Gökhan TURHAN / İŞİN SIRRI
Nobel Ödülü sahibi olan tek Türk yazarımız Orhan Pamuk, müzelerle ilgili en dikkat çeken sözünü Masumiyet Müzesi’nde kaleme almış; “Müzeler, zamanın mekâna dönüştüğü yer” tarifiyle. Tarihin ilk fotoğraf makinesi olan müzeler, yaşanılan toprakların geçmişle buluşma noktası olmuş, hafıza olarak sergiye çıkmış. Eski Roma’dan bu yana hemen hemen her medeniyet, toplanılan kalıntıları koruyarak yaşanılanları vitrine sunmuş. Devletler ve kişiler kadar şirketler de hafızalarını korumak adına müzeciliği, markalarının en önemli değeri olarak kabul eder. İlk şirket müzesinin, ilk şirketin kuruluşunda değil, ekonominin küreselleşmeye ilk adım attığı 20’nci yüzyılın başında olması da marka kültürünün doğmasına neden oldu. Düşünün, dünyanın en eski şirketinin bundan 1445 yıl önce Japonya’da kurulmuş olmasına rağmen müzeciliğin sadece 117 yıl önce sahneye girmesi de markalaşmanın henüz yeni bir kavram olmasından dolayı olduğunu gösteriyor. 1095’de İsviçreli Bally Shoes, 1906 yılında İngiltere’de kurulan Wedgwood, 1911 yılında Almanya’da Daimler Motor (Mercedes) müzeleri Avrupa’da kök salan bu anlayışın küresel alana yayılmasını sağladı.
Şirketler yaşadıkları değişimi yansıtıyor
Kardeşim Göksel Turhan ve Ailemin de desteğiyle dünyanın en kapsamlı Tombak eserler, musluk ve tarihi mutfak aletleri üzerine oluşturduğumuz koleksiyonu, ülkemiz tarihine kazandırarak Turhan Müzesini kurduk.
Eşim Ebru Turhan, Türkiye’de bilinen ilk şirket müzelerini, Köklere Yolculuk kitabıyla bizlere kazandırdı. Çocuklarım da genimize bağlı olarak bu etkinliklere severek katılıyorlar. Yola çıktığımız tatil programlarını deniz ve kum ile sınırlamayarak duraklarımızı müzelere göre düzenliyoruz, organize ediyoruz. Geçtiğimiz haftalarda bayram tatilimizi işte bu anlayışla Hollanda’da geçirmeye karar verdik. Yolculumuzun iki önemli durağı vardı bizler için. İlki dünyanın en büyük alkollü içecek devi Heineken’e ait müzeydi. Başkent Amsterdam’daki Heineken Experience, 1988 yılına kadar üretim yapan bir tesisti aslında. Şirketin müzesinde sergilediği enstrüman ve ekipmanlar, tamı tamına 150 yıllık yolculuğunu, daha doğru markalaşma sürecini sizlere özenle anlatıyor. Yeni müze konseptine sahip Experiance, şerbetçiotunun hikayesini hiçbir zaman unutamayacağınız şekilde ziyaretçilerine sunuyor.
Müze turumuzun ikinci durağı ise Philips Museum oldu. 132 yıllık geçmişi olan Hollandalı dünya devinin öyküsünün başladığı noktaydı bu müze. Şirketin temelini atan Gerard Philips'in 1891'de ilk ampullerini ürettiği Eindhoven'da yer alan bu müzede aslında Philips'in sürekli olarak kendini nasıl yeniden keşfettiğini ve yenilikçi teknolojiyle toplumsal değişimde nasıl önemli bir rol oynadığını görüyorsunuz. Elektrik ışığıyla başlayan, radyo, televizyon ve dijital çağın gelişiyle evrilen Philips’in şu anda özellikle sağlık hizmetlerindeki büyük değişiklikleri işte bu müzenin en dikkat çeken yönleri. Sloganını veya logosunu değiştirse de amacını her daim “insanların yaşamlarını iyileştirmek” olarak belirleyen markanın aydınlatma sektöründeki yaratıcı fikirleri sadece geçmişi değil, geleceğe de yansıyor aslında. Müze sonrasında satın alacağınız ilk lamba örneği size geçmişi yaşamanızı sağlıyor. Eskisinin bire bir aynısı olan bu ürüne 2 yıl gibi uzun bir süre garanti vermeleri ayrıca sizi düşündürüyor.
En başarılı sektör otomotiv
Şirket müzeciliğinin önemini, yaptığımız işin ne kadar kıymetli olduğunu işte bu turlarla anlıyorum aslında. Türkiye’de Koç Holding, Sabancı Grubu gibi devlerin üstlendiği bu görev toplumların bilinci kadar tarihinin de önemli bir göstergesi. Eşim Ebru Turhan’ın “Başarıyı Geleceğe Taşımak İçin Köklere Yolculuk / Müze ve Koleksiyon” adlı kitabında bahsettiği markalaşma ve sürdürülebilir başarıda müzelerin önemi daha da hissediliyor. Eserde -benim için de en başarılı örnekler olan- yer alan bilgilerde otomotiv sektörünün dinamoları olan MAN, Porsche, Mercedes, BMW karşımıza çıkıyor. Bu firmaları ve markaları etkin ve güçlü kılan ise aldıkları yolu özetleyen saatlerimizi keyifle tüketeceğimiz müzelerdeki zaman. Çoğu tasarım harikası olan bu müzelerde sergilenen araçlar, hem teknolojideki gelişimi gösteriyor hem de yaşadığımız hayatları özetliyor bizlere.
Benim dikkatimi çeken ise hem Heineken hem de Philips’in müzelerinin yarattığı turizmdi ayrıca. Bir şehrin kültürünü ve karakterini bu müzelerin belirlediğini düşünüyorum. Neredeyse ortalama bir arkeoloji müzesi kadar misafir ağırlayan bu müzeler, kuruldukları kentler için de önemli bir gelir kaynağı.
Asırlık sınırını aşmış onlarca şirketimiz olmasına rağmen Türkiye’de bir elin parmağını geçmeyecek şirket müzesi var. Çoğu da yaşadıkları süreçleri, atladıkları çağları değil sahip oldukları eserleri, araçları ve ekipmanları sergiliyor. İşte bu noktada da “neden markalaşamadığımız” sorusundaki eksik parçayı arıyoruz.
İşte bu noktada; en başta bahsettiğim Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi adlı eserindeki bir başka sözü akla geliyor: “Müzeler; gezmek için değil, hissetmek ve yaşamak içindir…