Oxford Sözlüğü, 2024 için yılın kelimesini duyurdu: ‘Brain rot’
Selçuk Şirin hocamız, kelimenin Türkçesi’ni ‘beyin çürümesi’ olarak yazdı. Son derece kritik bir tanımlama. Sebep-sonuç ilişkisini kurmak açısından da önemli.
Beyin çürümesinin dayanak noktası akıllı telefonlara olan bağımlılığımız. Dünyada akıllı telefon kullanıcılarının sayısı 7 milyara ulaştı. Bu da dünya nüfusunun yüzde 85’ini temsil ediyor. Günde ortalama 5 saat telefon ekranında geçiriliyor. Muazzam rakamlar, değil mi?
Dolayısıyla, telefonlar artık bir uzvumuz gibi. Dijital platformlarda geçirilen sürenin artması, kısa formatlı içeriklerin patlaması ve yapay zekâ ile üretilen içeriklerin yaygınlaşması, aslında yeni bir tanım olmayan beyin çürümesi fenomeninin kritik bir eşiğe ulaşmasına neden oldu.
Tehlikeli bağımlılık
Peki, telefonlarımıza neden bu kadar bağımlı hale geldik? Bunun arkasında aslında nörolojik bir etken var. Sean Lane ve Paul Atchley tarafından yazılan “Dikkat Ekonomisinde İnsan Kapasitesi” kitabında bu nörolojik yolculuk çarpıcı şekilde özetleniyor.
Akıllı telefonumuzdan ‘bip’ sesiyle bir bildirim geldiğinde, zihnimizde olası bir ödülün ipucunu aktive ediyor. Bu, klasik koşullanma yanıt döngüsü ile ödül koşullanmasının bir kombinasyonunu yaratıyor. Böylece nörolojik bir bağlantı oluşuyor. Telefondan gelen basit bildirim sesleri, dopamin seviyesini yükselterek, biyokimyasal bir tatmin yaratıyor.
Bir ‘bip’ sesi ile tetiklenen bu belirsiz ödül beklentisi, bir süre sonra ciddi bir bağımlılığa dönüyor. Telefonumuzu kontrol ettiğimizde bulduğumuz her ödülle, pekiştirici dopamin vuruşu alıyoruz. Bu, ödül beklentisi döngüsünü daha da artırıyor.
Tüm bu nörokimyasal değişiklikler, akıllı telefonumuza keskin bir şekilde bağlanmamıza katkıda bulunuyor.
Akıllı telefonumuzla olan bu yapışık ilişkimiz, sosyal izolasyon, sıkılma intoleransı ve dikkat dağınıklığı gibi sorunlara neden oluyor. Bu da bizi, sürekli olarak, bulunduğumuz yerden kopartarak mevcut zaman ve ortamda bulunmaktan alıkoyuyor.
Böylece, kronik olarak aşırı uyarılmış ve dikkatimiz dağılmış hale geliyoruz. Üstüne, sürekli olarak sosyal medyada hayatımızla ilgili türlü çeşitte paylaşımlar yapma ve beğenilme motivasyonumuzu (yayın sarhoşluğu) da ekleyince; bu, paylaşım yapma, yorum alma ve sürekli aldığımız yorumları kontrol etme döngüsü yaratıyor. Tıpkı, çıkışı olmayan bir labirent gibi!
Kritik tehditler
İnsanların ortalama dikkat süresi 8 saniyeye kadar düştü. Bu, bir akvaryum balığının dikkat süresinden bile daha kısa! Dolayısıyla ne dikkatimizi bir işe uzun süre verebiliyoruz ne de bir konuya odaklanabiliyoruz.
Öğrenciler dersleri anlama ve hatırlamada zorluk yaşıyor. Sürekli dopamin arayışı, anksiyete ve depresyon riskini artırıyor. Yüz yüze iletişim becerileri zayıflıyor. İş hayatında verimlilik ciddi şekilde azalıyor. Derinlemesine düşünme gerektiren aktivitelerde başarı oranı düşüyor. Sosyal ve ikili ilişkiler zedeleniyor.
Beyin çürümesi, toplumsal bağların ve sosyal yapının zayıflamasına da katkıda bulunuyor. Bu nedenle, sorunun yalnızca bireysel değil, toplumsal düzeyde de ele alınması gerekiyor.
Peki, ne yapacağız?
Uzmanlar, çözüm için "dijital denge" kavramını öneriyor. Teknolojinin bizi sürükleyip, yaşamımızı yönlendirmesine izin vermek yerine, zamanımızı ve dikkatimizi önceliklendirerek, gerçekten hayatımıza değer katan uygulama ve platformlarla etkileşimde bulunmanın gerekliliğini vurguluyor.
Bunun için de öncelikle kendimize belirli kurallar oluşturmamız gerekiyor. Öyle karmaşık değil, basit kurallardan bahsediyorum.
Yemek sofralarında telefonları masaya koymamak, çocuklarınızla bir aktivite yaparken elinize telefonu almamak, yatmadan belirli bir süre önce telefon ekranından uzaklaşmak, elimize refleks olarak her telefonu aldığımızda bunun gerekli olup olmadığını düşünmek, telefonumuzdan fışkıran onlarca dikkat dağıtıcı bildirimi kapatmak gibi…
Bu kurallar, bize başka faaliyetler ve kaliteli etkileşimler için yer açacak. Dikkatimizi korurken, odaklanmamızı sağlayacak.
Farkındalık ve eylem zamanı
Dünya Sağlık Örgütü'nün, oyun bağımlılığını (gaming disorder) hastalık olarak resmen tanımlaması, dijital çağın zihinsel sağlığımız üzerindeki etkilerinin artık göz ardı edilemeyeceğini gösteriyor. Beyin çürümesinin de yakın gelecekte resmi literatüre girmesi muhtemel.
Ancak bu noktada sadece bireysel önlemler yeterli değil. 'Beyin çürümesi' bu yüzyılın en ciddi halk sağlığı sorunlarından biri olma potansiyeli taşıyor. Kapsamlı bir mücadele için bireysel, kurumsal ve politik düzlemde adımların atılması gerekiyor.
Evet, algoritmalar çağında bu çok zor! Ama teknolojinin hayatımızdaki yerini yeniden düşünmek ve dijital alışkanlıklarımızı gözden geçirmek, daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir yaşam için şart gibi duruyor.