“Kuvvetler Ayrılığı” bize her yerde lazım

Emrah LAFÇI Ekonominin Doğası

Bundan tam 17 yıl önce Mülkiye’de* ilk girdiğim derslerden biri Küçük Amfi’deki “Siyasal Düşünceler Tarihi”’ dersiydi. 20 yaşında gençler olarak hem mektebin hem dersin tarihsel heyecanı hepimizin üstündeydi. Gel zaman git zaman, Sokrates, Platon, Aristoteles derken dönem ilerlemiş biz 17-18. yy’a kadar gelmiştik. Locke, Hobbes, Rousseau ve nihayet Montesquieu. Muhtemelen günümüz dünyasıyla ve Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca karşılaştığı meselelerle çok yakından ilgili olduğu için daha çok Montesquieu’nun “Kuvvetler Ayrılığı” kavramı ilgimi çekmişti. Yıl 2003’tü. Türkiye Cumhuriyeti bu kavramı henüz bir türlü içselleştirememişti. Üzülerek belirtmeliyim ki bu tarihten sonra da bambaşka bir yöne savrularak yine “Kuvvetler Ayrılığı” prensibini uygulayamaz hale geldi. Malum bu köşenin konusu ekonomi. Benim de niyetim size ekonomiyle ilgili kurumlar arasındaki “Kuvvetler Ayrılığı”nın nasıl erozyona uğradığını ve bunun ne gibi olumsuz sonuçları olduğunu anlatmak. Ama önce konunun biraz tarihsel ve düşünsel temellerine bir bakalım.

Montesquieu 1689-1755 yılları arasında Fransa’da yaşamıştır. Aynı dönemde yaşayan ve öldükten sonra da etkileri devam eden “Fransa Kral”ı 14. Louis nam-ı diğer “Güneş Kral”dır. Kendisine atfedilen en önemli söz de “Devlet Benim” sözüdür. Yani anlayacağınız kuvvetler ayrılığı kavramının o dönemde çıkması tesadüf değil. Büyük dönüşümleri, ilgili dönemin şartları belirler ilkesi bir kez daha işliyor. O dönemde, batı dünyasında öne çıkan siyaset düşünürleri İngiltere ve Fransa menşeeli.** Siyasal yapı şimdikinden çok farklı olsa da temelde ortaya konan prensiplerin bir kısmı bugünkü dünyaya da uygulanabilir nitelikte. Zaten dönemin tartışma konularından biri de her zaman uygulanabilecek genel geçer yönetim kurallarının olup olmadığı sorusu. Neyse bunlar başka alanların konuları. Biz lafı fazla uzatmadan kendi konumuza dönelim. Konumuz “Güçler-Erkler-Kuvvetler Ayrılığı”. Nedir bu güçler; “Yasama, Yürütme, Yargı” Bu kurumların bir devlet yönetiminde ayrı olmasının ne kadar önemli olduğunu uzun uzun bu yazıda anlatmama gerek yok. Tarih bu kurala uymayan ülkelerin nasıl bir akıbete uğradığını gösteren örneklerle dolu.

Ekonomide de kuvvetler ayrılığı

Güçler ayrılığı kavramının günümüz Türkiye ekonomisiyle de yakından ilgisi var. Bu kavram aslında kendi içinde bir denge mekanizmasını ve kurumların özgürce ve topluma karşı sorumluluk içerisinde karar vermesi prensiplerini barındırıyor. Ekonomimizin düzenleyici ve denetleyici kurumlarına baktığımızda, bu kurumların özerk ve bağımsız olarak kurulmalarında da hep bu ilke yatıyor. Nedir bu kurumlar ve neden önemliler?

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Rekabet Kurumu... Türkiye’nin 2001 ekonomik krizi sonrası gerçekleştirdiği dönüşümde bu kurumların bağımsızlığının rolü büyüktür. Bağımsızlık ya da özerklik ne demek peki, yani kimden bağımsız? Buradaki bağımsızlık, siyasi otoritenin baskısına maruz kalmadan bu kurumların karar alabilmeleri anlamına geliyor.

Mesela bankacılık sistemi ve BDDK. Türkiye’nin son 20 yılına baktığımızda ülkenin ekonomisinin sağlıklı işlemesi ve krizler karşısında kırılganlığının azalmasındaki en önemli etkenin güçlü bankacılık sistemi olduğu konusunda genel bir mutabakat vardır. Bu sistemin sağlıklı işlemesinin en önemli sebebi de BDDK gibi bir kurumun iyi işlemesidir. Bu kurum bankacılık sektörünü hem düzenler hem denetler. Yani önce uyulacak kuralları koyar, sonra da bu kurallara uyulup uyulmadığını kontrol eder. En önemli özelliği de özerk çalışmasıdır.

Türkiye finans piyasasına baktığımız zaman en önemli finansal aracıların bankalar olduğunu görüyoruz. Finans piyasasının sağlıklı işlemediğinde neler olduğunu da 2001 öncesi Türkiye'sinde gördük. Ülkemizin bankacılık sistemine özgü ilginç bir nokta da kamu bankalarının özel bankalarla aynı piyasa içinde rekabet halinde olmalarıdır. Aslına bakılırsa kötü kullanıldığında bu, istismara oldukça açık bir konudur. İşte BDDK ve Rekabet Kurumu gibi kurumların özerkliği burada devreye giriyor. Gerektiğinde kamu bankalarını da denetleyerek, mevzuata aykırılık gördüklerinde ceza kesebilmeliler. Yani denge-fren mekanizmalarının burada çok iyi çalışıyor olması lazım. Her yerde olduğu gibi burada da güçler ayrılığının sağlanması ve korunması çok önemli.

Son dönemde salgınla birlikte hızlanarak özerk sayılan kurumların ve kamu bankalarının görev tanımları dışında ve rekabeti bozucu eylemler yaptıklarına şahitlik ediyoruz. Mesela geçen sene Merkez bankasının zorunlu karşılık oranlarını bankaların kredi büyümelerine bağlamaları aslında Merkez Bankasının üzerine vazife olmayan bir uygulamaydı. Çünkü biz biliyoruz ki yüksek kredi büyümesi enflasyonu artırıcı etki yapıyor. Merkez bankasının ana amacının fiyat istikrarı olduğunu hesaba katarsak ve bunu başarma noktasında da henüz başarılı olamadığını düşünürsek bu uygulamanın negatif sonuçları rahatlıkla görülebilir. Diğer bir örnek; BDDK’nın getirdiği “Aktif Rasyosu” uygulaması. Bu uygulama da yine kredi artışı, menkul kıymet artışı, SWAP işlemlerinde artış, yabancı para mevduatta düşüş şeklinde bankaları bir takım aksiyonları almaya zorladı. Bunun da BDDK’nın görev tanımlarıyla örtüştüğünü söylemek zor.

Çok önemli bir diğer konu da kamu bankalarının bankacılık sektöründeki ağırlıklarını artırmaları. Bunu yaparken de bu bankaların bankacılığın temel prensiplerinden bir miktar sapmaları.

Yukarıda saydığım aksiyonlar iyi niyetlerle ekonominin canlandırılması amacıyla yapılmış olabilir. Kısa vadede olumlu sonuçlar vermiş de olabilirdi. -Ki ülkemizde maalesef kısa vadeli sonuçları da olumsuz gelişti- Yine de bu tür uygulamaların ülkenin genel kurumsal yapısını erozyona uğrattığınız söylememiz gerek. Kurumlardaki bu aşınma da uzun vadeli sürdürülebilir ve öngörülebilir büyümenin önündeki en büyük engellerden biridir.

Haftaya devam..

Önümüzdeki hafta yukarıda bahsettiğim kamu bankalarının bankacılık sektöründeki paylarının artışını, Merkez bankası ve BDDK’nın görev tanımları dışındaki uygulamalarını rakamlara dökerek kaldığımız yerden devam edeceğim.

Bir Not: Çok göz önünde ve elle tutulur olduğu için sıklıkla Merkez bankası faiz kararlarını eleştiriyorum. Bu eleştirilerimiz sonucunda haklı olarak okuyucularım tek suçlu merkez bankası mı diye soruyor. Hayır tek sorumlu kesinlikle Merkez bankası değil. Asıl mesele yukarıda saydığım kurumların özerkliğinin sorgulanmasına neden olan adımların atılması. Öngörülebilirliğin, denge mekanizmasının, şeffaflığın, uluslararası kriterlere göre karar alma prensiplerinin ortadan kaldırılması.

*Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

** Daha fazla bilgi için Alaeddin ŞENEL’in “Siyasal Düşünceler Tarihi” kitabına bakabilirsiniz.

(ŞENEL Alaeddin, Siyasal Düşünceler Tarihi, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1982.)

Tüm yazılarını göster