Türk dış politikasında tedrici değişiklikler yaparak Ortadoğu ülkeleri ile “durumu düzeltme” çabaları Mısır ve Türkiye’nin karşılıklı büyükelçi atamaları ile bir zirveye, belki de tabii sonucuna ulaşmış bulunuyor. Bir açıdan bakıldığında istisnai bir gelişme ile karşı karşıya bulunduğumuz söylenebilir. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, Mısır’da demokratik olmayan bir anayasa yapmaya çalışarak görevini kötüye kullanan Müslüman Kardeşler mensubu Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirerek göreve gelen es-Sisi hakkında demediğini bırakmamış, ona hakaretler yağdırmıştı. İki lider birbirleriyle görüşmekten kaçıyor, başkanı oldukları hükümetler zıt kamplarda yer alıyor, başkanlar karşılıklı olarak birbirlerine hasım olarak davranıyorlardı. Başka bir açıdan bakılınca ise, olanlar sıradandır ve Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinin siyasi ve iktisadi iş birliği çerçevelerine yeniden katılmasındaki son adımlardır. Türkiye Arap Baharı’nın bölge ülkelerinde Müslüman Kardeşleri iktidara getireceği, böylece AKP iktidarına da bu ülkelere önderlik etme imkanının doğacağı ümitlerini beslemişti. Bu hülyalar suya düştü. Bölgedeki geleneksel rejimler kısa süre içinde kendi meşruiyetlerinin de sorgulanabileceğinden çekinerek değişime karşı çıktılar. Birçok toplumda din tarafından yönlendirilen yönetimlere karşı direnç oluştu. Ve son olarak da, başlıca küresel güçler Müslüman Kardeşlerce kurulacak yönetim fikrini benimsemediler.
Türkiye ve Mısır’ın birbiri ile konuşmadığı dönemde iki ülke arasındaki ticaret zayıfl adı, Mısır Türk yatırımcıların önde gelen bir hedef ülkesi olmaktan çıktı. Ayrıca, Mısır Afrika’nın bir bölümüne giriş kapısı niteliğinde olduğundan, bu olanak da Türk girişimcilere kapandı. Şurası muhakkak ki, Türkiye’nin Mısır ile olan iktisadi ilişkilerinin bozulması kayıplar doğurdu. Ancak uğranılan kayıpların sadece iktisadi alanla sınırlı olduğu düşünülmemelidir. İsterseniz Mısır ile bozulan ilişkilerin Türkiye için ne gibi olumsuz sonuçlar doğurduğu konusunu inceleyelim. Mısır’la ilişkilerin bozulması tam da Doğu Akdeniz havzasında büyük miktarda doğal gaz keşfedildiği bir döneme rastladı. Gaz rezervlerinin bulunması, daha önce üzerinde fazla durulmayan münhasır ekonomik bölge sınırlarının belirlenmesi sorununu da gündeme getirdi. Mısır diğer kıyıdaş ülkelerle iş birliği yaparak sınırları belirledi, bu süreçte Türkiye’nin taleplerini kaale almadı. Kısa süre içinde İsrail, Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’tan oluşan bir cephe kuruldu, Türkiye’nin iddiaları ve taleplerine aldırmadan Doğu Akdeniz’deki iktisadi alanlar paylaşıldı. Türkiye ise farklı bir harita çizme metodu kullanarak belirlediği sınırlarla ilgili bir anlaşmayı Birleşmiş Milletlerce tanınan Libya hükümeti ile imzaladı ise de bu metin Libya’da parlamentoya sunulup onaylanmadı. Diğer kıyıdaş ülkeler ise anlaşmayı tanımamaktadırlar.
Türkiye karşıtı cephe bir sonraki aşamada doğal gazı Türkiye’yi dışlayarak Avrupa piyasalarına taşımaya dönük bir koalisyon kurdu. Birkaç formül üzerinde durulmuşsa da, bu konuda şans tesadüfen Türkiye’nin lehinde tecelli etmektedir. Gerek Akdeniz’i deniz dibinden aşan bir boru hattının inşası, gerek gazın sıvılaştırılarak piyasalara sevki, toplam bilinen rezervlerin değeri ile karşılaştırıldığı zaman, çok pahalıdır. En makul yolun, gazı halihazırda zaten işleyen bazı Türk boru hatlarına bağlamak olduğu anlaşılmaktadır. Gazın Avrupa piyasalarına nasıl sevk edileceği henüz kesinleşmemişse de, Türk hükümetinin dış politikasında yaptığı değişiklikler, Türkiye opsiyonuna daha olumlu yaklaşılmasını sağlayabilir. Diğer opsiyonlardan birinin benimsenmesi Türkiye’yi marjinal bir konuma itecek. Türkiye’nin bir enerji merkezi olma özlemlerine de bir darbe vuracaktı(r).
Türkiye ve Mısır birlikte Libya’da Kaddafi dönemi sonrası barışçıl bir düzen inşa etmek için çalışabilecekken, rakip tarafl arı destekleyerek kanlı bir iç savaşta rol almışlardır. Türk İHA’ları, Mısır’ın desteklediği Hafter güçlerini durdurmakta kritik rol oynamıştır. Libya’daki durum belirsizliği korumakta, iki taraf için de önemli maliyetler söz konusu olmaktadır. İki ülke arasında son günlerde gözlenen yakınlaşma her ikisinin benimseyebileceği barışçıl bir uzlaşma için zemin oluşturabilir.
Türkiye, Mısır ile ilişkilerini bozarken bu ülkenin Arap dünyasında işgal ettiği merkezi konumu yeterince değerlendirememiş olsa gerektir. Mısır Arap dünyasında bir fikir, siyaset ve eylem merkezidir. Diğer Arap ülkeleri Mısır’dan ilham alırlar, onun rehberliğinden yararlanmak isterler. Kahire Arap Birliği’nin merkezidir. İslam Konferansı Örgütünde Mısır’ın ağırlığı vardır. Suriye hükümetinin Türkiye ile uzlaşmaya ikna edilmesinde Mısır’ın desteği önemli olabilir. Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerinin sorunlu olması, ülkemizin diğer Arap ülkeleri ile olan ilişkilerini de etkilemektedir.
Türkiye, es-Sisi hükümetinin zayıf ve sevilmeyen bir hükümet olduğu kanısından yola çıkarak Mısır’da hükümeti değiştirebileceğini zannetmiştir. Es-Sisi’nin iktidarını koruma gücünü ve uluslararası alanda sahip olduğu desteği tartamamıştır. Türkiye’nin dış siyasetini, yaptığı hataları görerek mi değiştirdiği, yoksa sadece güncel koşullar karşısında geçici ayarlamalar mı yaptığı ise henüz bilinmemektedir. Her ne kadar Türkiye Suudi arabistan, BAE ve şimdi de Mısır ile ilişkileri değiştirirken belki de perakendeci yaklaşımını korumak istiyorsa da, değişikliklerin sürekli bir nitelik kazanması çok muhtemeldir.