Şu savı sık sık duyuyoruz. “Tamam, enflasyon da önemli ama işsizlik oranı çok yüksek. Politika faizi düşürülmezse işsizlik yüksek düzeylerde kalmaya devam eder” şeklinde özetlenebilecek bir sav ileri sürülüyor genellikle. Ya da “bize büyüme lazım; biraz enflasyon da oluversin” şeklinde de söyleniyor. Biraz uç bir yorumla, “mevzubahis olan büyümeyse enflasyon teferruattır” şeklinde de özetlenebilir bu sav.
Bu görüşün temelinde, Türkiye’de enflasyonla işsizlik arasında ters bir ilişkinin, büyüme ile enflasyon arasında ise aynı yönlü bir ilişkinin bulunduğu ön kabulü yatıyor. Farklı bir ifadeyle, düşük enflasyona yüksek işsizlik oranının, yüksek enflasyona ise düşük işsizlik oranının karşı geldiği bir ilişki varsayılıyor. Düşük enflasyona karşı düşük büyümenin, yüksek enflasyona karşı ise yüksek büyümenin gerçekleşeceği belirtiliyor.
Peki, öyle mi? İki tane grafik veriyorum. İlkinde, 2005-2019 döneminde tüketici enflasyonu ile işsizlik oranı arasındaki ilişki yer alıyor. İşsizlik verilerinin aynı yöntemle hesaplandığı bir dönemi ele aldığım için başlangıç yılı 2005. Veriler yıllık ortalamalar. Sürpriz! Sözü edilen ilişki gözlenmiyor. Bırakın yüksek işsizliğe düşük enflasyon, düşük işsizliğe de yüksek enflasyonun karşı gelmesini, tersi gözleniyor (Daha ‘bilimsel takılanlara’ not: Enflasyon yerine enflasyon ile beklenen enflasyon arasındaki farkı kullansaydım da sonuç değişmeyecekti).
İkinci grafikte ise 1999’un ilk çeyreği ile 2019’un üçüncü çeyreği arasındaki dönemde tüketici enflasyonu ile büyüme oranı arasındaki ilişki gösteriliyor. Yine bir sürpriz var: İleri sürülen aynı yönlü ilişki yok iki değişken arasında. Tam tersine bayağı kuvvetli ters yönlü bir ilişki söz konusu. Farklı bir ifadeyle, yüksek büyüme ile düşük enflasyonu, düşük büyüme ile de yüksek enflasyonu aynı anda görüyoruz. Farklı dönemler alsaydım da, mesela 2001-2006 ya da 2010-2019 aynı resim ortaya çıkacaktı.
Bu basit grafiklerin “mevzubahis olan büyümeyse enflasyon teferruattır”cıları düşündürmesi gerekiyor. Peki, neden böyle? Grafiklerde gösterilen ilişkilerin arka planında ne var? Bu soruların yanıtları önemli. Önemli, çünkü arka plan anlaşılabilirse, salt Merkez Bankası’nın faiz politikasına odaklanan bir iktisat politikası anlayışının değişmesi gerektiği de anlaşılacak. Ve yine anlaşılabilirse, risk priminin yüksek olduğu bir ekonomide giriş düzeyindeki ders kitaplarında belirtilen ve ne yazık ki hangi varsayımlar altında geçerli olduğu unutulan ilişkilerin sorgusuz sualsiz Türkiye için de geçerli olduğu ezberinden kurtulacak çoğu iktisatçı.
Arka planı Perşembe günkü yazımda ele alacağım. Ama şimdiden özünü belirteyim: Risk algılamasının yüksek olduğu bir ekonomide, risk algılamasına yol açan nedenleri ortadan kaldırabiliyorsanız, belirsizlikleri azaltıp, planlama ufkunu genişletiyorsunuz. Böylelikle bir yandan büyümenin önünü açarken bir yandan da paranızı aranan bir para haline getiriyorsunuz.
Uzun sayılabilecek bir aradan sonra tekrar Dünya’da yazmak çok güzel. Yeniden merhaba.