Suudi Arabistan’ın fiili lideri bin Salman geçtiğimiz hafta uzun süredir beklenen Ankara ziyaretini gerçekleştirdi. Karşılanmasına örnek gösterilecek düzeyde bir şatafat hakimdi. Hükümete yakın basın ziyaretin Suudi muhalefetine mensup gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi ajanların bir tertibi sonucu evlilik işlemlerini tamamlamak bahanesiyle İstanbul’a davet edilerek katledilmesi sonucu adeta sonlandırılan ilişkilerin canlandırılmasında bir dönüm noktası olduğunu ileri sürdü. Hükümet de bu ziyaretin ilişkilerde yeni bir başlangıç oluşturacağınıı ümit ediyor.
Ziyareti değerlendirirken, önce Türkiye’nin Suudi Arabistan karşıtı siyasetini neden değiştirdiği sorusunu sormak önem arzediyor. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri, Arap Baharı’nın patlamasının ardından Türkiye’nin değişim taraftarı güçlerin temsilcisi Müslüman Kardeşlerin yanında yer almasından ile bozulmaya başlamıştı. Geleneksel Arap yönetimleri, iktidara talip olan halk hareketlerinden çekiniyorlar, bunların bir vade sonunda kendilerini de tehdit edeceğinden endişe ediyorlardı. Türkiye ise, Orta Doğu’da nüfusu Sünni olan ülkelerin önderliğini üstlenebileceği ümidini taşıyordu.
Arap Baharı’nın vaat ettiği dönüşüm hiçbir yerde yaşanamadı. Ancak bu olayın sonucunda Türkiye’nin başlıca Arap ülkeleri ile ilişkileri bozuldu. Mısır, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, Türkiye’nin bölgesel rolünü daraltan, hatta ortadan kaldırmayı amaçlayan tertiplere ortak oldular. Türkiye kendi bölgesinden tecrit edildi ve bunun neticesinde bölgedeki iktisadi varlığı da zayıfladı. Örneğin, Suudi piyasası ve özellikle önceleri Türk müteahhitlerinin önemli ihaleler aldıkları hizmet sektörü Türklere kapandı. Bir süre değişimin öncüsü olduğunu iddia eden Türkiye, şimdilerde sürüklendiği yalnızlığa ve bunun doğurduğu iktisadi mahrumiyetlere daha fazla katlanamayacağını idrak etmiş görünüyor.
Acaba MBS’nin ziyaretinin de işaret ettiği dış siyaset değişimi Türkiye’nin bölgedeki tecritini ve uğradığı iktisadi mahrumiyetleri sona erdirme amaçlarını gerçekleştirmesine yardımcı olacak mıdır? Çözümlememize, ziyareti simgeleyen şatafatın ve liderler arasında kamuoyu önünde sergilenen muhabbetin ilişkilerin iyi olduğuna kanıt teşkil etmeyeceğini vurgulayarak başlayabiliriz. Bölgede gerçeklerle bağlantısı olmayan abartılı davranış kalıplarının kullanımı oldukça yaygındır. Bilindiği üzere, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Kaşıkçı olayı sonrasında Suudi yönetimini diplomatik teamülleri aşan bir sertlikle eleştirmiş ve ilişkilerin düzelmesinin neredeyse mümkün olmadığı izlenimi yaratmıştı. Şimdi ise, Suudi tutumunda herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen sıcaklık ve kardeşlikten söz edilmektedir. Bu tür siyasi gösterilere fazla itibar edilmemesi gerektiği anlaşılıyor.
Türkiye karşı karşıya bulunduğu siyasi tecritin ve doğurduğu sonuçların bitmesini arzularken, MBS’nin Türkiye’ye gelmeden önce aynı seyahatte Mısır ve Ürdün’ü de ziyareti planladığını, Mısır’a uğrayarak bu ülkeleye ciddi miktarda yatırım sözü verdiğini bir kenara not edelim. Böylece seyahat vesile edilerek, Türkiye’ye Suudi Arabistan’ın diğer bölge ülkeleriyle de yakın ilişkileri olduğu ve Türkiye’nin önde gelmediği, vazgeçilmez olmadığı hatırlatılmak istenmiştir. İlişkilere ara verildiği dönemde, Suudi Arabistan içinde Türkiye’nin yer almadığı bir ilişkiler ağına dahil olmuştur. Şimdi, Türkiye ile ilişkileri düzeltmek şerefine Türkiye’nin bölgede bir rol sahibi olmasını engellemeye dönük bağlantılardan vazgeçmesini beklemek fazla iyimser olacaktır. Bu arada ilişkileri canlandırma arzusunun ve bunu gerçekleştirmeğe dönük adımların daha ziyade Türkiye’den kaynaklandığı da unutulmamalıdır.
Daha genel bir çerçevede düşünüldüğünde, Rusya-Ukrayna çatışması sonrasında Batı’nın Rus petrolüne bağımlılığı azaltma girişimi muvacehesinde Suudi Arabistan’ın öneminin arttığı hatırlanmalıdır. Kısa bir süre sonra Biden Suudi Arabistan’I ziyaret edecektir. Diğer yandan Suudi-İran ilişkilerinin yeni bir çerçeveye oturtulmasına çalışılmaktadır. Bu durumda, Suudi Arabistan’ın dış siyaset gündeminde Türkiye ile ilişkileri iyileştirmenin önde gelen maddelerden biri olmayabileceğini teslim etmemiz gerekiyor. Suudi Arabistan Türkiye ile ilişkilerinin dönuk olduğu dönemde de dış dünya ile işlerini rahatlıkla yürütmekteydi. Tekrar belirtelim: Suudilerin yeniden dostluğunu kazanma arzusu Türkiye’den kaynaklanmıştır.
Türkiye’nin Suudi Arabistan’la ilişkilerini eski düzeye çıkarma girişimindeki en önemli saik iktisadi ihtiyaçlara indirgenebilir. Klasik iktisat biliminin reçetelerinin çok uzağına düşen uygulamalar sonucunda, Türk ekonomisine önemli miktarda dış kaynaklı fonun zerk edilmesini gerektiren bir durum ortaya çıkmıştır. Suudilerin böyle fonlara sahip oldukları düşünülmektedir. Ziyaret sonrası yayınlanan bildirilerde iktisadi ilişkilerin geliştirilmesine atıf yapılmış ama herhangi bir somut taahhütte bulunulmamıştır. Suudileri ülke dışında yatırım yaparken titiz davrandıkları ve yatırım fonlarını kullanmakta çok da cömert olmadıkları bilinmektedir. Türkiye’de muhtemelen Suudilerin ilgisini çeken bazı yatırım olanakları mevcuttur. Muhtemelen, acele etmek yerine Türk hükümetinin fiyatları daha da düşürmesini bekleyeceklerdir.
Sonuç: MBS’nin ziyareti Türk-Suudi ilişkileri açısıdan olumlu bir gelişmedir. Ancak ziyaretin Türkiye’ye sağlayacağı faydaları değerlendiriken yaklaşımımıza iyimserlikten ziyade ihtiyaç hakim olmalıdır.