Yıllardır Türkiye’de enflasyon hedeflemesi konusunda bir tuluat oynanıyor, ve biz ekonomistler de bu tuluatı ciddiye almış gibi gözükerek üzerine yorum ve analizler yapıyoruz. Bilindiği gibi, TCMB’nin enflasyon hedefi %5. 15 yıldır da bu hedef, küçük oynamalar dışında, hiç değişmedi. Ve bu 15 yılda bu hedef bir kere bile tutmadı. Bir de enflasyon hedeflemesi politikası altında yılda 4 kez yayınlanan Enflasyon Raporu’nda yer verilen “enflasyon tahmini” var. Bu tahmin bir aralık içerisinde verildiği için bazen tutabiliyor (özellikle yılın 4. ve son raporu olan Ekim raporunda!)
MB dün açıkladığı senenin 3. enflasyon raporunda 2020 TÜFE tahmin aralığını yüzde 6.9-10.9 olarak açıkladı. Böylece MB artık resmen negatif faiz politikası izlediğini de tescil etmiş oldu. Sene sonu tahmininin orta noktası yüzde 8.9 iken, halihazırdaki politika faizi yüzde 8.25. (Esasen, ortalama fonlama faizi 7.70 ile bunun da altında. Piyasaya verilen likidite ise 200 milyarı geçmiş durumda.) Bu tabii ki, tasarruf sahibinin TL’den dövize geçmesindeki en önemli neden. Ancak anlaşılan Hükümet ve MB bu durumdan çok da rahatsız değil. Tasarruf sahibi DTH açınca, bankalar piyasadan (=MB) o miktarda döviz almak zorunda. Ama bankalar günün sonunda aldıkları dövizleri swap olarak MB’ye yatırınca MB’nin rezerv toplamı (kompozisyonu değişse de) aynı kalıyor. (Son dönemde kamu bankalarının bu eşleştirmeyi bile yapmayıp, döviz pozisyonu açtıklarını görüyoruz.) Fakat bu oyun son zamanlarda iyice ekstrem bir hal almış durumda. MB’nin 90 milyar dolar civarındaki döviz rezervlerinin 60 milyar dolara yakını swaplar. Bu swapların da yaklaşık 36 milyar doları Türk bankalarıyla yapılan döviz ve altın swapları. Peki revize edilen bu enflasyon tahminini tutturma imkanı var mı? Hayır yok. Sene başından beri TL krediler yüzde 32, sepet döviz kuru yüzde 19 artmışken, bu imkansız. Ha, Hükümet enflasyonu düşürmeye birincil öncelik verir, ve faiz oranlarını 3-4 puan artırırsa, belki. (“Para politikasını merkez bankaları şekillendirir, maliye politikasına ise Hükümet yön verir” doğru bir tez değil. Günün sonunda doğrudan veya dolaylı olarak ikisini de esasen Hükümet belirliyor.) Ancak, bunun siyaseten imkansız olduğunu söylemeye gerek yok.
Gerçek şu ki, Hükümetin elindeki para basma dışındaki finansman imkanları çok sınırlı. (Bu noktada, son zamanlarda Batıda pek moda olan ve talebin aşırı düştüğü durumlarda karşılıksız para basmanın enflasyonu artırmadan ekonomik aktviteyi canlandıracağı iddiasındaki Modern Para Teorisi konularına hiç girmeyelim. O teorinin ilk şartı bahse konu ülkenin parasının döviz hard currency olması.) Hal böyle olunca, Türkiye’de para basmanın ve anormal boyutlardaki kredi ivmelenmesinin eninde sonunda bazı göstergelerde olumsuz bir tabloya yol açması kaçınılmaz. Bunlardan biri enflasyondaki yükseliş ise, diğeri de cari açıktaki artış olmakta. Ancak cari açık, maalesefki, DTH-swap gibi bir kaptan diğerine aktarılarak çözülecek bir sorun değil. Son tahlilde, Türkiye ithalat için gerekli dövizleri bir şekilde temin etmek zorunda. İlk 6 ayda kümülatif cari açığımız 20 milyar dolar civarında. Para basma ve kredi artışının devam etmesi durumunda (turizmin de kayıp bir sene olduğunu dikkate aldığımızda), kurlar üzerindeki baskının mevcut şartlar altında devam etmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Daha önce de yazdım. Hükümet sorunları “zamana yayma” ve uzun vadede “devran döner” politikasına oynuyor. Ancak, bu politikanın bir müruru zamanı var ve ona da hızla yaklaşıyoruz.