Acaba herhangi bir ülkede, her ölüm yıldönümünde toplumun önemli bir kesimi tarafından saygı ve özlemle anılan ikinci bir lider var mıdır? Her yıl 10 Kasım’da aklıma gelen bu soru bu yıl farklı bir güncellik kazanmış görünüyor. Atatürk’ün aramızdan ayrılmasından 83 yıl sonra bugün gelinen noktada, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için umudunu Atatürk gibi bir lidere bağlamış olanların sayısında bir artış var gibi geliyor bana.
Şu anda Türkiye’yi yöneten zihniyetin Atatürk’ü zihinlerden silmek için çaba gösterenlere cesaret verdiği bir ortamda buna bir tepki olarak Atatürk’e sahip çıkma refleksinin güçlendiği düşünülebilir. Ancak Türkiye’yi bir çıkmaz sokağa sürükleyen ‘Tek Adam’ rejimine ilk seçimde son verecek inandırıcı bir muhalefet liderine duyulan özlemin de hesaba katılması gerekiyor bence.
Çıkmazdaki ekonomi seçim getirir mi?
Türkiye’yi tek elden yöneten ‘Tek Adam’ rejiminin ekonomi yönetimini siyasete kurban ettiği 2017’den bu yana çok daha belirgin biçimde ortaya çıkmış bulunuyor. Enflasyonu azdırarak ekonomiyi çıkmaza sürükleyen bu anlayışın, bütün büyük ihaleleri alan iktidara yakın firmaları dolara bağlı garantilerle zengin ederken Türk parasını değersizleştirerek toplumun çok geniş bir kesimini yoksullaştırdığı, son günlerde Batı medyasında da haber olmaya başladı.
Ülkemizdeki muhalefet partileri de bu ortamda yapılacak bir erken seçimin kendilerine bir fırsat penceresi açacağını düşünerek bu talebi sıkça dile getirmeye başladı. Bu ortamda iktidar cephesinin de böyle bir olasılığı hesaba katarak bir kez daha ekonomiyi siyasete alet edecek adımlar atması beklenebilir. Asgari ücretin yeniden belirlenmesini enflasyon mağduru kesimi teselli edecek yeni adımlar izleyebilir.
Erken seçim talebini dillendiren muhalefet partilerinin olası bir seçime giderken şu anda çıkmaza girmiş görünen ekonomi için nasıl bir çıkış yolu önerdikleri ise açıklıkla ortaya konabilmiş değil benim görebildiğim kadarıyla.
Çıkmaza götüren büyüme rekoru tutkusu
Türkiye ekonomisi bu çıkmaza ‘Tek Adam’ yönetiminin 2017 yılından itibaren ekonomiyi yapay desteklerle zorlayarak yüksek büyüme oranlarına erişme kompleksi yüzünden girdi. O dönemdeki ekonomi bakanı Nihat Zeybekçi’nin “Türkiye büyümede dünyada 1.numara olacak” açıklaması üzerine 17 Kasım 2017’de bu köşede yayınlanan yazımda bunun çıkar yol olmadığını belirterek tehlikeye dikkat çekmeye çalışmıştım. 2018’den bu yana yaşananlar kimin haklı çıktığını gösterdi ve bugünkü noktaya gelindi.
Şimdi gene yüksek büyüme rakamlarıyla böbürlenmeye hazırlanan bir iktidar cephesi var ama yapılan kamuoyu araştırmaları ekonomi yönetiminden memnun olmayanların oranının hızla arttığını gösteriyor.
Kamuoyu araştırmalarının mesajı
Metropol adlı araştırma kuruluşunun son bulgularına göre Türkiye ekonomisinin kötü yönetildiğini düşünenlerin oranı %80,6. AKP seçmenlerinin %61,4’ü ekonominin kötü yönetildiğini belirtirken bu oran CHP seçmeninde %98,8’i, İyi Parti seçmeninde %96,6’yı, HDP seçmeninde % 98,2’yi, MHP seçmeninde de %90’ı buluyor. Avrasya Araştırma kuruluşunun bulgularına göre ise “ekonomi kötü yönetiliyor” diyenlerin oranı % 62,1’yi bulurken “iyi yönetiliyor” diyenler %21,1’de kalıyor, kararsız olanlar ise %16,8.
Avrasya adlı kuruluşun araştırmasında yer alan bulgular aslında muhalefet partileri açısından da pek iç açıcı değil bence. Şimdi gelinen noktada muhalefet partilerinin ekonomiyi mevcut iktidardan daha iyi yöneteceğini düşünenler çoğunlukta ama bu muhalefet partilerinin başkanları için “ekonomiyi daha kötü yönetir” diyenlerin oranı da hayli yüksek. Bu oran Ahmet Davutoğlu için %44,2’yi, Meral Akşener için %42,7’yi, Kemal Kılıçdaroğlu için %40,9’u, Ali Babacan için %36,6’yı buluyor. Yani ekonomiyi çıkmaza sürükleyen ‘Tek Adam’ rejiminin fiyaskosuna karşın muhalefet partilerinin ekonomiyi daha da kötü yöneteceğini düşünenlerin oranı da hayli yüksek.
Muhalefete düşen görev
Muhalefet partilerinin toplumu, iş dünyasını ve uluslararası finans çevrelerini ekonomiyi daha iyi yönetecekleri konusunda ikna edecek politika tercihlerini açıklıkla ortaya koyarak mevcut yönetimden umudunu kesen herkese umudun ışığını göstermeleri bu noktada büyük önem taşıyor.
Ben kimseye yol göstermenin haddim olmadığını bilerek önemli gördüğüm birkaç temel noktayı hatırlatmak istiyorum. Bir kere ekonomi yönetiminine talip olanlar, piyasalarla inatlaşmaktan derhal vazgeçip geleceğe dönük tutarlı bir program ortaya koyabilirlerse umulanın üzerinde olumlu sonuçlar alabilirler. Türkiye’nin potansiyelinin yüksek olduğuna inananlar hiç de az değil dünyada. Türkiye’nin enflasyonsuz büyümeye geçiş konusunda atacağı adımlar da bu potansiyelin kullanılmasını kolaylaştırabilir. Ülkenin kaynaklarının büyümeye ve inovasyona katkı yapacak alanlara yöneltilmesi de Türkiye’ye yeni ufuklar açabilir.