Davos 11 bin kişinin yaşadığı küçük bir İsviçre dağ kasabası. Topu topu iki köyden oluşur ama Davos’u bilmeyen yoktur. Eskiden sanatoryum ve sağlık merkezleriyle bilinen bir kasabaymış. Bir zamanlar parası olup da zamanın kanseri olan tüberküloza yakalanan zenginlerin çare için koştukları bir yermiş. Kasaba adını 20’inci yüzyıl Alman edebiyatının en iyi eserlerinden biri olarak bilinen Thomas Mann’in Büyülü Dağ’ı (Der Zauberberg) ile duyurmuş. Kış sporları için de uygun bir adres ama Davos’u bu kadar ünlü yapan şey Dünya Ekonomik Forumu’na (WEF) 2002 yılı hariç aralıksız 49 yıldır ev sahipliği yapmasıdır. Bugün ise 50’incisi başlıyor. Binlerce işadamı, politikacı, akademisyen, sanatçı, sporcu ve gazeteci katılacak. Dört gün süreyle 150’den çok paralel oturum yapılacak.
Davos, kapitalizmin sorunlarının tartışıldığı bir yer ama çözüm bulunduğu bir yer değil. Görüntüde etkileyici bir organizasyon ama içerik olarak paneller genellikle sponsorlukların etkisinde dizayn edilmiş, herkesin duymaktan hoşlandığı şeylerin söylendiği oturumlar olmaktan öteye geçemiyor. Parlak konuşmalar ve çoğu tutmayan öngörüler yapılıyor. IMF eski başekonomisti Ken Rogoff’un dediği gibi “Davos’taki konsensüsün hep tersi olur.” Yani Davos ahalisi ne öngörüyorsa tersi çıkar. Mesela 2016’da WEF’e katılanlara göre Trump’ın kazanması imkansızdı; referandumdan Brexit kararının çıkması mümkün değildi. 2008 Ocak ayında Roubini gibi birkaç ekonomist dışında Davos elitinden krizi öngören çıkmadı. Oysa sinyaller gelmeye başlamıştı. Paraya yön verenler kısa süreli dalgalanma yaşanabileceğini ancak her şeyin normal akışına döneceğini söylüyorlardı.
Peki Davos’un cazibesi ne?
Katılımcı ve gazeteci olarak 2004’den 2018’e kadar 14 yıl boyunca her Ocak ayında Davos’a gittim. Gördüm ki, WEF orijinal fikirlerin ve çözümlerin ortaya çıktığı bir platform olmaktan çok önemli buluşmalara ev sahipliği yapan bir yer. Bu buluşmalardan milyarlarca dolarlık iş bağlantıları, dostluklar ve ticari işbirlikler doğduğu gibi çok önemli siyasi süreçlere de kapı aralanıyor. Mesela doğu ve batı Alman liderleri ilk defa burada bir araya geldiler; Almanya’nın birleşme fikri en somut haliyle Kohl-Modrow buluşmasında ortaya atıldı. Türk-Yunan geriliminin zirvede olduğu anda Özal ile Papandreu’nun el sıkıştıkları yer Davos’tu. Güney Afrika’nın ırkçı yönetiminin Devlet Başkanı De Klerk ile hapisten yeni çıkmış Nelson Mandela ilk burada buluştular. Şimon Peres ile Yaser Arafat ilk defa aynı karede Davos’ta yer aldılar. İsrail’in Gazze ve Eriha’dan asker çekmesi konusu orada konuşuldu. Kıbrıs’ın Türk lideri Akıncı ile Rum lideri Anastasiades Davos’ta aynı platformdaydılar.
WEF kurucusu Klaus Schwab bu işi biliyor. Sadece Elton John ya da Pele gibi isimleri çekerek değil, aynı zamanda siyasi liderleri buluşturarak bir ekonomik forumun popularitesini ve gelirlerini artırmak onun ticari zekasının örneğidir. Sosyetenin kayak merkezinde milyarderlerle aynı resimde görünmekten kaçındığı için uzak duran liderleri bile getiriyor. Mesela Trump geçen seçim kampanyasında Davos’u propoganda malzemesi olarak kullanmış, “Davosçu”lara boyun eğmeyeceğini söylemişti. Bu söylem ona seçimde prim yaptırdı ama 2000’de WEF’e katılan Clinton’dan sonra 2018’de Davos’a giden ilk ABD başkanı Trump oldu . Bu yıl da İngiltere Başbakanı Boris Johnson “gitmem” diyor. “Milyarderlerle şampanya içmek için değil” halka hizmet için göreve geldiklerini söylüyor.
“Daha da gelmem” diyen işadamları da var. Onların meselesi farklı. Bir kere çok maliyetli. Ortaklık, katılım, konaklama ve ulaşım maliyetleri çok yüksek. Konfor ise sıfır. Normal yaşamda ayakkabıları toz görmeyen WEF elitleri burada kar ve çamurun içinde koşturup dururlar. Arabayla bir yerden diğerine gitmek imkansız; çünkü trafik çok sıkışık, hatta bazı saatlerde yok, çünkü akmıyor. Restoranlar tıklım tıklım ve servis berbat. İşletmeciler yılın sadece dört günü binlerce kişi gelecek diye 360 gün ıssız olan dükkanına ekstra eleman almıyor. “İşi ne beklesin. Hem gidecek başka yer mi var” diye düşündüklerini her an hissettiriyorlar. 14 yıl boyunca “Ne işim var benim burada” diye mırıldanan, hatta homurdanan onlarca işadamı gördüm. Yine de geliyorlar, üstelik öyle her aklına esen gelemiyor. Yıllık cirosu belli hacme varan bir şirketin yöneticisi olmanız gerekiyor.
Davos’u en iyi anlatan tanımlardan biri JP Morgan CEO’su Jamie Dimon’ın “Milyarderlerin milyonerlere orta sınıfın neler hissettiğini anlattıkları yer”dir. Dedim ya, burası bir tür elitler kulübü, hatta daha da ötesi “küreselleşmenin mabedi”dir. Hem de öyle bir mabed ki komünist Çin’in liderinin “Savaş ve yoksulluğu değil, küreselleşmeyi destekleyeceğiz” söylemiyle yıldız olduğu bir yer. O bunu yaparken kapitalist Amerika’nın lideri ise küreselleşme karşıtlığına soyunmuştu. Kısacası, onca eleştiri ve hoşnutsuzluğa rağmen hâlâ Dünya Ekonomik Forumu’nun yerini alacak bir organizasyon, Davos’un yerini alacak bir kasaba ortaya çıkmadı. Küresel Ekonomik Sempozyum bu iddia ile ortaya çıkmıştı ama olmadı. Birçok yer “falanca ülkenin Davos’uyuz” dedi ama kimse inanmadı. Yakın gelecekte olacağı da yok. Biz yine gözümüzü dört açıp Davos’u 4 gün boyunca olan biteni izlemeye devam edelim. Dedik ya Schwab bu işin kurdu.