Mescid-i Aksa’ya saldırının arka planı

Zeynep GÜRCANLI Yedi Düvel

Epeydir unutulmuş gibi görünen İsrail-Filistin meselesi bugünlerde yeniden dünya gündeminde.

Bir yandan İsrail polisinin Müslümanların en kutsal mekanlarından Mescid-i Aksa’da ibadet eden Filistinliler’e yönelik hunharca saldırısı;

Diğer yandan Doğu Kudüs’teki Şeyh Cerrah mahallesinde Filistinli ailelerin on yıllardır oturdukları evlere radikal Yahudi yerleşimcilerin el koyma çabaları.

Zamanlama tesadüf değil. Dünyayı ayağa kaldıran her iki olay, tam da İsrail’in sağcı Başbakanı Netanyahu'nun 120 üyeli İsrail Parlamentosunda (Knesset) çoğunluk desteğini sağlayamayıp, koalisyon hükümetini kuramayacağının anlaşıldığı günlerde yaşandı.

Netanyahu'nun partisi İsrail’in son 30 ay içinde gittiği dördüncü seçimde de Knesset’te en çok sandalyeyi kazanmasına rağmen, koalisyon hükümeti kuracak vekil sayısına ulaşamadı.

İsrail Cumhurbaşkanının Anayasa uyarınca Netanyahu'ya hükümeti kurmak için verdiği süre sona erdi, görev bu kez muhalefet lideri Yair Lapid’e tevdi edildi.

Knesset’teki Arap vekiller kilit önemde

Lapid, Netanyahu'nun aksine İsrail’de –azınlık da olsa- hükümeti kurmaya daha yakın.

Merkezde duran bir eski gazeteci/yeni siyasetçi olan Lapid, aşırı sağ parti lideri Naftali Bennett ile anlaşmış durumda. Anlaşma, kurulacak koalisyon çerçevesinde iki yıl Bennett’in, iki yıl da Lapid’in Başbakanlık görevini dönüşümlü olarak üstlenmeleri üzerine kurulu.

Lapid’in ayrıca yine İsrail siyasi yelpazesinin sağında yer alan Gideon Sa’ar’ın partisinin altı milletvekilini de yanına çekmesi bekleniyor. Bunların tümü 120 üyeli parlamentoda 58 vekilin desteği anlamına geliyor.

Bu durum da, parlamentodaki Arap vekilleri “anahtar” konuma getiriyor. Nitekim Lapid, Knesset’teki Arap Birleşik listesinin çıkardığı dört vekilin desteğini almak için Mansur Abbas ile bir görüşme yaptı bile. Beklenti, Arap vekillerin güven oylamasında “çekimser” kalarak, Lapid hükümetinin kurulmasına dolaylı destek sağlamaları.

Netanyahu’nun başbakanlığı bırakma niyeti yok

İşte hem Mescid-i Aksa’ya yönelik İsrail polisinin saldırısı, hem de Yahudi yerleşimcilerin Kudüs’ün Şeyh Cerrah semtinde yaşayan Filistinlilerin evlerine kanunsuz şekilde el koyma girişimleri, böyle bir siyasi atmosferde yaşandı.

Sadece bu kadar da değil; İsrail bugünlerde ayrıca Netanyahu'nun partisinin girişimiyle parlamentoya sevkedilen, Doğu Kudüs ile Beytüllahim (Bethlehem) arasında bulunan alanda Yahudi yerleşimciler için yeni bölgeler oluşturulmasının önünü açan kanun tasarısını tartışıyor. Beytüllahim, Filistinlilere ait Batı Şeria bölgesinde yer aldığından, buranın Yahudilere açılması İsrail-Filistin sorununun temeline yeni bir dinamit kurmak olarak görülüyor.

İsrail basınına göre, Mescid-i Aksa saldırısının ardından çıkacak Yahudi-Müslüman geriliminin iç politikaya yansıması, en çok Netanyahu'nun işine yarayacak. Keza İsrail bürokrasisinin –elbette Netanyahu hükümetinin teşvikiyle- Şeyh Cerrah’ta yaşanan kanunsuzlukları görmezden gelmesi de aşırı sağcı partilerin Lapid yerine, Netanyahu'nun yanında kümelenmelerinin önünü açabilecek. Hesap bu.

Netanyahu ise 2009’dan beri oturduğu Başbakanlık koltuğunu kaybetmesi halinde, başına gelebilecekleri farkında. Hakkında açılmış ve devam eden yolsuzluk davaları var. Koltuk gittikten sonra Netanyahu için hem siyaseten, hem de adli olarak çok zor günlerin uzak olmadığı yorumları yapılıyor. Hapse girmesi bile ihtimal dahilinde.

Türkiye sadece kınayabildi

Türkiye ise yaşanan gelişmeleri uzaktan izleyip, sadece kınayabilecek pozisyonda. Türkiye’nin 2000’li yılların başında kullandığı, hem İsrail, hem de Filistinli liderlerle diyalog kurup, arabuluculuk yapma yetisi yıllar içinde kayboldu gitti. Mevcut durumda İsrail’de Büyükelçisi bile olmayan Türkiye, Filistinliler arasındaki siyasi rekabette Hamas’a verdiği büyük destek nedeniyle Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı da –en hafif deyimiyle- kırmış durumda. Dolayısıyla çatışmaların yatışması için Ankara’nın sözünü dinletebileceği pek bir muhatap yok bölgede.

Ya İsrail polisinin de “görüntü almak yasak” genelgesi olsaydı…

Bir küçük not da Mescid-i Aksa’da İsrail polisinin saldırılarının uluslararası alanda duyurulmasına ilişkin;

Tüm dünya İsrail polisinin sadece ibadet eden Filistinlilere, üstelik Müslümanların en kutsal saydığı mekanlardan birinde yaptığı hunharca saldırıyı gazetecilerin kamera ve fotoğraf makineleri, bölgedeki sivillerin cep telefonlarıyla çektikleri görüntülerle öğrendi.

Eğer Türkiye’de İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı, polisin eylemcilere müdahale ettiği anların görüntülenmesini suç sayan –hem Anayasa’ya hem de yasalara aykırı olduğu çok açık- genelgesi İsrail’de geçerli olsaydı, o görüntüler çekilemeyecekti. Filistinlilerin yaşadığı bu büyük insan hakları ihlali görülmeyecek, bilinmeyecekti.

Daha iyi anlaşılması için bir de soruyla altını çizmekte fayda var; Emniyet Genel Müdürlüğü’nün mevcut genelgesinin mantığıyla bakılırsa, o Mescid-i Aksa saldırılarını görüntüleyenler, “İsrail polisinin özel hayatına müdahale etmiş mi oldular?”

Daha demokratik, daha özgürlükçü bir Türkiye dileğiyle, Ramazan bayramı kutlu olsun…

Tüm yazılarını göster