Muhalif, rakip ve düşman

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Toplum yaşamının hemen hemen bütün alanlarında “muhalif, rakip ve düşman” olgusu var. Bu üç kavram arasındaki nüans özeni sosyal mesafe ayarının kritik konularından biri. Üç kavrama yüklediğimiz değer bileşenlerini düşünmeden gelişi-güzel kullanmak, ciddi algı ve davranış bozuklukları yaratabilir.

“Muhalif ve rakip” kavramları Arapça’dan dilimize aktarılmıştır. “Düşman” kavramı ise Farsça kökenlidir.

Sözlük anlamlarından yola çıkarak, bu üç kavram arasında “ayrıntılara” özen göstermenin neden önemli olduğunu tartışmaya açalım.

Muhalif tutum

“Muhalif” dediğimiz zaman, bir görüşe, eyleme karşı olmayı anlamalıyız. Görüşler, bakış açıları ve tutumlar arasındaki karşıtlığı “muhalif tutum” diye tanımlıyoruz. Fikirler, projeler, anlatımlar ve eylemlerde “muhalif tutum”, çeşitliliğin, renkliliğin ve zenginliğin kaynaklarından biri.

Muhalif olanlar genellikle küçük bir azınlık olarak ortaya çıkar; zaman içinde taraftar toplayarak kendi görüşlerini kuruluş ve kurumlarda hakim konuma taşımaya çalışırlar. Genellikle muhalifler azınlık konumundayken, aykırı düşüncelerine taraftar toplamak için sağlam belgeye ve bilgiye başvururlar. Ciddi araştırmalara, bilgiye dayalı fikirlere, fizibiliteleri tutarlı projelere dayalı bir muhalif tutum, sürdürebilir gelecek yaratmak isteyen kurum ve kuruluşlar için bulunmaz bir nimettir.

Muhalifler, öncelikle kurum hafızasının oluşturduğu zihni modelin varsayımlarını sorgularlar. Bu sorgulama, kuruluş ve kurumların geleneksel bakış açısının kalıplarını zorlar. Önyargıların sorgulanmasını, indirgemeci bakış yerine bütünsel bakmayı, daha kapsayıcı bir yönetişim yaratılmasının önünü açar. Kuruluş ve kurumlarda muhalif tutum, yarattığı çeşitlilik, renklilik ve zenginlik nedeniyle de dayanıklılığı da artırır.

Kuruluş ve kurumlarda muhalif olmanın önemli bir nüansını paylaşalım: Karar verilinceye kadar, muhalif tutum, kurum ve kuruluşların öngörülerini hayatın öz gerçeklerine yakınlaştırır. Kurumun gerçeklikleriyle, hayatın gerçeklikleri arasında uyumu güçlendirir. Karar verildikten sonra, profesyonel tutum, çoğunluğun kararlarını uygulamada asker olmaya dönüşmelidir. Karardan sonra muhalif direnç, kuruluş ve kurumu zayıflatır. Muhalifler, çoğunluğun karar almasından sonra, görüşlerinde ısrarlı iseler kurumdan ayrılmalı. Kurumda kalıyorlarsa, karar verildiği an, muhalif tutum son bulmalıdır. Bu yaklaşım, kurumların iç güçlerini yaratmaları açısından önemlidir; gücü yaratmanın yolu da kuruluş ve kurumların içyapılarındaki uyumdan geçer.

Rakip anlayışı

Rakip kavramı, düşüncede, işte, yarışta birbirini geçme için gösterilen çabayı anlatır. Rakip olma, aynı eylemde, daha iyi sonuç almaya odaklanmaktır. Sözcük anlamıyla, kontrol ve denetlemeyi de içerir. Rakiplik, ilkelere dayalı bir yarışı anlatır. Öncelikle, rakipler arasında “şans eşitliği” yaratmak, uyulması gereken temel ilkedir. Siyasi, ekonomik ya da kültürel bir rakiplik söz konusu ise, haksız rekabet yaratacak koşulların olmamasına özen gösterilmelidir. İkincisi, “fırsat eşitliği ve eşit haklar” ilkesinin rakiplik ve rekabetin merkezi sorunu olduğu bilinmelidir. Üçüncüsü, genel ve geçerli “oyun kurallarını” gözetmek, “rakip ve rekabetin verim artıcı” özünü oluşturur. Daha da önemlisi, kurallara uygun bir “rekabet”, insanların en büyük değeri olan aklı etkin kullanmayı motive ettiği için hayat yarışında önemli bir kaldıraç olma işlevini yerine getirir.

Serbest ve adil piyasada, rekabette şans eşitliğini koruyan, aklını ve enerjisini bir adım öne geçiren rekabet anlayışı, rakip kavramının idealist sınırlarını belirler. İlkesiz ve kuralsız bir rekabet, örneğin piyasa sistemini “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” indirgemeciliğe sürükler; oysa adil bir rekabet ciddi düzenlemelere dayalı sistemlerde beklenen olumlu sonuçlara götürür.

Uluslararası ticarette giderek yaygınlaşan rakip ve rekabet anlayışı “hâkimiyetçi rekabete” doğru evriliyor. Temel yaklaşımı da, “rakibin bütün hatlarına saldır, bütün potansiyellerini yok et, yok edemiyorsan işbirliği yaparak, düşmanını cebinde taşı” anlayışı üzerine kurgulanıyor. Bu anlayış, kurallı rekabet verimliliği yerine, daha farklı bir anlamı olan “düşmanlığa” doğru ilerliyor.

Düşmanlık kavrayışı

“Düşman” kavramı, “çirkin, murdar” anlamına geldiği gibi, kötülük yapma isteğinden, kin ve nefretten kaynaklanan, zarar verme ve yok etme duygularından beslenen, kaba gücü kullanmayı da kapsayan bir çerçeveye sahiptir. Kin ve nefretin, insan yüreğine yük, zihnine gölge yapması nedeniyle, düşmanca tutum, sağlıklı düşünme ve akılcı karar vermenin önündeki engellerden biridir.

Düşman kavramı, düşünceye dayalı akılcı sorgulama yerine, duygusal temelli öğretilmiş gerçekliğin önyargıları, yerleşik doğruları, kalıp düşünceleri, kör inançları ve ezberleri üzerinde yükselir. Subjektif niyetlerimizden bağımsız olarak “düşmanın varlığı” hayatın bir parçasıdır. Düşmanı azaltmanın, bize kötülük yapmasını caydırmanın yolu, hazırlıklı olmaya önem vermektir. Hemen hemen her canlının düşmanları vardır; bilincin en alt düzeyi, canı ve nesli korumak için düşmana karşı savunma refleksleri geliştirmektir.

İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliği “beklenti yönetimi” alanındaki becerisidir. “Abartılmış” düşman algısı ne kadar beklentileri yanlış yönetmeye açıksa, “küçümsenen” düşman algısı da o kadar açıktır ve tehlikelidir. Beklenti yaratmak için de “muhalifrakip ve düşman” kavramlarının içeriklerine yüklediğimiz değerleri sorgulamak hayati önemdedir. Muhalifi, düşüncede zenginlik yaratma sınırları içinde algılarsak; rakibi, kurallı bir yarışın kaynakları verimli değerlendirmedeki gücü olarak kavrarsak; düşmanı bize zarar vermeyecek sınırlarda tutmanın dengelerini iyi kurarsak kazanan bizler oluruz.

Ne yapmalıyız?

Muhalif, rakip ve düşman anlayışımızı yönlendiren zihni modellerimizin varsayımlarını ciddi biçimde sorgulamalıyız. Kavramların yaratıcı özü ile algı saptırması arasındaki ince ayrıntıları anlamaya ve anlamlandırmaya özen göstermeliyiz. Kavramları düşüncelere, düşünceleri fikir ve projelere, projeleri uygulamalara taşırken, kaynaklarımızı verimli kullanmanın zihinsel boyutunu enine boyuna sorgulamalıyız. Duygularımızın rüzgarına kapılma yerine, aklımızı öne çıkaran emek ve zaman harcamaya kendimizi hazırlamalıyız. O nedenle, dil ve anlatımın davranış yönlendirmedeki büyük gücünü dikkate alarak, muhalif, rakip ve düşman kavramlarını piyasaya sunarken gerekli dikkati ve özeni göstermeliyiz.

Bir de şunu yapmalıyız: Bu konuları anlatan ve yazanların eksiklerini tamamlayan, yanlışlarını düzelten gerekçelerimizi çekinmeden paylaşmalıyız ki, ortak adlarda birleşebilelim, ortak kavramlarla dilimizi olgunlaştıralım, ortak düşüncelerle enerjimizi odaklayalım, ortak enerji ile de refahımızı artıralım, insanlarımız yaşamanı kolaylaştıralım.

Hepimiz iyi bilmeliyiz ki, muhaliflerini “zenginlik” olarak algılayan, rakiplerini “kalite yaratmanın” aracı olarak gören ve düşmanlarını “öğretmen” yapabilenler kazanıyor.

Tüm yazılarını göster