Gökyüzünde! Bakın! Bir Kuş! Bir Uçak! Hayır O Superman!
İlk defa 1938’de duymuştuk Kripton gezegeninden gelen kahraman Kal-El’in, nam-ı diğer Superman’in ismini. Dünyamızı asrısaadete eriştirecek olan süper kahramanımızın 1940’ta radyo tiyatrosu da başlamıştı. O programın başlangıç kısmında yukarıdaki diyalog geçerdi. İnsanların havadaki cismin Kriptonlu kardeşimiz olduğunu anlayana kadar yaşadıkları hayretti bu sözlere yansıyan. Aslında Superman umudu temsil ediyordu. 1929’da başlayıp o günlerde hala etkileri devam eden Büyük Buhranın yarattığı ekonomik çöküntü karşısında Amerikan toplumunun çok ihtiyaç duyduğu umudu. Gizli kimliği Clark Joseph Kent’in hafifçe eziklik sınırlarını zorlayan uysallığının içerisinde Superman çapında bir “aslan” barındırıyor olması, ‘yurdun’ insanının (sıradan Amerikalının) hem kendi potansiyeline inancını hem de gelecekten beklentilerini yükseltiyordu.
Bizim ekonomik durum da malum pek parlak değil. Seçim bitti ve iktidar kazandı. Harç bitince doğal olarak ekonomiye dair umut ticareti yapanlara ayrılmış sürenin de sonuna geldik. Önce sırtında yumurta küfesi olmayanlar terk etti sahneyi. Bunlara pazarlamadan sorumlu zevat diyebiliriz. Adeta ışık hızına geçerek gölgelerde kayboldular maşallah. Anlaşılır bir vaziyet aslında. Durum sıkışık. Lafazanlık kaldıracak gibi değil. Hatta diyebilirim ki kalbim onlarla. Memleketçe bizim yaşadığımız mağduriyetten dahi mağdur olmayı becerebilecek maharetteki bu arkadaşlara bence de çok yüklendik…
Dedim ya lafebeliği zamanı bitti. Pırıldağın etrafında fırıldak olunacak zaman değil. O nedenle şimdi sıra geldi operasyondan sorumlu olanlara. Ülkeyi bu noktaya getiren ekonomik tercihlerin icra kısmına bakanlar için de veda zamanı geldi. Artık eksilen kredibilitenin telafisi için uluslararası finans çevrelerinin, en azından gözlerine ve kulaklarına, hitap edecek bir ekip kurmanın vakti…
Eylül 2021’den beri geçen zamanda kargaya kuş, uçurtmaya uçak dememiz, sıradan dünyalılara da Superman muamelesi yapmamız beklendi. İktisat politikasına dair tercihlerin önceliği ekonominin geleceği, maliyetlerin yönetimi veya vatandaşın refahı değil siyasetti. Yine de bu siyasi tercihleri bir iktisat politikasıymışçasına tartıştık. Bu arada bence en avara kasnak meselemiz “ortodoks”, “heterodoks” tartışmasıydı. (Dert yanma parantezi: Ben de bu kavramların kullanıldığı tartışmanın parçası olmadım değil. Hâkim medya dili olayı böyle formüle edince insanın dili de bağlanıyor. Kaçınılmaz olarak kavramları kontrol eden tartışmayı da kontrol ediyor.) Sanki ortada iki epistemolojik ekol varmış da bunların etrafında bir felsefi tartışma sürüyormuş gibi konuştuk olayı… Vallahi de billahi de öyle konuştuk!
Aslında ortada böyle bir tartışma falan yoktu elbette. Fizik bilimini ilgilendirdiği kadarıyla benzetme şöyle kurulabilir: ‘Birileri’; “Yer çekimi diye bir şey yoktur. Bu bizim uçmamızı engellemek için icat edilmiş bir gerekçedir. Bunu tanımıyoruz. Zaten bizim inancımızca uçmak insana mahsus özelliklerdendir. Bunu da herkes bilir. Bilmeyen de cahildir”, dediler. Ve ardından da ahaliyi, kimine paraşüt takmayı da ihmal etmeden, gökdelenin ellinci katından attılar. İlk 49 kat boyunca kimi başkaları; “Güzel uçuyoruz. Yalnız iyi uçuyoruz. Fakat çok hoş uçuyoruz”, nidalarıyla binanın içerisinden hale alkış tuttular. “Yahu düşüyoruz”, diyenleri de bilgisizlik ve vizyonsuzlukla suçladılar. Tam 49 kat düştükten sonra şimdi beton zemine beş, bilemedin altı metre kalmış durumda. Fonda Müzeyyen Senar’ın sesi: “Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime; Titrerim mücrim (suçlu, günahkar) gibi, baktıkça istikbalime”… (Hayret etme sırası bende parantezi: Bu koşullarda seçim kaybetmeyi beceren bir muhalefetimiz veya bu koşullarda dahi seçim kazanmayı bilen bir iktidarımız var, iyi mi?)
Olay bundan ibaretti. Hala da bundan ibaret!
Şimdi bu ortamdan çıkmayı hepimiz dört gözle bekliyoruz. Ne de olsa TCMB’nin politika faizini önemseme hasretinden prangalar eskittik. Ekonomi yönetiminden yapılacak açıklamaların muhtevasını (içerik) ciddi ciddi merak etmeyi özlemişiz. İşte bu ortamda sahne alıyor yeni Hazine ve Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek. Kuş, uçak falan değil, resmen Superman’i görmüş gibiyiz!
Sayın Şimşek’in ilk açıklaması bu bakımdan önemliydi. Pırıl pırıl eski bakanımız yanındayken söyledikleri nicedir duymak istediğimiz sözlerdi doğrusu. Şimşek, akla dönmekten başka bir çıkar yol kalmadığını duru biçimde ifade etti. Böylelikle selefinin izlenmesine aracı olduğu politikaların “akıldışı” olduğunu da açıkça söylemiş oldu. “Şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk…. kurumsal kapasite ve kalite” sıralamasıyla da eksiklerin neler olduğunu teşhis etti. Ne diyeyim, bu ifadelerden sonra bize de Sayın Şimşek’e başarılar dilemek ve kolay gelsin demek düşer.
Şimdi soru şuymuş gibi düşünenler olabilir: Bugüne kadar ekonomi politikasını eleştirenlere “bu işlerden anlamadıklarını”, yapılan politika seçimlerinde “bilmedikleri nice kerametler bulunduğunu” söyleyenler, şimdi de Mehmet Şimşek’i mi yerden yere vuracaklar, yoksa bir “U” dönüşü mü yapacaklar?
Aziz dostlar amma yaptınız. Elbette bu soru ciddi olamaz. Gerçek bir soru olduğu dahi tartışılır! Katiyetle emin olabiliriz ki epistemolojik olarak koptukları hızda döneceklerdir! Onuncusu vizyona yeni girmiş olan “Hızlı ve Öfkeli” filmindeki baş döndürücü fırıldak dönüşlerine (spin) rahmet okutacak manevralarla, el frenini çeke çeke... Ve elbette hiç utanmadan! Gerçek soru ise şu: Eğer Sayın Şimşek’in ifadelerini ciddiye alacaksak, ki almamız yararımızadır, bu ülkeye şimdi ek vergilerle, dövizde rekor artışlarla, bütçe açıklarıyla vs. ödenecek bu maliyeti niye çıkardınız?
Bizler bin “offf” çekerken, bir “oh” çekip gidenlerin mugalata etmeden cevaplamaya birikim, mecal, niyet ve yetkilerinin olduğuna emin olabilsem onlara bu soruyu sorardım…