Can Yücel; “insan, prangaları kadar ağır, kanatları kadar hafiftir” der. Sadece insan değil, ekonomi için de geçerli… Türkiye’de işini doğru dürüst yapan, nitelikli merakıyla sürdürülebilir gayretini birleştirip değer üretenler “iyi ki var” var diyorum. Ta ki gözüm makroekonomik verilere ilişene dek.
Dün, Torunlar GYO’nun 25’inci yıl etkinliklerinde yüzlerce perakendeciyle birlikteydik. Alışveriş merkezi yatırım ve yönetim alanındaki çeyrek yüzyıllık tecrübe ile geldiğimiz noktada; geçmişin kilometre taşlarını anlatan Aziz Torun, geleceğe ufuk çizerken ülkenin güçlü kaslarına işaret etti.
MUCİZELERİ KÂBUSA DÖNÜŞTÜRMEK
Perakendede dünya markası çıkaracak düzeye gelmiş olmamıza rağmen “neden şimdi ülke hala bu halde?” diye sorgulayıp durdum. Makroekonomik veriler perakendenin ayağına pranga olmakla kalmamış sektörün havalanmasına da mani olmuş. Gel de Can Yücel’e hak verme diyor insan…
Aslında ülkede üretime dair hangi alana gitsem, benzer manzarayı görüyorum. Hele ki organize sanayi bölgelerinde, ileri teknolojiden kritik malzeme üretimine dek pek çok alanda mucizeler inşa etmişiz. Ancak söz gelip faiz, döviz, enflasyon, cari açığa dayanınca mucizeler kâbusa dönüşebiliyor.
İKİ SORU İKİ CEVAP / Stratejiye dair…
Temel sorun nerede?
Şu anda siyaset, ekonominin önüne geçmekle kalmamış, hızını kestiği gibi ilave yük getirmiş. Vekili, lideri, bakanı, bakmayanı, partilisiyle 5 bin civarında bir siyaset cemaati var ki sağcısından solcusuna dek tek dertleri “yeniden seçilmek.” Halk, üretici, perakendeci, sanayici filan umurlarında olmadan…
Makroekonomi düzelir mi?
Ülkeyi kendi haline bıraksan; üretecek ve ürettiğini satarak ülkeye döviz, ekonomiye istikrar kazandıracak. Fakat sorun şu ki ekonomi yönetimi siyasetin matematiksizliğine mahküm edilmiş ve değerleri ziyan etme noktasına gelinmiş. Zihin yapısı değişmeden iktidar değişse de çare değildir.
not/PERAKENDE SEKTÖRÜMÜZÜN YARIM ASIRLIK SERENCAMI
Aziz Torun; perakende sektörünün seçkin üyelerine hitap ederken, yarım asırlık gelişimi, safhalara bölerek anlatıyordu konuklarına… Bu süreçte ekonominin kat ettiği merhaleleri de hatırlatıyor ve sürdürülebilirlik sağlanabildiği takdirde yöresel başarının nasıl küresel gurura döneceğini söylüyordu.
1970-1980 arası; yok satma dönemi. Her ne varsa tezgâha koy ve anında satılsın çağı… 1980-1990 arası; istersen al dönemi… Para gören ceplere hitap edildiği zamanlar… 1990-2000 arası; satmak için bir şeyler yapma dönemi. 2000-2010 arası; müşteri odaklılık dönemi, AVM patlamasına hoş geldiniz.
2010-2020 arası; sınır ötesi perakendecilik dönemi. Yabancı markalarla mücadele ve bu süreçte daha karmaşık alanlara hâkimiyet, küresel tecrübe devşirilmesi… 2020-2024 sonrası; zaman ötesi mağazacılık çağı. Online ticaretin tüm rekabeti dönüştürdüğü, şekillendirdiği yeni fırsatlar…
Peki, süreç bitti mi? Ne gezer… Rekabet şartları değişiyor, tüketici davranışları değişiyor, mevcut ezberler kullanışsız hale geliyor… Tüm bunlar tartışılırken aklımda kalan şu oluyor; Türkiye, perakendecilik evreninde altın başarılara imza atmış, örnek alınası tecrübeler edinivermiş.
Ancak her şeyi yabancıdan, batıdan beklemek yerine, onlarca yıl ardından imbiklenmiş bu tecrübeyi daha verimli hale getirmek için makroekonomik verileri düzeltmek ve bozanlardan kurtulmak şart.