Liralaşma

Uğurcan ÖZSES

Ekonomist

‘Liralaşma’ ülkemizde dolarizasyon diye anılan, Türk Lirası yerine dövizin tercih edilmesine neden olan sistemin terk edilerek, tekrar yerel para birimimize geçilmesini esas alan politikayı ifade eder. Hiç şüphesiz bu geri dönüşümün mümkün olabilmesi ekonomide gerekli koşulların sağlanmasına bağlıdır. Konunun analizine girmeden önce, dolarizasyonun bu safhaya gelmesinin nedenlerini anımsamak yerinde olacaktır.

Tarihi süreçte malların değişimini kolaylaştırmak için kullanıma giren para adı altındaki çeşitli araçlar, bu gün yerlerini devletlerin kontrolünde basılan kâğıt ve metal nesnelere bırakmıştır. Para kullanımının en önemli fonksiyonu mal ve hizmetin kolaylıkla değişimini sağlaması olmuştur. Bu fonksiyonu yerine getirmek içinde ‘hesap birimi’ olma özelliğini taşır hale gelen para, eski çağlardaki malların üslendiği ‘değer saklama’ gibi, diğer bir fonksiyonu da yerine getirme görevini üstlenmiştir.

Bu durumda, ülke paralarının bu fonksiyonlarını ifa edebilmelerinin en önemli şartı olan 'değişmeyen, istikrarlı hesap birimi' olma özelliklerinin, üstüne titrercesine korunmaları gerekir. Bu özelliğin bozulmasının baş nedeni olan enflasyon dolayısıyla ‘paranın hesap birimi’ olma özelliğinin kaybedilmesi halinde, çok menfi ekonomik sonuçlar doğacaktır.

1989 öncesi ülkemize olduğu gibi kambiyo rejiminin serbest olmadığı kapalı ekonomilerde, kişiler değer saklama aracı olarak başta gayrimenkuller olmak üzere mal satın alma yoluna gideceklerdir. Buna karşın kambiyo rejiminin ülkemizin mevcut durumunda olduğu gibi serbest hale geldiği ülkelerde, çeşitli ülke paraları yurt içinde serbestçe dolaşıma girerek yerli para biriminin tüm fonksiyonlarını karşılayan alternatif para olma özelliğine kavuşacaklardır. Doğal olarak, yerel para biriminin 'değişmeyen hesap birimi' olma özelliğini kaybetmesi halinde, en istikrarlı ve dünya piyasalarında geçerli yabancı paralar değişim ve değer saklama aracı haline gelecek ve dolarizasyon gerçekleşmiş olacaktır.

Sonuç olarak 'Thiers yasası'na uygun biçimde iyi para, fonksiyonlarını yitiren kötü parayı kovmakta ve tahtına kurulmaktadır. Dolarizasyon tamamen enflasyonun doğal bir sonucu olduğuna göre, analitik bir yaklaşımla olay dönüp dolaşıp arzın üzerinde oluşan talep seviyesi nedeniyle bozulan ekonomik dengeye dayanmaktadır.

Bu dengenin tekrar kurulabilmesi, teknik olarak sıkı maliye ve para politikası yanında ülkemizde olduğu gibi yurt dışından, büyük ölçüde kısa vadeli yancı sermayeye dayanan borçlanmayla da sağlanabilir. Bu borçlanma yoluyla elde edilen dövizler mal ithalinde kullanılarak YİGSH’yı aşan talebin karşılanması ile mümkündür. Ülkemizde 2003 yılında itibaren borçlanmayla enflasyonu düşürmek için ekonomiyi 10 yıldan fazla baskı altına alan sistem, arkasında 450 milyar doları bulan döviz borçları bırakarak başladığı noktaya dönmüştür. Bu nedenle daha fazla sürdürülmesi mümkün olmadığı anlaşılarak, geçte olsa bu yüksek faiz düşük kur modeli terkedilerek, düşük faiz yüksek kur sistemine geçildiği görülmektedir. Böylece borçlanma yerini yüksek katma değerli mallar ve turizm hizmetleri ihraç edilerek gerekli fonların sağlanması modeline bırakmıştır. Ancak yeni modele geçişin zamana ihtiyacı vardır. Bu nedenle bir yandan tüketimi kısıp tasarruf ederek ithalat için harcanan döviz miktarını azaltmak, diğer yandan da mümkün olan en kısa zamanda mal ve hizmet ihracatını artırıp, arz ve talebi dengelemek gerekmektedir.

Liralaşma politikasının başta gelen hedeflerinden birisinin üretimde katma değerin arttırılması olduğu açıktır. Nihai mallar üretim sürecinin her aşamasında bünyesine aldığı bu ithal ürünler nedeniyle çok karmaşık bir yapı oluşturur. Söz gelimi değerli TL, ucuz döviz nedeniyle yan sanayi tarafından otomobilin çok önemli bir parçası Çin’den ithal edilip, sadece şirket damgası vurularak yerli ürün gibi pazarlanabilmektedir. Sahada bizzat gözlenebilecek bu durum, katma değer hesaplamalarında ya hiç dikkate alınamamakta ya da eksik biçimde alınmaktadır. Çoğunlukla yurt içinden temin edilen ithal kaynaklı ara mallar yerli olarak nitelendirilmektedir.

Gelinen bu noktada nihai ürünler içindeki kura bağımlı ithal mallarının artan ağırlığı, rekabet gücünü kazanmak için artırılan kurun büyük ölçüde enflasyona yansımasına neden olmaktadır. Dolayısıyla yıllardır uygulanan yanlış ekonomi politikaları sonucu oluşan bu yansıma, sebep değil sonuçtur. Bu nedenle rekabetçi olması için kurun arttırılmasına, kur geçirgenliğinin yaratacağı enflasyon gerekçe gösterilerek karşı çıkılmasının haklı bir yanı olamaz. Sıcak paraya dayanan sistemin sürdürülemez sonuçlarının bedeli olan kur geçirgenliğinin, sürdürülebilir doğru çözüme kavuşturulması, yapısal reform diye ağızlara sakız edilen soyut yaklaşımın en önemli dönüşüm noktasıdır. Doğal olarak da belli dönem katlanılması gereken maliyeti vardır.

Bu politikanın uygulanmasında en büyük bir handikapta liralaşmaya geçişte oluşacak dövize karşı spekülatif, yani para kazanma amacına yönelik ataklardır. Ancak, katma değeri yüksek ürünlerin ihracının sağlanması ve ithal mallara yönelik iç tüketim seviyesinin kontrol altına alınabilmesi için, döviz kurunun rekabetçi seviyeye taşınması da kaçınılmazdır. Ancak, kur ayarlamaları sırasında oluşacak spekülatif kur artışları gereksiz yere da

ithal edilen ara mallarla imal edilen ürünlere yansıyacak ve fiyatların maksadını aşan bir şekilde şişmesini yol açacaktır

'Kur korumalı mevduat' bu yönüyle dövizdeki suni olarak oluşan spekülatif amaçlı talebi önlediği gibi, dövizin değer koruma ya yönelik fonksiyonunu da şimdilik faiz geliri yanında kur garantisi verilmek suretiyle sağlamış görülmektedir. Bu aşamadan itibaren bütçenin kur garantili mevduat hesaplarındaki yükselen kur ile oluşabilecek ilave yükten korunması ve bu durumun enflasyona olan menfi etkisinin önlenmesi gerekmektedir. Bunun için, belirli bir süre içinde olsa mevcut kur seviyesinin muhafaza edilmesi gerekeceği açıktır. Bu durum, artan enflasyon, istikrarlı olması gereken kur ve rekabetçi kur seviyesinin sürdürülmesi arasında denge oluşturmak gibi çok zor bir sürece işaret eder. Dövizin istikrarlı hale getirilememesi kur korumalı mevduat hesapları dâhil bütçenin artan yüküyle enflasyon üzerinde baskı yaratırken, enflasyona rağmen değişmeyerek istikrarlı kalan döviz kuru da azalan rekabet gücünü tekrar sorgulanır hale getirecektir. Bu husus bıçak sırtı bir politika uygulanmasını gerektirecektir.

20 yıldır uygulanan yüksek faiz, düşük kur politikası nedeniyle kurda kaybedilen rekabet şansının kısmen de olsa arttırılabilmesi, başta emek olmak üzere üretim unsurlarının fiyatlarının ucuz tutulmasıyla sağlanmaya çalışılmıştır. Yeni modelde rekabetçi döviz kuru ile bu ihtiyaç ortadan kalkacaktır. Ürünler görece ucuz fiyatlarla ihraç edilse dahi hanelerde çalışan işgücü sayılarını, yani istihdamı artıracağı ve her haneye artan istihdam ile daha çok aş gireceği için sosyal adalete hizmet edecektir.

Ancak ilk aşamada, kazanılan rekabet gücüyle mevcut GSYİH nın bir kısmının hızla ihraç edilmesi gerekmektedir. Böylece önü kesilen dış borçlanmanın boşluğunun doldurulmasına ve MB’nin zayıflayan rezervlerinin güçlendirilmesine çalışılacaktır. Bu durumun ülke çapında oluşan maliyeti, kaçınılmaz olarak özel destek verilmesi gereği yerine getirilse de alt gelir grupları dâhil olmak üzere toplumun tamamı tarafından bölüşülecektir. Ancak, başarılırsa, borçla değil artan ihracatla sağlanan gelirlerle, gerçek manada alın terine dayanan büyüme ve daha adil gelir dağılımı sağlanabilecektir. Ülkede borç yiyerek değil, gerçek büyüme ile cazip hale gelecek ücretlerle, başta tarım sektöründeki gizli işsizlerin, ücret seviyesini yeterli bulmayanların ve kadın nüfusunun da istihdama katılmasıyla, refah seviyesinin topyekûn arttığı tam istihdam seviyesine ulaşılabilecektir.

Ancak, istikrarlı kur nedeniyle vade sonlarında enflasyonun altında gerçekleşecek faiz geliri, mevduat sahiplerinin zihinlerinde döviz kuru garantisinin fiktif olduğu gibi bir sonuç yaratabilecektir. Bu durumda, kur korumalı mevduat hesapları fonksiyonunu büyük ölçüde yitirilebilecektir. Bunun sonucu oluşan kur artışının yansımasıyla ‘maliyet kaynaklı enflasyon’ , dövizden vazgeçerek direkt mallara yönelen bir ‘talep enflasyon’u ile olayı başka bir boyuta taşıyacaktır.

Bu nedenle, uygulanmaya çalışılan sıkı para politikasına rağmen, arttığı izlenimi bırakan harcama kalemleri ile ikinci plana atılmış gibi görünen bütçe dengesi bulunmaktadır. Bütçenin, özellikle üst gelir gurubuna yönelik harcamalar üzerinden alınan vergi artışlarıyla, fazla verecek şekilde çok sıkı kontrol altında tutulması gerekir. Şurası gerçektir ki, 1990’lı yıllarda kronik hale gelen bütçe açıkları mevcuttur. Bu açıklar 2003 yılı sonrasında büyük ölçüde sıcak para ile sağlanan borçlanmanın arttırdığı tüketim harcamaları üzerinden alınan doğrudan ve dolaylı vergilerle kapatılmıştır. Tekrar aynı günlere dönmemek için bu dönemde uygulanacak maliye politikası ile bir yandan alt gelir grubuna gereken destek verilirken diğer yandan da harcamaların azami derecede kısılarak tasarruf edilmesi, başarının en sihirli anahtarı olacaktır. Unutmamak gerekir ki verilecek bütçe açıkları ve gevşek para politikaları cari açığın başlıca kaynağı ve nedenleridir.

Açıklanan son raporlardan bu sürecin MB’nca dinamik bir veri yönetimi ile takip edildiği anlaşılmaktadır. Bu durum doğru zamanda doğru kararlar alınması için çok gerekli bir husustur. Tabi ki ekonomik veriler dinamik bir biçimde kullanılarak hedeflere göre alınması gereken önlemler hızla yerine getirilirse, kapılar yeni sürpriz kararlara açık olacaktır.

Eksi Cumhur Başkanımız Turgut Özal'ın AB’ye tam üyelik için başvururken 14 Nisan 1987 de dediği 'uzun ince bir yol’, yeni modelde uzun ve çıkmaz bir sokağa dönüşmemelidir. Bu modelin başarı şansı, enflasyonla mücadelede bizzat alınan önlemlerin ne denli ciddi ve tutarlı uygulanacağı ile ilgilidir. Vazonun bir kere kırıldığında eski haline getirilmesinin ne denli zor olduğunun gelişmiş ekonomiler tarafından iyi bilinmesi nedeniyle, artan tek haneli enflasyondan bile ödleri kopmaktadır. Bu nedenle, borçlanma döneminin çok daha karmaşık hale getirip ağırlaştırdığı bu ekonomik bozukluğun düzeltilmesi, sabır isteyen, güç ve acılı bir süreç olacaktır.

Tüm yazılarını göster