Bundan 15 yıl önce General Electric Doğuş’tan Garanti Bankası hisselerini satın aldığında bankanın değeri 6.1 milyar dolar civarındaydı. GE hisseleri 5 yıl sonra İspanyol BBVA’ya sattığında ise Garanti’nin piyasa değeri 26.2 milyar dolara çıkmıştı. Cuma günkü kapanışlar itibariyle piyasa kapitalizasyon değeri ise 3.7 milyar dolar dolayındaydı. 2011 yılında İstanbul’da yaklaşık 670 bin dolar ödenerek alınan bir daire bu yıl 235 bin dolara müşteri bulabiliyordu. Türkiye’de 2013 yılında kişi başına düşen milli gelir 12 bin 519 dolardı. Geçen ay açıklanan Yeni Ekonomi Programı’na göre bu yılsonu itibariyle kişi başı gelir 8 bin 381 dolara gerileyecek. 2013 yılında 25 bin doları hedefleyen bir ülkeydik ve 12 bin 519 doları az buluyor; orta gelir tuzağına düşmekten yakınıyorduk. 2020’de geldiğimiz nokta yetersiz bulduğumuz 2013 seviyesine göre 4 bin 138 dolar daha aşağıda.
Bu değer değişimleri son yıllarda para birimi hızla değer kaybeden Türkiye’nin yaşadığı yoksullaşmanın örnekleridir. Türkiye 2001 sonrası bunun tersi bir süreç yaşamıştı. Uygulamaya konulan güçlü ekonomik programın etkisiyle enflasyon hızla düşmeye başlamış; iyileşen beklentilerin de desteğiyle sermaye girişleri artmış ve TL değerlenmeye başlamıştı. AB üyelik senaryoları altında TL bir anda aşırı değerli konuma gelmiş; varlık fiyatları dolar cinsinden artmaya başlamıştı. Bu dönem GSYH’ya oranla tüm göstergelerin dolar bazında iyileştiği dönemdir. Varlık fiyatlarındaki artış yabancı talebini daha da körüklemiş, artan sermaye girişleri ile TL’deki değerlenme artarak devam etmişti. 2007 sonu itibariyle TL’nin aşırı değerli durumu zirveye ulaştı. Türkiye bir anda rakam bazında olduğundan daha da zengin bir ülke haline geldi. Varlıkları artanlar harcamalarını da artırdı, ekonomi hatırı sayılır bir hızla büyümesini sürdürdü.
Şimdi ise tam tersi bir süreç yaşanıyor. Bozulan beklentiler ve olumsuz göstergeler nedeniyle sermaye girişi yerine çıkışı yaşanıyor; sermaye çıktıkça da TL değer kaybediyor. Varlıkların dolar cinsinden değeri düşüyor, servetleri azalanlar harcamaları kısıyorlar. Öte yandan TL değer kaybettikçe ithal malların fiyatı ve dış finansman maliyeti artıyor. Üretim yapmak için ithal ara malı ve sermaye malları kullanan sanayici zorlanıyor. Maliyet artışı fiyatlara ve enflasyona yansıyor.
TL’nin zayıflaması sadece yabancı para cinsinden varlık değerlemelerini değil aynı zamanda uluslararası piyasalarda yakından izlenen birçok önemli rasyoyu da bozuyor. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) yöntem olarak TL cinsinden hesaplandıktan sonra o yılın ortalama dolar kuru üzerinden dolara çevrilir. Uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan değer GSYH’nın dolar cinsinden olan bu değeridir. Aritmetik olarak kur ne kadar yüksek, yani TL ne kadar değersiz ise GSYH o kadar düşük çıkar. Yani oranların paydası küçülür. Dolayısıyla kamu borcu ya da cari açığın GSYH’ya oranı gibi ülkenin risk profilini ve algısını etkileyen oranlar o kadar yüksek çıkarlar; o ekonomiye dair görünümü bozarlar.
Kısacası, kur ekonomiler için önemlidir. Özellikle bizim gibi dolarizasyonun yüksek olduğu, dış kaynak girişine bağımlı, yüksek ithal girdi kullanan ekonomiler için çok kritiktir. Bunu TL’nin hızla değer kaybettiği ve kurda oynaklığın arttığı son beş yılda daha net görüyoruz. TL değer kaybı bir takım olumsuz gelişmelerin sonucudur. TL değer kaybettikçe GSYH da baskı altında kalmaktadır; Türkiye yoksullaşmaktadır. 2000’li yıllardaki değerlenen TL’nin getirdiği zenginleşme kısmen bir illüzyon olabilir. Aynı şekilde son 4-5 yıldır TL’nin değer kaybına bağlı yaşanan fakirleşme de bir illüzyon olabilir. Ama bu, kurla gelen bir tür yoksullaşma gibi görünse de kurdan bağımsız olarak bakıldığında da refah göstergelerinde geriye gidiş var.