Maden kenti Zonguldak’ta düzenlenen “Uluslararası Madencilik Sonrası Faaliyetler Sempozyumu”nda TOBB Madencilik Meclisi Başkanı İbrahim Halil Kırşan, EKONOMİ yazarı Rüştü Bozkurt'a NASIL sayfası için kapsamlı bir değerlendirme yaptı.
TOBB Türkiye Madencilik Meclisi’nin, sektörün ilgili tüm taraflarını bünyesine alan entegre yapısıyla madencilik alanında yer alan belli başlı sivil toplum kuruluşlarını, ilgili kamu kuruluşlarını ve sektörde faaliyet gösteren büyük ölçekli firmaları bünyesinde barındıran önemli bir platform olduğunu vurguladı.
Kamu ile özel sektörümüz arasında köprü kurma görevini kendisine misyon olarak belirlediğini, sektör meclisimiz kamu-özel sektör iş birliğinin geliştirilmesine öncülük ettiğini, vizyonuyla çalışmalarını yürütürken ülkemizin kanunla kurulmuş en büyük meslek üst kuruluşu olarak yapılandırılan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) gücünü de arkasına alarak hareket ettiğini ve sektörün çözüm bekleyen sorunlarına katkı yapmayı hedeflediklerini belirtti. Sempozyum vesilesiyle sektörün paydaşları ile bir araya gelmişken genel bir değerlendirme yapmak istediğinin altını çizdi. Kırşan’ın değerlendirmesini ilginize sunuyoruz.
TOBB Madencilik Meclisi Başkanı İbrahim Halil Kırşan pandemi sonrası meydana gelen jeopolitik riskler ve küresel iklim değişikliği, tedarik zincirinde yaşanan sorunlar, enerji ve emtia fiyatlarındaki yükseliş ve dalgalanmaların madenlerin stratejik önemini bir kez daha ortaya koyduğunu söyledi.
Pandemi sonrası dünyada baş döndüren gelişmeler, meydana gelen jeopolitik riskler ve küresel iklim değişikliği bağlamında birçok sektördeki paradigma değişikliği, tedarik zincirinde yaşanan sorunlar, enerji ve emtia fiyatlarındaki yükseliş ve dalgalanmalar yerli ve milli hammaddelerimiz olan madenlerin stratejik önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Tedarik zincirinin ilk halkası olan madenleri temin etmeden sanayide çarkların dönmesinin mümkün olmadığı içinden geçtiğimiz konjonktürde bir kez daha ortaya çıkmıştır. Öte yandan küresel iklim değişikliği bağlamında daha yaşanabilir bir dünya için temiz ve yeşil enerjiye geçişin konuşulduğu şu günlerde dünyada enerjide değişim ve dönüşüm için bazı madenlerin kritik bir rol oynayacağı ve bu madenlere daha fazla ihtiyaç duyulacağı tartışmadan uzak bir gerçekliktir. 18. Yüzyılda Avrupa’da başlayan birinci sanayi devriminde kömürün üretimiyle devrime yakıt olan madencilik sektörü, günümüzdeki sanayi devriminde de endüstriye sağladığı kritik minerallerle bu rolünü sürdürmeye devam etmektedir. Özellikle güneş panelleri, rüzgâr türbinleri, batarya teknolojileri ve elektrifikasyon teknolojilerinde temel olan minerallerin üretilmesi ve işlenmesi noktasında madencilik sektörünün stratejik bir önem taşıdığı bir gerçektir. ABD ve AB ülkeleri kritik mineralleri bir milli güvenlik meselesi olarak görmeye başlamış, bazı ülkelerde hammadde güvenliğini sağlamak üzere kaynak milliyetçiliği yaparak bazı madenlerin satışlarına sınırlama getirmeye çalışmaktadır. Yeşil enerjiye dönüşümde ihtiyaç duyulan bakır, silis, uranyum, alüminyum, lityum, nikel, kobalt, grafit, vanadyum ve benzeri minerallere olan talebin giderek artacağı beklenmektedir. İklim değişikliği ile artan çevresel kaygılar, madencilik sektöründe de etkilerini göstermektedir. Karbon emisyonlarının azaltılması politikaları çerçevesinde madenciliğin çevresel etkileri, kamuoyunda daha fazla tartışılır hale gelmiştir. Bölgesel ölçekte ise yerel unsurların tepkileri sektörde giderek yükselmektedir. Bu duruma güncel maden kazaları da eklendiğinde, madenciliğin çevresel, sosyal ve yönetişim etkileri giderek daha fazla dikkat çekmektedir. Madencilik sektörü, bu ve benzeri sosyal ve çevresel sorunları çözebilmek adına yerel halk ile entegrasyon ve doğaya saygılı daha çevreci üretim yapma noktasında adımlar atarak, madencilik faaliyetlerinde sorumlu madencilik ilkeleri çerçevesinde hareket ederek madencilikte yeni dönemin kodlarına uygun bir madencilik stratejisi ortaya koymaya çalışmaktadır.
Ülkemizin karmaşık jeolojik ve tektonik yapısı çok çeşitli maden yataklarının bulunmasına olanak sağlamıştır. İnsan ve toplum hayatında vazgeçilmez bir yer tutan madencilik sektörü, tarih boyunca gelişmiş ülkelerin sahip oldukları teknoloji ve refah düzeyine ulaşmalarında etkin rol oynayan faktörlerden olmuştur. Madencilik, özellikle sektörü ile birlikte toplumların hammadde ihtiyaçlarını sağlayan iki temel üretim alanından birisi konumundadır. Günümüzde dünyada yaklaşık 90 çeşit madenin üretimi yapılmaktayken ülkemizde 80’e yakın maden çeşidi bulunmakta ve 70 civarında maden türünde üretim yapılmaktadır. Başta endüstriyel ham maddeler olmak üzere, bazı metalik madenler, linyit ve jeotermal kaynaklar gibi enerji hammaddeleri açısından ülkemiz zengin bir konumdadır. Ülkelerin gelişmişlik seviyesi de o ülkedeki madencilik faaliyetinin yoğunluğu ve öz kaynaklarını değerlendirebilme kabiliyeti ile doğru orantılıdır. Dış ticaret açığının madencilik ve enerji kalemlerinden dolayı oluşan kısmının 100 milyar dolar mertebesinde olduğu bilinmektedir. Böylesine büyük doğal kaynak potansiyeli olan ülkemizde yıllık ortalama 800 milyon ton üretim ve yılda 6-6.5 milyar dolar civarında ihracat yapılmaktadır. Güncel ihtiyaçlar çerçevesinde madencilik sektörünü etkileyen mevzuata ilişkin bir çalışmanın yapılarak hem yatırım güvencesini ve hem de yatırım ortamını iyileştirecek bir çalışma ile görev yaptığım bu komisyonun öngördüğü UMREK KODU, ülkemizde madencilik faaliyetlerinin başından sonuna kadar sürdürülebilir bir madenciliği esas almakta ve uluslararası normlara uygun bir madencilik faaliyetini öngörmektedir. Bugün düzenlenmiş olan bu sempozyumun ruhuna uygun çevreyle dost, sürdürülebilir bir madencilik faaliyeti, ülkemiz madencilerinin UMREK KODUNA daha fazla önem vermesi ile mümkün olabilecektir, Ülkemiz sanayisinin can damarı niteliğinde önemli sektörlerinden biri olan ülkemiz madencilik sektörünün nihai aşaması sayılan rehabilitasyon faaliyetlerinden olan peyzaj, arazi değerlendirme, endüstriyel miras, atık yönetimi ve sosyo-ekonomik konuların konuşulacağı bu sempozyumun ülkemiz madencilik sektörü için hayırlı sonuçlar üretmesini dilerim.”
Toprakların yeraltı zenginliği de yerüstü kadar çeşitlidir; var olmanın yanında varlıklı olmanın da araçlarıdır: Yeraltı suları, kaya gazı, petrol, sayıları 90’ı aşan madenleri zenginliğe dönüştürülebilme bir toplumsal hüner işidir. Madenlerimizin, elimizin menzilindeki değerli varlıklar olduğu bilincini kazanmadan ve çoğaltmadan toplumumuz için sağlam bir gelecek inşa edemeyiz.
Kalkınma ekonomistlerinin paylaştıkları bir genellemeyi anımsatacağım: “Bir ülkenin yurttaşları, ellerinin menzilindeki kaynakları etkin ve verimli kullanamıyorlarsa, dışardan gelecek kaynakları da etkin değerlendiremezler.” Bu konuda iki ilginç örnek var… Kolay ve ucuz kaynak kullanmada Hollanda’nın kuzey petrolü çıkarılmasından önceki ve sonraki etkinlik ve verimlilik düzeyi. “Hollanda sendromu” literatürüne geçmiştir. Yunanistan’ın durumunu sanırım hepiniz biliyorsunuz. AB fonlarını çarçur etmiş ve batağa saplanmıştır. Petrol zengini Ortadoğu ülkelerinin israfı yıllar sürmüş, gelir eşitsizliği aşılamamıştır. Yüzyılı aşan bir zaman sonra “petrol sonrası ekonomi bilinci” yerli yerine oturmaya başlamıştır. Elimizin menzilindeki en önemli varlığımız topraklarımızdır. Toprakların yerüstü zenginliği ormanlar, bitki örtüsü, börtü-böceği, gıda ürünleri üretimi, ekolojide var olan bütün varlıklarıdır. Bu varlıklar, biz insanların da var olabilmesinin gerek şartıdır. Toprakların yeraltı zenginliği de yerüstü kadar çeşitlidir; var olmanın yanında varlıklı olmanın da araçlarıdır: Yeraltı suları, kaya gazı, petrol, sayıları 90’ı aşan madenleri zenginliğe dönüştürülebilme bir toplumsal hüner işidir. Madenlerimizin, elimizin menzilindeki değerli varlıklar olduğu bilincini kazanmadan ve çoğaltmadan toplumumuz için sağlam bir gelecek inşa edemeyiz.
Sorgulamadan eleştirel akla kalkanlarımızı kaldırarak engel oluşturmamalıyız. “Türkiye fakir madenler bakımından zengin ülkedir” diyenlerin ne demek istediklerini alıcı bir ruhla anlamaya çalışmalıyız. Madencilik konusunda pragmatist ve popülist yaklaşımların tuzaklarına düşmemek için sektörde iletişimietkileşimin bütün ayrıntılarını bütünsel bir yaklaşımla ele almalıyız.
X Birincisi, “yeraltı aramalarını” yapılan sondaj çalışmalarını, ülke yüzölçümüne bölerek bulunan ölçüye göre değerlendirmeliyiz. Ortalama sondajların kaç metre olduğunu, başka ülkelerin bu alanda nerede bulunduklarını bilerek yola çıkmalıyız. Elimizin menzilinde, sağlıklı sondaj verileri olmalı… Maden yataklarının özellikleri ve işletilebilme konusunda ilgili kurumların verdikleri bilgilerin güvenilirliği, banka sistemlerinde geçerli olmaları, verilen bilgilerin sapmalarına karşı bilgi veren kurumların hesap verebilir olması gerekir.
X İkincisi, maden işletme izin sisteminin gözden geçirilmesi, bu sistemin işletmeye ve özellikle de uzun dönemli yatırımların yapılmasına etkileri enine boyuna sorgulanmalı. Çok değişik kamu kurumlarından alınan ruhsatların tek bir otoriteye bağlanması, ortaya çıkabilecek sorunların çözümünde yasal güvence gelişmenin itici gücü olacaktır. O zaman Orman Genel Müdürlüğü, köy geçişleri, pasaların değerlendirilmesi, açık işletmecilik sorunları, galeri işletmeciliğinin sorunları, finansmana erişilebilirlik, enerji ve su gereksinimleri, teknik personel ve mühendis sorunlarında siyasi irade, bürokrasi, madenci, madenci STK’ları sorunlarına hızlı çözüm bulabilir.
X Üçüncüsü, madencilikte yapılan uygulamaların geribildirimle açık ortamlarda sorgulanması aşamasına geçmeliyiz. Yasa ve yönetmeliklere ne ölçüde uyulduğu, bizdeki düzenlemelerle rakip ülke düzenlemeleri arasındaki farklar, rakiplerin açık ve gizli destekleriyle yarattıkları “haksız rekabet”, ülke içinde kâr odaklı değerlendirme ile fayda/maliyet odaklı değerlendirmelerin gerekçelerini daha sağlıklı bilgilerle değerlendirir; kaynaklarımızı daha iyi koordine edebilir ve uygun alanlara odaklanarak olumlu sonuçlar üretebiliriz.
X Dördüncüsü, net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma için işlerliği olan bir dinamik madencilik ana planı yapılması; Ülke ölçeğinde madencilik stratejisinin netleştirilerek paylaşılması gerekir. Katılımcı, kapsayıcı ve sürekli yenilenen madencilik planı, madencilik alanında etkin kaynak kullanmanın olmazsa olmazıdır,
X Beşincisi, gözetim ve denetim disiplinidir. Madencilikle ilgili aldığımız kararları, yürürlüğe koyduğumuz yasal düzenlemeleri, uygulamaları, planlanan ile uygulanan arasındaki sapmaları gerekçeleriyle anlatan mekanizmalar işletilmezse, madencilik sorunlarını durmadan konuşur, tartışırız, istediğimiz sonucu alamayız.
Diğer üretim alanlarında olduğu gibi madencilikte de hiç kimse “mutlak doğrunun sahibi” değildir; olamaz da. Düşüncelerimizin, saptamalarımızın ve genellemelerimizin eksikleri vardır; yanlışlar olacaktır. Gerekçeli sorgulamalarla eksikleri tamamlayarak, yanlışları düzelterek bilgimizi artırabilir; sağlıklı gelecek inşasına katkı yapabiliriz. Bütün dünyada birçok üretim alanlarında olduğu gibi madencilikte de “değişen paradigmayı” iyi kavramalıyız: Jeoistratejik ve politik gelişmelerin etkilerini yakından izlemeliyiz. Hükümet kararlarının olası etkilerini günü gününe takip etmeliyiz. Demografik değişmelerin ve işgücü hareketlerinin madenciliğe etkilerinin ne olabileceğine ilişkin bilgimiz ve fikrimiz olmalı. Geleneklerimizin koyucu ve geliştirici yönü kadar tutucu özelliklerini de sorgulama özgüvenine sahip olmalıyız. Teknolojik gelişmelerin olası etkileri konusunda da ciddi istihbarat ihtiyacımızın olduğunu unutmamalıyız.