Mecelle’ye yeni kural…

Ahmet Kasım HAN KAVANOZUN DİBİ

Aziz dostlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevcut Anayasa’da münderic (içinde yer alan) “50+1” kuralına ilişkin olarak, bu kuralın partileri “kimin eli”nin “kimin cebinde” olduğunun “belli” olmadığı “yanlış yollara”, “yok altılı, yok on altılı masalar” kurmaya, sevk ettiği gerekçesiyle; ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin “uğraştırmayacak” biçimde “seri” sonuçlandırmayı sağlayacağı savı çerçevesinde, dile getirdiği, “değişmesi…isabetli olurfikrinin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin (CHS) yapısına, sonuçlarına ve sürdürülebilirliğine dair ne anlama geldiğine ilişkin uzun dizinin sonuna bu yazıyla, şimdilik kaydıyla da olsa, gelebileceğimizi umuyordum.

Ancak, köşemizin, doğal, yer sınırı benim tafsîlât (bir şey hakkında etraflı bilgi) ve teferruat merakımla, “kafalarda soru işareti bırakmak” kaygımla, birleşince sonuç eski tabirle “otuz iki kısım tekmili birden” oldu. Ancak, konular önemli. Bir defa derinine daldık bu meseleye; bir yazı daha uzatırsam beni mazur göreceğinizi umuyorum. “Şimdilik” ifadesiyse bâkî. Zira, CHS ve bunun etrafında şekillenecek olan Anayasa tartışmasının kapanmayacağını düşünüyorum. Hatta, bu tartışmanın seçimlerden sonra hız kazanacağı fikrindeyim.

Anayasa Mahkemesinin daha önce 5’e karşı 9 oyla aldığı Can Atalay kararının uygulanmasına yönelik ikinci başvuruyu bu defa “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” bakımından 11’e karşı 3 oyla; “bireysel başvuru hakkının ihlali” ve bir önceki kararın uygulanmasının 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tebliğini de oybirliği ile onaylamasının ardından başlayan tartışma da bu öngörümü doğrular nitelikte. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin tam da bu kararın ardından yaptığı dört öneriyi dile getirirken kullandığı: “yeni anayasa sürecinde Anayasa Mahkemesi statüsünün… radikal şekilde…yeniden yapılandırılması ya da… kapatılması”, ifadesi bu manada bir teyittir. Çeyrek asırdır Türkiye’de siyasal süreçlerin rotasına ilişkin işaret fişeğinin Devlet Bahçeli tarafından atılması norm niteliğine kavuştu. Dolayısıyla eğer Devlet Bahçeli “yeni anayasa süreci”nden bahsediyorsa, konuyu böyle değerlendirmek yanlış olmaz.

Öte yandan Erdoğan’ın sözleriyle açılan tartışmanın yapısal nitelikte olduğu açık. “Uğraşılması”ndan müşteki olunan, veya “seri” olması beklenen, mesele herhalde seçimin yapılmasına ilişkin prosedür, usûl veya oyların sayımı işlemi değil. Türkiye’de seçim güvenliğinin tam olduğu en başta iktidar tarafından söyleniyor. Sonuçların ilanında, oyların sayımında sürate ilişkin, “uğraştıran”, seri olunmasını engelleyen, bir sorun görünmüyor. Neticede sayım parmakla, ebced hesabıyla falan yürüyen bir iş değil! Kesin olmayan resmî sonuçların açıklanması, çekişmeli geçen, hem Cumhurbaşkanlığı hem de milletvekili seçimi için atılan oy pusulalarının sayıldığı, 2023 seçimlerinin ilk turunda dahi hızla yapıldı. Her seçimde sonuçlar neredeyse aynı gün alenîleşiyor. Bu bağlamda Cumhurbaşkanı’nın ifade etmek istediği, yabugünkü dengelereya da sistemin ürettiği sonuçlara ilişkin olmalı iddiası anlamlı duruyor. Kanaatim, şikâyetin bunların ikisiyle de alakalı boyutları bulunduğu yönünde. O halde sistemin ürettiği sonuçlara ilişkin tartışmayı bitirdiğimiz yerden, geçen hafta başladığımız, Erdoğan’ın, neticede kazandığı halde, bugünkü dengelere neden itirazı olabileceği tartışmasına devam edebiliriz.

Daha önce de belirttiğim gibi, bu meseleyi tartışmak AK Parti + MHP ortaklığının nev-i şahsına münhasır, hatta düpedüz şahsa bağlı, yönlerini konuşmayı zaruri kılar. Zira, bunlar CHS’nin sürdürülmesine ilişkin sınırlılıklara dair önemli unsurlar teşkil etmektedir. Bu meseleye ilişkin olarak, önceki yazımda, ifade ettiğim paradokslar iki seviyelidir. Bu seviyelerin ilki Erdoğan’ın kazandığı halde “50+1”le kâin (var olan) sisteme itirazıdır. Öyle ya, bir aday bu kuralla girdiği üç seçimin üçünü de kazandığı bir sisteme niye itiraz eder ki? İkincisi, ittifakın ve CHS’nin istikrar görüntüsüne ilişkindir. Buradaki soru şudur: iktidar koalisyonunun,ittifak siyaseti”nin zaruretlerini yönetmek konusunda muhalefete kıyasla gösterdiği başarının sebepleri nedir?

İlk seviyedeki sorunun cevabı görece kolay anlaşılır nitelikte. CHS’ye geçmek, açılım sürecinin yarattığı kimi sıkıntıları aşmak, gibi konular bakımından MHP’nin sağladığı destek AK Parti ve Cumhurbaşkanı açısından kritik, hatta vazgeçilmez nitelikteydi. Bununla birlikte Erdoğan, gücü partisinin ötesinde, seçmeniyle ilişkisi çok kuvvetli ve siyaseti iyi bilen, yirmi yıllık iktidarın sonunda, temsil ettiği siyaset bakımından, liderliği “tartışmasız” ve “ikame edilemez” bir siyasetçi. Bu nitelikteki bir lider, rakiplerine göre her defasında daha fazla oy alacağını düşünüyorsa, neden bu iktidarı başkalarıyla paylaşmak istesin? Erdoğan’ın, mevcut konjonktür ve sistemde, yüzde 50 artı bir oranını tutturmak için dışarıdan desteğe ihtiyacı olduğu apâşikâr. Bu durumda, rahatlıkla en çok oyu alan aday olup seçilebilecekken, zaferini niçin o fazladan oyları almak için, arada eksik kalan seçmen meşruiyetini sağlamak için “uğraşmakla”, başka bir siyasi partinin, liderin kefaletine bağlı kalmak mecburiyetiyle, takas etsin ki? En “harbi”, “hasbi”, ve “saygılı” politik ilişkide dahi hiçbir siyasi lider, kendisini mecbur hissetmedikçe, bunu yapmak istemez. Dolayısıyla Cumhurbaşkanının şikâyeti bu noktada matematik bakımından da, siyasi pratik açısından da, rahatça anlaşılır niteliktedir. Hiç kuşkusuz “50+1”den kurtulmak mevcut durumda süreci belirlemek noktasında avantajı Erdoğan ve AK Partiye geçirecektir. Kurtulunması umulan “uğraşı” galiba budur. Bu noktada “seri” sözünün karşılığı da, oyları saymaktaki hızdan ziyade, kendi tercihlerine göre fikir, yol, siyaset, tavır, aslında vites değiştirmekteki, sürattir.

Ancak, sistemi değiştirmenin, Devlet Bahçeli’nin şerhlerinin ötesinde, kimi sorunlar yaratacağı da açıktır. MHP’nin sağladığı “devlet derinliği”ni ve seçmen algısında AK Partinin kimi “U dönüşlerinin” uyandırdığı şüpheyi izâle (gidermek) noktasındaki işlevini görmezden gelmek mümkün değil. Bu noktada belirleyici, iktisat tabiriyle marjinal faydası azami, seçmenle AK Parti arasında olası soğukluğu engelleyen, “battaniyemeşruiyetini MHP dışında hiçbir siyasi aktörün sağlaması olası görünmüyor. Bu nedenle söz konusu tavrı MHP ile “boşanmak” hevesi diye de anlamamak gerekir. Anayasa’ya dair tartışmaların ruhuna uygun hareketle, mecelle usulünce, ifadesi gerekirse: Mezkûr izale izâleişüyûya (mal veya mülk üzerindeki ortaklığı giderme, iştirâki ortadan kaldırma) engeldir. Zira, MHP’nin muhalif mahalleye geçmesi, ittifak fikir ve uygulamasının siyasetin aklına düştüğü bir ortamda, siyaseten tahammül edilir nitelikte değildir. Bu durum, en azından siyasi dengeler ve seçmen tercihleri bugün bulundukları vaziyetteyken, böyle olmaya da devam edecektir.

İkinci paradoksu bir sonraki yazıda açacağım…

 

 

 

Tüm yazılarını göster