Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, Caner Oskay’la söyleşisinde, “Hiçbir problem tek başına bir laboratuvarda çözülemiyor. Değişik alanlarda çalışan, geniş çaplı bir ‘kritik kütle’ gerekiyor. Bir grup ya da ekosistem yani... O insanlar da güven dolu, huzurlu ve özgür bir ortam istiyor” diyor. Huawei’nin kurucusu ve başkanı da, mobil iletişimde yarıiletken ve mikroelektronik teknolojilerinde ABD’ye bağımlı olmadıklarını, teknolojinin sorun olmaktan çıktığını, “sürdürebilirliği” sağlayacak asıl sorunun “ekosistem oluşturma” olduğunu belirtiyor.
“Ekosistem” terimi ilk kez İngiliz bitki ekologu A.G.Tansley tarafından 1935’te öneriliyor. R. Lindman, kavramın piyasaya sunulmasından 7 yıl sonra, ekosistemi “enerji sistemindeki dönüşümlerin rolü” bağlamıyla tanımlıyor. “Biyoloji Budur” kitabının yazarı Ernst Mayr, “Birlik içindeki organizmalar ve onların çevrelerindeki fiziksel etkenleri kapsayan tüm sistemleri ifade eder” tanımlamasını yapıyor. Ming Zeng de ekosistemin “Çevresiyle birlikte etkileşimde bulunan yapılar” olduğunu söylüyor. Ekologlar, “Bir ekosistem, enerji ve maddenin canlıların ortamı ve etkileri aracılığıyla dolaşımını, dönüşümünü ve birikimini içerir”. Ron Adner ve Rahul Rapoor’da HBR/T’deki makalelerinde, pazara hâkim olma yarışında ekosistemlerin teknoloji kadar önemli olduğunun altını çiziyor.Ekosistemleri, hava, iklim ve su gibi biyotik olmayan etkenler; insanlar, hayvanlar, bitkiler ve mikroskobik canlılar arasındaki etkileşimler belirliyor.
Sistemi dışlayan kültürümüz
Kültürümüzde liderlerden, bireylerden ve beyin takımlarından “mucize” beklentisi yaygın. Bir lider iktidara geldiğinde, bir bakan değiştiğinde, şirketlere yeni bir yönetici atandığında aşırı değerlendirilmiş, abartılı beklentiler yaratma eğilimimiz var. Bu eğilim, tartışmalarımızın verimini düşürüyor. Tartışmalarımızda, insanların kim oldukları sorgularken, ne yaptıklarını gözden kaçırıyor, ayakları yere sağlam basan düşünce üretemiyor; uygulamaları hayata taşıyamıyoruz.
Beklenti yönetimi, insanları diğer canlılardan ayıran önemli bir özelliktir, ama aşırı değerlendirilmiş ve dengesiz beklentiler hayata taşıyamadığımız zaman yarattıkları hayal kırıklıkları nedeniyle toplumsal dayanışmayı da zayıflatıyor. Bilim insanlarının belirttiği gibi, insan beyni bir beklenti makinasıdır; beklentiler ile gerçekleşmeler arasındaki uzaklığı tanımlayan “deneysel mesafe ayarları” iyi yapıldığında, gelişmeler hız kazanmaktadır.
Kişi başına düşen GSMH’nin 10 bin doları aşamadığımız, ortak hedefimiz olan 25 bin dolar düzeyini yakalayamadığımız gerçeğini görmezden gelemeyiz. Liderlerden, beyin takımlarından ve güçlü bireylerden aşırı beklenti yerine, “nasıl bir ekosisteme” ihtiyacımız olduğunu sorgularsak, değer yaratma ve değer yakalama verimliliğimiz artar.
Ekosistem etkileşimini sorgulama yerine, lider ve beyin takımı odaklı tartışmaların yapılması “durumsal farkındalık” düzeyini aşağı çekiyor: Kritik kütle oluşumunu geciktiriyor. Kapsayıcılık yerine ayrıştırmayı besliyor. Çeşitliliğin yarattığı dayanıklılıktan uzaklaştırıyor. Girişimci kitlesinin büyümesini engelliyor. Geribildirimle gözetim ve denetimlerin yapılmasını saptırıyor. Değişim ve dönüşümlere uyumu yavaşlatıyor ve sürdürebilirliğin yapısı olan sistemlerin kurulmasını geciktiriyor.
Ayrışma ve kutuplaşmayı besliyor
Kültürümüzde, “ben bilmem, babam bilir”, “büyüklerimizin dediği doğrudur”, “hoca efendi ne derse onu yaparım”gibi sorgusuz itaat öncelikle “katılımcılığı” engelliyor. Bakış açımız, sorunları tartışırken birikimlerimizle katkı yapma yerine, “birileri sorunları çözsün, ben de sonuçtan pay alırım” diyen edilgen tutumu yaygınlaştırıyor. Bireyler, STK yöneticileri, kurum temsilcileri mitolojik, teolojik ve ideolojik bilincin etkisiyle sorgusuz itaati besleyince, toplumun gelişme dinamikleri zayıflıyor; seçkin azınlıkların önerileri “kritik kütleyi” oluşturacak bir ölçeğe erişemiyor.
Lider, beyin takımı ve güçlü bireylerden aşırı beklenti, toplumsal gelişimin önemli dinamiklerinden biri olan “kapsayıcılığı” arka plana iterken, “ayrışmayı ve kutuplaşmayı” öne çıkarıyor. Ayrışma ve kutuplaşma eğilimi popülist anlayışların önünü açıyor; kısa dönemli kitle desteği, uzun dönemli gelişme yaratmanın kaynaklarını heba ediyor. Kapsayıcılık devre dışı kalınca, proje- odaklı, yapılabilirlik hesaplarına dayalı, şeffaf geribildirim sorgulamalarının belirlediği sapmaları zamanında düzeltmenin sağladığı “kaynak verimliliği” de gerçekleştirilmiyor. Rekabet gücünün temelini oluşturan kalite ve verimliliğin gıdasını oluşturan kapsayıcılık söylemden uygulamaya taşınamayınca, ekonomide geniş anlamda rekabet gücü yaratılamıyor.
Kapsayıcılık alanı daralınca, çok- odaklı ve çok-kültürlülüğün yarattığı “dayanıklılıktan” yararlanamıyoruz. Lider, beyin takımlarına ve güçlü kişilere işlerin havale edilmesi, sorumluluktan uzaklaşma, toplumsal ortak akıl yaratamama, toplumsal enerjiyi maddi ve kültürel zenginlik üretimine odaklayamama gibi sonuçlarla yol açıyor.
Girişimci kalitesini düşürüyor
Liderden, beyin takımlarından ve kişilerden mucize beklentisi, toplumların temel gücü olan “girişimci kitlesinin” büyümesini de engelliyor. Yurttaşlarda, üretime değer katarak pastayı büyüterek kendi payını bu yolla büyütme yerine, lider, beyin takımı ve güçlü bireylere bağ kurarak, toplumun yarattığı değere katkı yapmadan kendi payını artırma eğilimini güçlendiriyor. Hak etmeden pastadan pay alma algısı nepotizmi yaygınlaştırıyor; egemen olanlar istemese bile, kolaycılığın bir yaşam biçimi haline gelmesi, kolektif kaynaklardan varlık edinme yollarını zorluyor; akla gelmedik yöntemlerle haksız kazanç sağlanabiliyor.
Kaynak kullanımının etkinliğini artıran “gözetim ve denetim” konusu da kişi-odaklı mucize beklentisinin gerilettiği diğer bir olgudur. Lider, beyin takımı ve güçlü kişi odaklı mucize beklentisi, “etken denetim” dediğimiz kişi - odaklı beklentileri besliyor. Dürüst bir müfettişin işleri düzelteceği algısı güçleniyor. Günümüzde “edilgen denetim” dediğimiz, sistemin kendi içinde insandan bağımsız gözetim ve denetim öne çıkıyor. Birey-odaklı mucize beklentisi, “sistem yaklaşımını” engellediğinden kaynak kullanma verimi olması gereken düzeye ulaşamıyor. Yapay zekâ çağında, süreçleri uçtan uca eşanlı denetleyen sistemler, kişilerden bağımsız kaynak verimini artırıyor. Kişi-odaklı bakış, dijital dönüşüm ve yapay zekâ uygulamaları gibi “uyum sorunlarının” çözülmesini de geciktiriyor.
Birey-odaklı mucize beklentisi, ekosistem ağlarının oluşturulmasını engelleyici etkiler yapıyor. Eski ve yeni ekosistemlerdeki etkileşimleri tanımlamadan, etkileşimlerin “geliştirici” ve “engelleyici” unsurlarını bilmeden ve anlamadan alınan önlemler, toplumu yaratmak istenilen sonuca götürmüyor. Güçlü ağlar, güçlü ağ etkileşimi ve öğrenme etkisi yaratılamadığı için ortaya konan iddialı ve yüksek beklentilere ulaşılamıyor.
COVID-19 sonrasında oluşacak olan yenidünya düzeninde, izleyici değil standartları belirleyici rolümüzün olmasını istiyorsak, ivedilikle “medeniyet tasavvurumuzu” tanımlayıp ortaya koymalıyız. Önlemleri alırken, liderlere, beyin takımlarına ve güçlü kişilere değil, oluşturacağımız ekosistemleri ya da küresel ekosistemlerde nasıl konumlanmamız gerektiğini netleştiren projelerle yola koyulmalıyız.