Mert Can Duman
Ticaret Uzmanı
Sürdürülebilirlik kavramı güncel ajandada kendisine bu kadar yer bulmayıp da tarih sahnesine ilk çıktığında takvimler 20. yüzyılın son çeyreğini gösteriyordu. Birleşmiş Milletler
Çevre ve Kalkınma Komisyonu (UNEP) ilk olarak 1987 yılında insanlığın, gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarını temin ederek kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahip olduğunun altını çizmiş. Aynı yıl Dünya Çevre ve Gelişme Komisyonu da (WCED) sürdürülebilirlikten bahsederken bugünün nesillerinin ihtiyaçlarının geleceğin nesillerinin imkânlarının kısıtlanmadan karşılanmasına vurgu yapmıştı.
WCED’in raporunda ayrıca, çevrenin de ekonominin temel dinamikleri arasında yer alması ve çevresel kaynakların da büyüme ve kalkınma süreçlerinde sürdürülebilirlik ilkesi ışığında kullanılmasının esas alınması ifade edilmiş. Aslında insanlığın, çevreyle ilgili olarak işlerin yolunda gitmediğine, büyüme ve kalkınma ihtirasıyla doğal kaynakların tüketilmekten öte tahrip edilmeye başlandığına, bunun tabii ki de sürdürülebilir olmadığına ilişkin uyanışı da tam da bu zamanlara rastlıyor. Aradan çok kısa bir süre geçtikten sonra 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde ilk kez Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı (UNCED) düzenlendi. ‘Doğa ile Uyum’ temasıyla yayımlanan ve her ülkenin sosyal ve ekonomik gelişim hakkının saklı tutularak sürdürülebilir kalkınma konusunda küresel bir yol haritası niteliğindeki sonuç bildirgesinden 20 yıl sonra düzenlenen Rio +20 Zirvesi’nde ise bu sefer iklim değişikliği riski büyüme ve kalkınma süreçlerinde öncelenmesi gereken unsurlar arasında yer almış ve sürdürülebilir kalkınma kavramı ışığında yeşil ekonomi dönüşümü ilk kez uluslararası bir politika metninde kendisine yer bulmuştu.
Zaman içerisinde Sanayi Devrimi’nden bu yana hızla gelişen endüstrileşme ile birlikte yeryüzü sıcaklığındaki hızlı artışı sınırlandırmaya ve atmosfere salınan emisyonun önce azaltılıp sonrasında ise yenilenebilir dönüşüm ile net sıfır düzeyine getirilmesine yönelik hedefler 2021 yılında düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı’nın öncesi ve sırasında büyük bir ümitle dile getirildi. Son 50 yılda 2 milyon kişinin hayatının kaybına doğrudan sebep olan, 4 trilyon dolardan fazla küresel zarara yol açan (Dünya Meteoroloji Örgütü’nün verileri) olağanüstü meteorolojik olaylar, iklim değişikliğinin olumsuz etkileriyle birlikte insan ve canlı yaşamının tehdit altına girmesi, iklim göçü riskinin ortaya çıkması gibi sebeplerle uluslararası kamuoyunun iklim değişikliğiyle kararlı mücadelesine yönelik büyük bir beklenti söz konusuydu. Küresel ekonominin %90’ını oluşturan ülkeler bir araya gelerek 2050’ye kadar (bazı ülkelerde yakınsayan tarihler taahhüt edildi: örneğin; Türkiye için 2053, Çin için 2060, Almanya için 2045, Hindistan için 2070 gibi) dünyayı net sıfır emisyon bir yer haline getirmeye, bu hedefe ulaşılabilmesi için gelişmiş ekonomilerin 20 milyar dolara varan kamu ve özel sektör finansmanı sağlamaya, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelere doğru yeşil dönüşüme dair teknoloji transferi gerçekleştirmeye yönelik 2 taahhütlerin altına imza am. Ancak tam tabiriyle dağ fare doğurdu. Öyle ki, bütün bu taahhütlerin verildiği 2021 yılı 37,1 milyar Mt CO2 emisyonu ile rekor kırarken 2022 yılında bu rekor 37,5 milyar Mt ile yenilendi.
Geçmişten bugüne iklim değişikliğine sebep olan çevresel tahribatın sorumluları, bugün ise siyasi ve ekonomik gücü elinde bulunduran gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele ve yenilenebilir dönüşümde söylemde kararlı ancak eylemde pek de icraata ulaşmayan duruşları, gezegenimizin her uyandığımız günde biraz daha ellerimizden kayıp gitmesine sebep oluyor. Bir maskeli balonun içinde olduğumuzu veriler de doğruluyor.
Dünya Bankası’nın ülkeler itibarıyla kişi başına düşen sera gazı miktarı verisi en güncel
2020 yılı itibarıyla. 2020 yılında dünyada kişi başına düşen gelir 10.896 dolar seviyesindeyken kişi başına düşen sera gazı emisyonu ise 4,3 Mt düzeyinde gerçekleşti. Küresel ortalamadan daha yüksek gelir seviyesine sahip 58 ülkede kişi başına sera gazı emisyonu ortalama 7,9 Mt seviyesinde. Ortalama 63 bin 600 dolar seviyesinde en fazla kişi başına gelire sahip ilk 20 ülkede ise sera gazı emisyonu 8,5 Mt ile daha da yükseliyor. Kişi başına geliri yüksek ülkelerin dünyayı en çok tahrip eden, kararlı taahhütlerin altına imza atsa da sera gazı emisyonunda listenin başını çeken ülkeler olduğu malumu veriler tarafından da ilam ediliyor. Keza, Dünya Bankası’nın verileri kullanılarak yapılan analizde de kişi başına gelirdeki her %1’lik artışın kişi başına sera gazı emisyonunda %0,85’lik artışı beraberinde getirdiği görülüyor.
Aşırı hava olayları, can kayıpları, canlı türlerinin yok olma riski, evlerini terk etme tehdidiyle karşı karşıya kalan insanlar… Başta az gelişmiş ülkeler doğanın dengesinin bozulmasının ve beraberindeki iklim değişikliğinin yıkıcı etkileriyle karşı karşıya kalmaya hazırlanırken çevre tahribatının uzun vadeli sorumluları gelişmiş ülkeler ise maskeli balolarına devam ediyor. Uluslararası zirvelerde küresel iklim değişikliğinin yıkıcı etkileriyle kararlı mücadeleye yönelik atılması taahhüt edilen adımların gerçekten birer adıma dönüşmediği heryeni gün ise insanlık, dünyasını kurtarmak için biraz daha geç kalıyor.