ayrıca İran desteği sürdüğü müddetçe, Nasrallah ve ekibinin yerini yenilerin alacağını, Hizbullah'ın tökezlese bile, yeniden ayağa kalkacağını öngörmek yanlış olmaz.
İsrail'in de savaşı Gazze'den sonra Lübnan'ın güneyine de taşıyarak, iki cepheye çıkardığı da ayrıca unutulmamalı; Bu çerçevede İsrail yönetiminin Güney Lübnan'ın ötesine geçebilecek bir kara harekatına kalkışması zor.
Dolayısıyla, Ortadoğu'daki çatışmaların daha da genişlemesi pek mümkün görünmüyor. Ancak Ortadoğu'nun mevcut "kan gölü" hali devam edecek gibi duruyor.