Ne çektik bu “logo-slogan” işinden! Bu güne kadar ne paralar harcadık, ne kadar zaman yitirdik, hesabını bile yapmak zor. Elde ne var? Hiç. Kendini tatmin eden yerel yöneticiler dışında. Eski logonun, sloganın nesi vardı? O yüzden ziyaretçi mi gelmiyordu? Yatırımcı mı gelmiyordu? Yoksa fikir ve kabiliyet sahibi insanlar logoyu, sloganı beğenmedikleri için şehrinize yerleşmekten vaz mı geçiyordu?
İş yapmış görünmek dışında başkaca hiçbir faydası olmayan bu gereksiz uğraşa milyon dolarlar harcadı bu ülke. O kaynaklarla belki şehirlerinde ziyaret nedeni olabilecek bir yaratıcı fikir hayata geçirilebilirdi. Siz hiç “ Prag’ın logosunu beğenmedim, Viyana’nınki daha güzel ben oraya gitmek istiyorum” diyen bir turist gördünüz mü? Duydunuz mu? İstanbul’un logosu hangisi? Antalya’nın logosunu hatırlayan turist var mıdır? İzmir, logosunu 2012 yılında bugünkü parayla yaklaşık bir milyon liraya değiştirdi, nazar boncuğu yaptı. Hem de yatırım ajansının teşebbüsüyle. İzmirlilere logolarını soruyorum “Saat Kulesi” diyorlar. Hiç unutmam aynı yıllarda Doğu Marmara Kalkınma Ajansı bir kampanya başlattı: “Logonu, Sloganını Bul Şehrini Marka Yap!” Bir şehrin markalaşması bu kadar kolay mı? Üstelik bunu bir kalkınma ajansı yapıyor. Bir de aşırı dozda taklitçilik var. Meşhur, “ i love New York” ve “i am amsterdam” logosu kimbilir kaç şehrimiz tarafından kaç kez taklit edildi. Bu logoların sadece turist çekmek için yapıldığını zanneden eksik bilgili kişiler yerel yöneticileri ikna ederek yanlış yönlendirdiler. Ben bu logoların gerçek hikâyesini sizlere anlatayım:
70’li yılların başında New York şehri ciddi bir finansal krizin içerisindedir. Sanayi kollarının hızla yok olması ve varoşlaşma şehirde yoksulluğu artırmış, grevler, ırkçı gösteriler, şiddet olayları, sınıf farkları bu krizi daha da derinleştirmişti. Her gün aynı sorunlarla yaşamaktan bıkan şehir sakinlerini bir şekilde harekete geçirmek gerekiyordu: “Burası benim şehrim ve onu geri kazanmakta kararlıyım; New York’u seviyorum!”.
Ford fabrikasının kapanmasından sonra Amsterdam, artan işsizlik, artan suç oranı gibi önemli sorunlarla karşı karşıya kalır. Şehir kan kaybetmeye başlar.1983 yılında göreve gelen sosyal demokrat belediye başkanı Van Thijn şehrin ileri gelenlerini toplar ve şehrin geleceğini tartışmaya başlarlar. Eski zihniyette kamu görevlileri yerine özel sektör tecrübesi olan dinamik, yaratıcı kişiler göreve getirilir, köhneleşmeye başlayan kanal boyu binalarda ofis alanları ve turistik mekânlar oluşturulur. Bu bağlamda şehir sakinlerini de motive etmek üzere bir kampanya başlatılır: “Sıra sende. Trafik sorunundan, uyuşturucudan ve işlenen suç oranından şikâyet yok. Her Amsterdamlı bu şehrin elçisi olacak. Şehrin senin için ne yapabileceğini değil, senin şehir için ne yapabileceğini sorgula. Ben Amsterdamım; i am Amsterdam”. Şehirlinin aidiyet duygusunu arttırmak için başlatılan bu kampanyalar zamanla geniş kitleler tarafından benimsendi ve turistik amaçlı kullanılmaya başlandı.
Logo ve sloganlara vakit ve nakit harcamaya artık bir son verelim. Her yeni göreve gelen belediye başkanının işi bu olmamalı. Pandemi süresince belediyelerimiz şehrin az gelirli sakinlerine yardımcı olmakta yarış halindeydi. Güzel şeyler bunlar. Ancak pandemiler kalıcı değil. Dünya tarihi nicelerinin yaşandığını ve geçip gittiğini yazıyor. Önemli olan şehirlerin gelir elde etmesi ve artan gelir ile sıkıntı çeken nüfusun mutluğunun sağlanması. Bunun için şehirlerin ziyaretçi sayı ve gelirini artırması, yeni ve gelecek sağlayacak yatırımları cezbetmesi gerekecektir. Başka çaresi yok.
Haftanın Logosu: Oslo, Norveç
Norveç’in başşehri Oslo 2019 yılında bir karar verdi ve yerel yönetime bağlı 200’e yakın kurumun kullandığı farklı farklı logoları tek bir logo altında topladı ve böylece yılda 5 milyon dolar tasarruf edeceğini duyurdu.
Çok eski dönemlerden beri şehrin simgesi olarak şehri koruduğuna inanılan Aziz Halvard kullanılmaktaydı. Yeni logo o simgenin sadeleştirilmiş hali oldu ve yerel yönetime bağlı tüm kurumlar bu logoyu kullanmaya başladı.