Kur belirlenen masada oturabilmenin, söz sahibi olabilmenin koşulları;
- İstikrarlı bir ihracat döviz gelirinin olması,
- Dış Ticaret açığı verilmemesi,
- İstikrarlı bir turizm döviz geliri olması,
- Yabancı yatırımların ülke ekonomisinde yatırımcı olarak yer almaları şeklindedir.
Bunlara sürdürülebilir şekilde, istikrarlı olarak sahip olmayan bir ekonomi, yüksek enflasyonist bir baskı altındayken, işsizliğin de had safhaya çıktığı bir dönemde, faizleri enflasyon değerlerinin altına indirme kararı verirse, ulusal para (TL) diğer para birimleri karşısında değer kaybeder ki, zaten ve maalesef öyle de olmaktadır…
Aşağıdaki grafikte dolar/TL kurunun gelişimi gösterilmektedir.
Bugünlerde Dolarizasyonun %70’ler düzeyini aştığını görmekteyiz. Dolar kullanım oranının kullanılan toplam para ile oranı %70+ mertebesindedir. Durum böyle olunca da serbest piyasa koşullarında kalmak suretiyle dolar/TL kurunu düşürmek; piyasalara $ satılması şeklinde bir müdahale ile yapılabilir. Bu en fazla anlık ve geçici bir ara çözümdür. O zaman da TCMB rezervleri, uygulamada olduğu gibi hızla eriyecektir. SWAP başvuruları CDS primi yüksekliği nedenli risk engeliyle karşılaşacaktır.
TCMB Rezervleri;
Brüt rezervler $ 101,939 milyon, Brüt döviz rezervleri $ 60,011 milyon Swap’ ler $ 63,720 milyon
Net rezervler $ 11,347 milyon Swap hariç net rezervler $ -52,381 milyon
(Kaynak TCMB)
Sn. A. Perşembe’nin twitter mesajından alınmıştır. Teşekkürler.
Son hafta; iki önemli ve her biri diğerinden daha üzücü iki söylem / dedikodu finans piyasalarında konuşulmuştur. Bunlardan biri; bir MB’nin Londra’da teminat olarak bulundurulan altınlarının satılması konusudur. Burada ilk akla gelen MB’nin TCMB olması son derece üzücüdür. Diğeri de TCMB’nin bugün bankalara “Döviz satın” ricasının olduğu şeklindedir. Burada rezervlerin tükendiği, kuru sabit tutabilmek için piyasaya dolar enjeksiyonun yapılması gereği ortadadır. Ancak giderek tükenen rezervlere bakarak satılabilecek döviz miktarının azalmakta, bitmekte olduğu görülmektedir. Bu durumda başta $ olmak üzere kur değerlerini sabit bir çizgide değil, belirli bir aralıkta tutabilmek de olanaklı gözükmemektedir.
Yazılı basın ve sosyal medyada yer alan bu iki duyumun da doğru çıkmaması dileklerimle… Ancak dilek ve temenni ile öngörü farklı kavramlar olarak hayatın içinde yer almaktadır. Henüz herhangi bir resmi, inandırıcı açıklama da yapılmamıştır. Bu durum da kötü olasılığın doğruluğu ihtimâlini güçlendirmektedir.
Bu durumda tek sorun enflasyon olsa diyesi geliyor insanın da…
Gerçek pek öyle değil…
Bir temel sorun daha var…
İşsizlik.
2022 yılı 3.cü ayı itibariyle işsizlik %11,4 olarak TÜİK tarafından bildirildi. Artık bu durumda işsizlik oranı, istihdam oranı gibi, mevsim etkilerinden arındırılmış, iş aradığı hâlde bulamayanlar ya da genç işsizlik oranı şeklinde, esasen hepsinin iktisatta yeri olmasına rağmen, burada bu ayrıntıya girmenin pek bir anlamı bulunmamaktadır. Hane Halkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2022 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 21 bin kişi artarak 3 milyon 859 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise değişim göstermeyerek %11,4 seviyesinde gerçekleşti. Kullanılan tüm sayısal değerler TÜİK tarafından açıklanan değerlerdir.
Özetle ülkede ciddi bir işsizlik vardır ve bu işsizlik konusunda hakikatte yaşanılan işsizlik TÜİK tarafından ilan edilen sayıların üzerindedir. Benzer durumun enflasyon oranlarında da olduğu görülmekte, yaşanmakta ve yaşayanlarca dile getirilmektedir.
Kaynak: Dr. Mahfi Eğilmez
Bu arada işsizlik ile enflasyonun paralel değil ters yönde çalıştığı iktisat disiplininde yaygındır ve esasen bunun birçok örneği, yaşanmışlığı da vardır. Bugünlerde, son yıllarda, Türk ekonomisinde enflasyonda da artış olduğu gibi işsizlikte de artış görülmektedir. Bir ülke ekonomisinde hem yüksek enflasyon, hem de yüksek işsizlik varsa, o ülke ekonomisi krizdedir. Başkaca neden aramaya gerek yoktur.
Ekonomideki iki akut sorun, aynı dönemde ve birlikte mevcut. Tabii bunlar ana, ya da ilk ve temel sorunlar.
Doğru da…
Ancak;
Sadece bu kadar da değil…
Maalesef…
Bunların getirdiği, ekonomideki diğer bazı önemli problemlerin de varlığı yadsınamaz.
Örneğin; Büyüme…
Yayınlanan değerlere bakıldığında bu kadar iktisadî sorunla mücadele ederken bir de bakıyoruz ki;
Ekonomimiz büyümüş…
Sakın “Olur mu?” demeyin…
Oluyor…
Olabilir de zaten…
Ama işin aslı, sanıldığı gibi değil, ironi konusu ise hiç değil…
Tabii bu durumun sade vatandaşa lansmanında işin içine propaganda girerse, o zaman iktisadî gerçekliğin izahı belki biraz daha vakit alıyor. Anlatıyorsunuz, bir de ikna etmeniz lâzım. Yoksa büyüme öyle anlaşılamıyor. Aynı enflasyonun genelde yıl sonu itibariyle baz etkisiyle bir miktar düşmesinde olduğu gibi…
GSYH (Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla), Büyüme hızı oran olarak 2021 yılının IV. Ç itibariyle %9,1 olarak TÜİK tarafından ilan edildi.
Enflasyon yüksek, işsizlik almış başını gidiyor, ama bizim ekonomimiz %9,1 oranında büyümüş…
Bu çelişik ifadeleri hiç de uzatmadan işin doğrusuna gelelim, GSYH homojen dağılmadığı takdirde bir makroekonomik yapının fakirleşirken büyüdüğü bu şekilde açıklanabilir. Eğer GSYH'nin çok büyük bir kısmı, çok düşük sayıda kişi/kurum arasında bölüşülüyor, azı da bakiyenin tamamı arasında dağıtılıyorsa olacak olan bu şekilde tezahür edecektir. Büyüme, sadece büyüme değil, gerçek büyüme büyümenin homojene yakın dağılımının olmasıyla ortaya çıkan olgudur.
Burada ifade edilmesi istenen husus; GSYH dağılımın serbest ekonomi kuralları içindeki doğal dağılımının iktisat kurallarınca doğru ve adil yapılmasıdır.
Bu arada Kamu Maliyesi, Para Politikası gibi kurumsallaşmış hususları da bir başka yazıya bırakarak, bu ekonomik durumun ekonomide yer alanları; kişileri / kurumları / sektörleri, daha doğrudan, sahada nasıl etkilemekte olduğunu, özellikle sektörler açısından (tabii ki perakende sektörü bakımından da) irdelemek ve paylaşmak isterim.
Hemen ve öncelikle belirtmek istediğim; perakendenin en bi reel sektör olduğudur.
Sektör içinde reel sektör olmanın koşullarından olan üretimin, bu sektörde olmadığı söylenemez. Tedarikçiler üretimlerini perakende sektöründe satmak suretiyle ticarete sokarlar, ama dahası, bana göre daha önemlisi, nihai tüketiciye ulaşan ve sahanın, piyasaların tam da ortasında olan bu sektör; Perakende sektörü, geçekten reel sektörün ta kendisidir.