Amerikan Merkez Bankası’nın tarihine damga vurmuş dört eski başkanı geçen yıl ortak bir makale kaleme aldılar. Başlığı “Amerika’nın bağımsız Fed’e ihtiyacı var”dı. “Fed’in eski başkanları olarak ortak görüşümüz…” diye başladılar ve Fed ve yönetiminin bağımsız davranmasına izin verilmesi, ekonominin çıkarları doğrultusunda kısa vadeli politik baskılardan bağımsız davranabilmelerine imkan tanınması, Fed yöneticilerinin politik gerekçelerle görevden alınma tehdidi olmaksızın görev yapabilmeleri gerektiğini söylediler. Durduk yerde yapılan bir çıkış değildi bu. Trump yönetiminin Fed’e yönelik baskılarını artırması üzerine Paul Volcker, Alan Greenspan, Ben Bernanke ve Janet Yellen uyarma ihtiyacı hissetmişler. Dördünün Fed’deki toplam görev süresi 40 yılı buluyor. Yani 40 yıl dünya finans sistemine yön vermişler desek yanlış olmaz. Üstelik bazıları demokrat, bazıları cumhuriyetçi başkanlar tarafından atanmışlar. Sorun sadece Fed ile sınırlı değil. Bir araştırmaya göre dünyadaki 118 merkez bankasının yüzde 39’u 2010 yılından bu yana en az bir defa politik baskı ile karşılaşmış. Bu baskıların yüzde 90’ı daha gevşek para politikaları izlemeleri için gelmiş.
Merkez bankası bağımsızlığının tarihi çok eski değil. 1970’lerde gündeme gelmiş. Mesela 1694’te kurulan İngiltere merkez bankası bağımsızlığını 303 yıl sonra 1997’de kazanmış. Ama kavram çok tutmuş. 2008 krizinden çıkışta merkez bankalarının öne çıkmalarının ardından ise dünyanın bir çok ülkesinde bağımsızlık sorgulanmaya başladı. Merkez bankalarından hesap sorma eğilimi güçlendi ki, doğru bir eğilimdir. Çünkü merkez bankaları bağımsız ama aynı zamanda hesap verebilir olmalılar. Her merkez bankasının yasasında hesap verebilirlik koşulları ve şekilleri yazılı olmalıdır.
Efsane dörtlünün dediği gibi: “Tarih defalarca göstermiştir ki, bir ekonominin en güçlü olduğu ve fonksiyonlarını en iyi yerine getirdiği dönem merkez bankasının kısa vadeli politik baskılardan bağımsız ve sağlam ekonomik ilke ve verilere dayalı hareket ettiği zamanlardır.” Tersi, yani anlık politik gereksinimlere dayalı para politikası uygulamaları ise kısa vadede politikacıları mutlu etse de uzun vadede ekonominin performansını bozuyor; daha yüksek enflasyona ve daha yavaş büyümeye yol açabiliyor. Konu önemli çünkü merkez bankalarını zor bir dönem bekliyor. İngiltere merkez bankası başkanı Mark Carney bile giderayak geçen hafta dünyanın bir likidite tuzağına doğru gittiğini ve ekonomilerini resesyondan uzak tutmaya çalışan merkez bankalarının işlerinin zorlaşmakta olduğu konusunda uyardı.