Dün açıklanan ikinci çeyrek büyüme rakamlarında sürpriz yok. Beklentiler yüzde 10 dolayında bir daralmaydı; ekonomi yüzde 9.9 ile 2009 ilk çeyreğinden bu yana en sert daralmayı yaşadı. Alt kalemlerin hepsi kırmızıydı. Üretim daralması tüm sektörlere yaygındı. Tüketimde de aynı tablo vardı. Hem kamunun hem de hane halkının tüketimi geriledi; yatırımlar durdu. Hem ithalat hem de ihracat daraldı. Söz konusu üç ay koronavirüs nedeniyle küresel ölçekte hem arz hem de talep şokunun yaşandığı çok istisnai bir dönemdi. Bu nedenle ikinci çeyrek rakamlarını didik didik edip, derin analizler yapmaya gerek yok. Ancak Türkiye ekonomisinin COVID-19’dan önce başlayan ve son yıllarda iyice belirginleşen daha derin bir büyüme sorunu var. Ekonomi, potansiyelimiz olduğunu düşündüğümüz yüzde 4.5-5’in çok altında büyüyor. 2018’de yüzde 2.8 ve 2019’da ise ancak 0.9 büyüyebilmişiz. Ya da potansiyel büyüme oranımız artık çok daha düşük seviyelere inmiş, farkında değiliz. Asıl detaylı analizleri gerektiren mesele bu.
Türkiye, ikinci çeyrekte sert daralmayı görünce birçok ülkenin yaptığı gibi büyümeyi harcama talebindeki artışla sağlamaya çalıştı. Bazı sektörlerde vergiler indirildi; kredi faiz oranları kamu bankaları öncülüğünde aşağı çekildi. İşten çıkarma yasağı getirildi. Bazı kamu alacakları ertelendi; ücret destekleri verildi. Bu önlemlerin etkisiyle sert düşüş tersine çevrildi; ekonomi Haziran’dan itibaren toparlanmaya başladı. Bu canlanmayı 3 ay sonra açıklanacak üçüncü çeyrek rakamlarında göreceğiz ve ekonomide V tipi bir dönüş başladığı algısı güçlenecek. Nitekim geçen hafta açıklanan ekonomik güven endeksi verileri de bu beklentiyi destekliyor. Benim TCMB İktisadi Yönelim Anketi’nde özellikle takip ettiğim stok miktarı, iç piyasadan alınan siparişler, ihracattan alınan siparişler ve gelecek üç aydaki istihdam beklentisi verileri de üçüncü çeyrekteki toparlanmaya işaret ediyor ve eğer ikinci bir dalga gelmez ve ekonomi koronavirüs önlemleri nedeniyle tekrar kapanmazsa dördüncü çeyrekte de toparlanmanın daha düşük bir ivmeyle devam edebileceğini söylüyor. Böyle olursa yılı başta korkulduğu gibi eksi üç-beş yerine sıfıra daha yakın bir rakam ile kapatabiliriz. Ancak sonrası belirsiz.
Büyümeyi harcama talebini destekleyerek, kamu harcamalarını artırarak ya da kur destekli ihracat artışı ile sağlamak mümkündür. Ancak kitap diyor ki; büyümenin uzun vadede sürdürülebilir ve yan etkisiz olması için üretim kapasitesinin artırılması gerekmektedir. Burada kastedilen dengeli büyümedir. Yani cari açıkta veya bütçede bir bozulmaya neden olmayan ve dış borçlanmaya aşırı yüklenmeyi gerektirmeyen bir büyümeden bahsediyoruz; geçmişte olduğu gibi iki ileri-bir geri tarzında mehter tipi büyüme değil. Sürekli balonlarla büyüyebilen bir ekonomik büyüme sürdürülebilir olamaz. Büyüme zigzaglar çizmek yerine sürdürülebilir olmalı. Aksi takdirde kırılgan büyüme performansı sadece kısa vadeyi kurtarır ancak ne ekonomiyi orta vadeli hedeflerine taşır, ne de işsizliği tek haneli rakamlara indirir.
Kırılganlıklarımızı biliyoruz. Kısa vadeyi kurtarmaya yönelik tedbirler yüksek kamu açıklarına neden oluyor, o da borçlanma ihtiyacını arttırıyor. Sorunlu yapı nedeniyle daralan ekonomide bile cari işlemler açığı veriyoruz. O da dış finansman bağımlılığı yaratıyor. Finansal sistemin yeterince güçlü ve derin olmaması ekonomiyi finansal krizlere açık hale getiriyor. O da üretim ve yatırımda finansman maliyetlerini yükseltiyor. Türkiye ekonomisinin ihtiyacı bu tür kırılganlıkları azaltmak ve ölçülü kamu açıkları, makul cari işlemler açığı ve güçlü bir finansal sistemi hedefleyen yapısal reformları başlatmaktır.
Bu konu geçmişte çok tartışıldı. Reçete de az çok belli. Hatta Türkiye’nin de içinde yer aldığı G-20 platformunda yapısal reformlar için dokuz öncelikli alan belirlendi: Ticaretin ve yatırımda açıklığın desteklenmesi, rekabetin ve serbest piyasa ortamının desteklenmesi, inovasyonun desteklenmesi, alt yapının geliştirilmesi, finansal sistemin geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, istihdam piyasası reformlarının, eğitime ulaşımın ve iş gücü yeteneklerinin geliştirilmesi, mali reformların desteklenmesi, çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması, kapsayıcı büyümenin desteklenmesi.
Tekrar üçer aylık rakamlara dönersek; ikinci çeyrekteki sert daralma çok özel bir dönemin ürünüydü. Üçüncü çeyrekte daha iyi rakamlar göreceğiz. Ama bu büyüme de muhtemelen kırılgan bir büyüme olacaktır.