Miyop ekonomide hedef tutmaz

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

İşler çok tuhaflaştı. Devlet yıllardır hep “günü kurtarmak” ile vatandaş da geçim derdi ile uğraştığı için siyasette olduğu gibi ekonomide de temel sorunlar ve darboğazlar artık tartışma gündeminin tümüyle dışında kaldı. 15 yıldır inatla sürdürdüğümüz yörünge doğruymuş gibi sadece akut hale getirdiğimiz problemlere el yordamıyla bulma zorunda kaldığımız taktik ve konjonktürel çözümlerle günü kurtarmayı başarı sayıyoruz. Üstelik bu taktik çözümler de, tutarlı bir ana programdan türetilmediği ve etki analizi yapılmadan uygulamaya kondukları için, zamanla geçerliğini yitiriyor ve başka problemlere yol açıyor.

KKM’den vergi uygulamalarına, altyapı yatırımlarından eğitim ve sağlık gibi kamu hizmetlerinde kalite düşüşüne kadar pek çok alanda bunun yüzlerce örneğine rastlamak mümkün. İşin kötüsü hep birlikte bunlarla boğuşur, bunları konuşurken görmezden geldiğimiz ya da yok saydığımız temel sorunlarımız ve darboğazlarımız giderek keskinleşip derinleşiyor. Ne tarım ve sanayi üretimindeki gerileme ne üretimin teknoloji düzeyindeki düşüş, ne de gelir dağılımındaki asimetrinin büyümesi ve yoksulluğun yaygınlaşması ve bunun ekonomiyi hem enflasyona, hem de durgunluğa bağımlı kılma ihtimali gibi korkutucu gelişmeler üzerinde durup tedbir alacak enerjimiz kalmıyor. 

Dezenflasyon ile diğer hedefler çelişiyor

Enflasyon bağlamında, gerçekten de bizim ekonomide- tercih edilen model nedeniyle- oluşan “dış kaynağa bağımlılık” niteliğine son yıllarda izlenen hatalı politikalar sonucu “enflasyona bağımlılık” özelliğinin de eklendiğini söylemek hiç de abartılı sayılmaz. Eylül sonu itibariyle yıllık enflasyon TÜİK’e göre %49’un biraz üzerinde iken İTO’ya göre % 59, ENAG’a göre yaklaşık %89. Arada %40’a varan bir fark var. Üstelik bu oranlar yaz boyunca süren ve artık sona eren “baz etkisi” sayesinde vardığımız bir düzey. Asıl dezenflasyon eğilimi, bundan sonra test edilecek. Aylık enflasyonda da TÜİK %2.97 iken İTO %3.90. Daha kötüsü enerji, alkol ve gıdayı dışarıda bırakan çekirdek enflasyonun da %3.6 olması ve trendin aşağı dönmediğini göstermesi. Ayrıca eğitim, konut, ulaştırma ve gıda fiyatlarındaki artış trendi de Yani MB’nın %38’lik yıl sonu hedefinin tutmayacağı ve %50’yakın bir gerçekleşme olacağı kesin gibi. Döviz kurunun baskılanmasına, talebin ve ücret artışlarının kısıtlanmasına, dünyada emtia fiyatlarının düşmesine rağmen bizde enflasyonun yüksek kalması, artık yapışkan bir nitelik kazandığını, beklentilerin de o nedenle kötüleştiğini ve TL’nin değer ölçüsü niteliğini yitirdiğini, dolarizasyonun da devam ettiğini gösteriyor. Hal böyleyken üç yıl boyunca dolar artışının ölçülü tutularak kişi başı gelirin dolar cinsinden yüksek gösterilmesi de, kur üzerindeki kontrolün sürdürüleceğinin varsayıldığına işaret ediyor. Bunun inandırıcı olduğu ve nesnel dayanaklarının olduğu söylenemez. Ekonominin bağımlılıklarının artması, bir başka açıdan, esnekliğini yitirmesi anlamına geliyor. 

Öte yandan ilk dokuz ayda hazine nakit açığının 1.5 trilyon’a vardığını, geçen yılda aynı dönemdeki açığın ise 440 milyar. Bu nedenle OVP’da hedeflenen bütçe açığı düzeylerine nasıl varılacağı merak konusu. Vergi bacağında 2025 bütçesinde %46’lık bir artış öngörülmesi ve 11,1 trilyon TL gelir hedeflenmesi buna kısmi bir cevap. Ancak yeni vergi olmayacağı defaten ifade edildiğine göre mevcut ağır dolaylı vergilerin daha da yükseltileceği anlaşılıyor ki bunun programdaki enflasyon hedeflerini olumsuz etkileyeceği açık. Kaldı ki kamu harcama bütçesinde net bir tasarruf belirtisi de yok. Ama bütçe açığında 2025’te %3,1 gibi bir düzeye gerileme öngörülmesi, hatta cari yıldaki açığın da önceki programda öngörülen %6,4 düzeyinden %4.9’a indirilmesi iki yılda bütçe açığının %50’den fazla daraltılması anlamına geliyor. Cari açık ve işsizlik oranı konusundaki oranlar da oldukça iyimser ve dezenflasyon hedefiyle tutarsız görünüyor. Aynı şekilde büyüme hedefleri de tutarlılık açısından ciddi soru işaretleri taşıyor.

Kısa vadeli gündem yapısalı dışlar

Tabii her konuda ufku kısa vadeye bu kadar endekslenmiş bir ekonomide üç yıllık bir program bir yana, bir yıllık bütçede bile hedefleri tutturmanın mucize olacağı açık. Benim esas hayıflandığım, bu kısa vadeli hedeflerin kaotik tartışması sırasında temel sorunları tümüyle unutma tehlikesi. Sözgelişi uzun yıllardan beri göz ardı edilen tarım sektöründeki çıkmaz, bunlardan biri. Çiftçi nüfusun toplam nüfusa oranı ileri tarım ülkeleri olan ABD’de %1, Hollanda’da %1,5, ülkemizde uzun yıllar süren “köyden kente göç” sürecinin artık sınırına dayanmış olmasına karşılık hala %16. Bu da çok büyük bir verimlilik sorunumuzun bulunduğuna işaret. Gıda fiyatlarındaki ve ithalatındaki yükselişin ardında tarımdaki bu yapısal sorunun yıllarca ihmal edilmesi yatıyor. Reel sektördeki ve özellikle imalat sanayiindeki sorunlara ise sürekli değindiğimiz için tekrara gerek görmüyorum.

Ayrıca bazı ayrıntılardaki açıklamalar, genel durum açısından olumsuz sinyaller içeriyor. Asıl işsizlik göstergesi olan ve çalışmayanları gösteren geniş tanımlı işsizlik %29’u aşmışken dar anlamda %9 düzeyinde işsizlik hedefi ne kadar anlamlı? Vergi alanında kredi kartı limiti ya da yeni araç tescili gibi geniş kitleye yük getiren marjinal yöntemler tasarlanması da işlerin yolunda gitmediğinin ve bütçe açığının büyüdüğünün işareti. Böyle bir tabloda bizlere de kamu yönetiminin en azından enflasyon ve büyüme hedeflerini biraz daha gerçekçi düzeylere revize etmesine sevinmek kalıyor. Ne diyelim bilmiyorum.

Tüm yazılarını göster