Daha 2013 yılında makine sanayisinde yüzde 36.6 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı mevcut tesislerin yeniden yapılanması ve kurulan yeni fabrikalar sayesinde sonraki dokuz yıl boyunca yükselişini sürdürdü ve 2021 sonunda yüzde 60.2 oldu.
Esasında makine sanayisi böyle bir başarılı performansa önceki on yıllarda ulaşabilir, Türkiye’nin bir “teknoloji ülkesi” olmasına önemli katkılar yapabilirdi. Ne var ki bu sanayi dalının atılımları ta 1840’lı yıllardan bu yana hep engellerle karşılaştı. Her atılım döneminin ardından bir engel, bir ihmal veya bir aksilik geldi. Sanayi için lokomotif görevini üstlenen bu dinamik sektörün engellenmesi diğer sanayi dallarının gelişme potansiyelini de olumsuz etkiledi.
Makineciler aşağıda kısaca ele alınan engellerle karşılaşmasa Türkiye de makine ihracatı, ithalatın çok üstüne çıkabilirdi:
- Makine ithalinde çok uzun süreli vergi bağışıklığı: Geçmiş on yıllarda her hükümetin, her teşvik paketine koyduğu makine ithalindeki gümrük vergisi bağışıklığı ve benzeri destekler “bebek sanayi” aşamasında bulunan ve korunması gereken makine üretimini gelişmiş ülkelerin acımasız devleri ile karşı karşıya bıraktı. Üç-dört yıl süreyle uygulanması gereken bağışıklığın 15 yıl yürürlükte kalması makine sanayisinin atılım yapmasına bir türlü imkân vermedi. Bir teşvik paketinin yürürlük süresi dolmadan yenisi çıkarıldı. Bu adaletsiz rekabet nedeniyle makine ve ulaştırma araçları sektöründe ihracatın ithalatı karşılama oranı 1970 yılında yüzde 0.63’e (binde 6.3) kadar gerilemişti.
Makine İhracatçıları Birliği Başkanı Kutlu Karavelioğlu’nun gazetenizin Ankara Temsilcisi Maruf Buzcugil’e ve Ankara Haber Müdürü Hüseyin Gökçe’ye verdiği bilgiye göre girişimciler, 2020 ile 2021 yıllarındaki tüm teşvik belgelerinde toplam yatırım maliyetinin yaklaşık yüzde 44’ü değerinde ithal makineye ihtiyaç duyduklarını belirtiyordu.
- “Biz yapamayız” kompleksi: Bir zamanlar bazı kamu kurumlarının yöneticilerinde Türkiye’de kaliteli makineler üretilemeyeceği ön yargısı yerleşmişti. Makinecilerin öncülerinden Selahattin Şanbaşoğlu’nun anlattığına göre geçen yüzyılın 30’lu yıllarında kurulan Kırıkkale Çelik Fabrikası, ürettiği rayları Devlet Demiryolları’na satamamıştı. Nafia (Bayındırlık) Bakanı Ali Çetinkaya’nın devreye girmesi sonrasında yerli raylar kalite kontrolü için İsviçre’ye gönderilmiş, incelemeler sonunda yerli rayların ithal mallarından daha kaliteli olduğu anlaşılmıştı. Bu tür önyargılar nedeniyle tünel kazmakta kullanılan ve adına “köstebek” denen makinelerin yerli üretimi ancak 2017 yılında mümkün olabilmişti.
- İthal malı merakı: Bazı kamu kurumları ve belediyeler son yıllara kadar makine ve teçhizat alımları için verdikleri ilânlara “İthal malı tercih edilir” cümlesini koymaktan çekinmiyorlardı. Tekstil ve konfeksiyon alanında yatırım yapacak bir bölüm girişimci ise ihtiyaç duyduğu makinenin ülke içinde üretilip üretilmediğini araştırmadan Milano’daki sektör fuarına koşuyor ve fabrikasını ithal malı makineler ve teçhizat ile donatıyordu.
- Devletin sanayiden çekilmesi: 1980 sonrasında ve ekonomide neoliberal anlayışın egemen olduğu dönemde devlet, makine ve ağır sanayi yatırımlarına öncelik vermedi. Mevcut tesisler de özelleştirildi. Özel sektör girişimcilerinin çoğunluğu yüksek tutarda sermaye ve kalifiye işgücü gerektiren makine yatırımları yerine tüketim malı üretimine yöneldi. Oysa Güney Kore, Çin ve Malezya gibi ülkelerde devletler, makine sanayisinin kurulmasını aktif bir şekilde destekledi. ABD, İngiltere ve Almanya gibi ülkelerde bile devletler temel bilimler ve ileri teknoloji alanlarında enstitüler kurarak özel sektör girişimcilerine kılavuzluk etmişti.
- İnşaat sektörüne tanınan “aşırı” öncelik: 80’li yıllardaki Turgut Özal hükümetleri döneminde, makine ve elektronik sanayilerinde devlet eli ile büyük çaplı entegre tesisler kurmak yerine inşaat ve finans sektörlerine öncelik verildi. Yeni yüzyıldaki AKP hükümetleri ise bu tutumu inşaat ve altyapı yatırımlarına ağırlık vererek sürdürdü. Bu süreçte gayrisafi sabit sermaye yatırımlarının iki alanından biri olan inşaata ayrılan kaynakların artması, diğer alan olan makine ve teçhizat için harcanacak kaynakların azalması ile sonuçlandı. Ekonomiyi canlandırmak amacıyla inşaata ancak geçici bir süre öncelik verilmesi gerekirken, “inşaata dayalı büyüme” modelinin on yıllar boyu uygulanması hem makine- teçhizat sektöründe, hem de elektronik sanayisinde yatırım eğilimini zayıflatmıştı.
- İthalat ihtiyacının tekrar artması: Son dönemde makinelerin performansını yükseltmek için her yıl daha fazla elektronik ekipmanın kullanılması gerekli oldu. Ancak Türkiye’de yarıiletken ve benzeri elektronik malzemenin büyük bölümü ithal edildiği, döviz kurları da sürekli olarak arttığı için yeni nesil makinelerin maliyetleri yükseldi. Elektronik sanayisinde yerli üretimin yetersiz kalması ve ihracatın ithalatı karşılama oranının yüzde 20 dolayında bulunması örneğin bilgisayar nümerik kontrol (CNC) sistemi ile çalışan takım tezgâhlarını üretenlerin ve benzeri altsektörlerin rekabet gücünü zayıflattı. Bu konudaki sıkıntıyı babadan makineci olan Bursalı girişimci Ahmet Erkayan, gazetemizin yazarı Rüştü Bozkurt’a şöyle anlatmıştı: "Daha önce yüzde 70’e yakın yerli olan makinelerimizde ithal ürünlerin oranı artıyor. Teknolojideki ileri düzeydeki gelişmeler sizi ithal parçalara zorluyor. Ülke içinde malınızı satmak için kullanmanız gereken bazı ara malların üretilememesi sizi dışarıdan almaya zorluyor. Bağımlılığınız hızla artıyor.”
- Yabancı şirketlerin haksız rekabeti: Gelişmiş ülkelerdeki makine üreticilerinin Türkiye ve diğer gelişen ülkelerdeki makinecilerin güçlenmesini önlemek için aldıkları önlemler de sektörün gelişmesini engelliyor. Bağlantı kurulan yabancı şirketler kendi teknolojik bilgilerini kıskançlıkla korurken, yerli şirketin tüm bilgilerini ve üretim sırlarını öğrenmek istiyor. Bu eşitsiz ilişkinin ortaya çıkardığı risk, yerli makine şirketlerini zor durumda bırakıyor.
■ Makine sanayisinde atılım için alınması gerekli önlemler
Makine sektöründe performans göstergelerinin önemli bir bölümü son yıllarda olumlu yönde ilerliyor:
- Dünya makine üretimi içinde Türkiye’nin payı yüzde 1.0’e ulaştı.
- Sektörün ithalata bağımlılığı yüzde 34.0 ile gelişmiş Avrupa ülkeleri ile aynı düzeyde bulunuyor.
- Yerli katma değer oranı yüzde 76.7 olarak hesaplanıyor.
- Sektör üretiminin yüzde 60’ı ihraç ediliyor.
- Makine sektöründe araştırma geliştirme harcamalarının toplam gelire oranı, diğer sanayi sektörlerinden daha yüksek bir düzeye ulaşıyor.
Makine sektörünün sorunları ise şöyle sıralanıyor
Sektörün dünya makine ihracatı içindeki payı, nüfus payının altında bulunuyor. Dünyadaki ihracat payının en az yüzde 1.08’e yükseltilmesi hedeflenmeli.
- Sektördeki işyeri başına ortalama işçi sayısı 20 dolayında kalıyor. Çok sayıda işçi çalıştıran büyük işyeri sayısının azlığı, modernleştirme yatırımlarının yapılmasını ve ihracatın hızlı artışını zorlaştırıyor.
- Makine sanayisinin daha da gelişmesi için üretimde kullanılan elektronik girdilerin büyük bölümünün ithal edilmesi maliyeti yükseltiyor.
- Mevcut yatırım teşvik sistemi önceki on yıllarda olduğu gibi girişimciyi ithalata yönlendiriyor.
Atılım adımları
Aşağıdaki önlemlerin alınması sektöre yeni bir atılım ivmesi kazandırabilir:
■ 2030 Programı: Makine sanayisi için 2030 yılına kadar uygulanacak özel bir atılım programı hazırlanabilir. Bu sektördeki sağlanacak canlılık sanayileşmeye yeni bir hız kazandırabilir.
■ Odaklanma: Altsektörler ile önemli girdiler ve ürünler konusunda kapsamlı bir teknoloji öngörüsü yapıldıktan ve dünya ülkeleri ile kıyaslama (benchmarking) çalışması hazırlandıktan sonra bir odaklanma programı hazırlanabilir.
■ Yüzde 100’lük karşılama hedefi: Makine sanayisindeki atılım ivmesi yeni önlemlerle desteklendiğinde makine sektörü ihracatının ithalatı karşılama oranını yüzde sekiz yıl içinde yüzde 100’ün üstüne çıkarmak mümkün olabilir.
■ Devletin enstitü kurması: Devlet, sektörle ilgili olarak hem temel bilimler hem de teknoloji alanında araştırmalar yapmak üzere en kısa zamanda bir enstitü kurarak girişimcilere destek verebilir.. Enstitülerin sayısı üç yıl içinde beşe çıkarıldığında, inovasyon kapasitesi ve dış pazarlardaki rekabet gücü hızla yükselebilir.
■ Trendlerin izlenmesi: Yatırım kararı alınırken, makine yerine sistem ve tesis talebinin arttığı, ayrıca giderek daha küçük akıllı ve hassas cihazlara ihtiyaç duyulduğu dikkate alınmalıdır.
■ Yeni sınıflama: Devletin resmi belgelerinde makine sanayisi sektörlere göre sınıflandırılıyor. Bu sınıflandırmada gıda, tekstil ve diğer 22 sektördeki makineler yer alıyor. Medikal makineler, akustik makineler, bilgisayar denetimli nümerik takım tezgâhları ve benzeri yeni makine türlerini de kapsayan yeni bir sınıflandırma teşviklerin daha etkili dağıtımını sağlayabilir.
■ Elektronik sektörü ile işbirliği: Makinelerde elektronik cihaz ve sistemlerin giderek daha fazla kullanılması makine ile elektronik sektörlerinin daha sıkı bir işbirliği yapmasını zorunlu kılıyor, Bilgisayar destekli tasarım (CAD) ve bilgisayar destekli üretim (CAM) uygulamaları sayesinde bu işbirliğinde önemli aşamalara ulaşılıyor. Dijital dönüşümün gerçekleşmesi de iki sektörün bilgi alışverişinde bulunmasını gerektiriyor. Mekatronik sektörü bu iki sektörün işbirliği sayesinde gelişiyor.
■ Devletin “aktif” desteği: Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, çok sayıda altsektör, ürün grubu ve ürünlerin adının bulunduğu “çağrı” listeleri açıklayarak girişimcilerin başvurularını bekliyor. TÜBİTAK’ın uyguladığı destek sisteminde ise 1501 ile 1513 arasındaki sayılarla kodlandırılmış öncelikli sektörler bulunuyor. Ancak her iki sistemde de devlet tam anlamı ile aktif bir role sahip değil. Çok gerekli bir makine yatırımı, girişimcilerin söz konusu çağrıya ilgi göstermediklerinde hayata geçirilemiyor. Böylesi bir durumda devletin özel statülü teknoloji kamu iktisadi teşebbüsleri (KİT) kurarak özel sektöre öncülük etmesi sorunu çözebilir.
■ Yeni nesil teşvikler: İleri teknoloji kullanılarak maliyetlerin düşürülmesi ve ihracatın artırılması işyeri ölçeğinin büyütülmesi ile mümkün oluyor. Devletin gelişme potansiyeli olan altsektörleri ve şirketleri daha kapsamlı yeni nesil teşviklerle desteklemesi sektörde yapısal değişimin önünü açabilir. Ancak teşvikler, her 18 ay için belirlenen performans kriterlerine ulaşıldığı takdirde devam ettirilmelidir.
Başarının sırrı odaklanmada
Güney Kore’de ekonomi yönetimi 90’lı yıllarda ve 2000-2010 döneminde makine-teçhizat ve elektronik sektörlerinin tümünde atılım yapmak yerine belirli ürün gruplarına odaklanmayı kararlaştırdı. Öncelik verilen ürün grupları bilgisayar, TV cihazı, akıllı telefon ve çip üretimi oldu. Bu ürün gruplarında dünya standartlarında üretim ve ihracat başarısına ulaşıldı. Odaklanılan sektörlerde elde edilen sermaye birikimi ile makine sanayisinin diğer altsektörlerinde de ihracat ithalatın üstüne çıktı. Tüm sektörlerde eş anlı bir atılım yapılsaydı, altsektör başına düşen destek ve teşvikler düşük düzeylere gerileyecek üretimde dünya standartlarına ulaşmak bir hayal olarak kalacaktı.