Dünya güçlü ticaret ağları ile birbirine bağlı durumda. Gelişmekte olan ülke ekonomilerine yapılan yatırımların artması, önümüzdeki yıllarda dünya ticaretindeki değişimlerin devam edeceğinin bir göstergesi. 2010 yılından bu yana doğrudan yabancı yatırımların önemli bir kısmı gelişmekte olan ekonomilere akıyor. Son iki yıldaki en büyük sıçramalar Afrika ve Hindistan'da gerçekleşti. Tüm bu gelişmelerin etkileri ile küresel ticaret yeniden şekillenmeye devam ederken, gelecek dönemde ticaretin izleyeceği seyir ise belirsizliğini koruyor.
Küresel ticaret önemli bir değişim sürecinden geçiyor. Son dönemde “decoupling”, “derisking”, “reshoring”, “nearshoring” ve “friendshoring” gibi kavramlar iş dünyasında oldukça sık kullanılır hale geldi. Bu durum, küresel ticaretin jeopolitik gelişmelerden giderek artan oranda etkilendiğinin bir göstergesi. Çin ve ABD’nin mal ticaretinde birbirlerine karşı uyguladıkları gümrük vergileri 2017 yılından bu yana büyük artış kaydetti. Rusya ile Ukrayna arasında 2022 yılında başlayan savaşın ardından Avrupa Birliği (AB), ABD ve diğer pek çok ülke Rusya’ya geniş kapsamlı ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı. Avrupa, Japonya ve ABD merkezli şirketlerin büyük çoğunluğu Rusya'daki faaliyetlerini durdurma kararı aldı. Deniz taşımacılığına yönelik olarak Kızıldeniz’de başlayan kriz nakliye hatlarında bozulmalara sebep oldu. Bu durum sadece ek maliyetlere, sevkiyat tarihlerinde gecikmelere ve güvenlik endişelerine neden olmakla kalmayıp, aynı zamanda tedarik zincirlerinde geniş kapsamlı şok dalgaları oluşturma riski taşıyor. Dünya çapında son dönemde uygulamaya koyulan ticaret kısıtlamalarının sayısı kayda değer oranda artmış durumda.
Tüm bu değişimin oluşturacağı yeni ekonomi ve ticaret ortamı ise merak konusu. McKinsey Global Institute (MGI) tarafından bu yıl içinde yayınlanan konu ile ilgili araştırmada küresel ticaret ilişkileri jeopolitik gelişmeler ile bağlantılı olarak ele alınıyor. Araştırmada elde edilen sonuçlara göre, jeopolitik olarak farklı konumlarda bulunan ülkeler arasındaki ticaret, toplam küresel mal ticaretinin yaklaşık yüzde 20'sini oluşturuyor. Diğer yandan toplam ticaret içinde sadece birkaç ülkenin büyük paya sahip olduğu dizüstü bilgisayarlar ve demir cevheri gibi ürün grupları dikkate alındığında durum belirgin biçimde değişiyor. Söz konusu ürün gruplarında, jeopolitik açıdan aralarında önemli farklılıklar bulunan ülkelerin birbirleri ile olan ticaretlerinin toplam küresel mal ticareti içindeki payının yüzde 40 seviyesine çıktığını görüyoruz.
Araştırmada dikkat çeken bir başka sonuç ise, jeopolitik gelişmelerin ticaret akışı üzerindeki etkisi. Çin, Almanya, Birleşik Krallık ve ABD 2017 yılından bu yana jeopolitik olarak kendilerine daha yakın ülkeler ile ticaretlerini sürekli olarak artırıyorlar. ABD bir yandan coğrafi olarak kendine daha yakın ülkeler ile ticaretini artırırken, bir yandan da tedarik kaynaklarını çeşitlendiriyor. Buna karşın, ASEAN, Brezilya ve Hindistan gibi ülkeler konum olarak kendilerine daha uzakta bulunan ülkeler ile ticaretlerini artırma eğilimindeler. Bu ülkeler aynı zamanda jeopolitik açıdan farklı konumda bulunan ülkeler ile de ticaretlerini geliştiriyorlar.
Gelişmekte olan ülke ekonomilerine yapılan yatırımların artması, önümüzdeki yıllarda dünya ticaretindeki değişimlerin devam edeceğinin bir göstergesi. 2010 yılından bu yana doğrudan yabancı yatırımların önemli bir kısmı gelişmekte olan ekonomilere akıyor. Son iki yıldaki en büyük sıçramalar Afrika ve Hindistan'da gerçekleşti. Çin ve Rusya'ya yapılan doğrudan yatırımlar ise COVID-19 salgını öncesindeki ortalamalara kıyasla belirgin biçimde azalmış durumda.
Bu arada Çin gelişmekte olan ülkelerle olan ticaret payını istikrarlı biçimde artırıyor. Diğer yandan Avrupa ekonomileri enerji ithalatında Rusya'dan uzaklaşırken, Çin'den elektrikli araçlar gibi belirli ürünlerin ithalatında ise büyük artış yaşanmış durumda. Vietnam bir yandan Çin ile ticaret ve yatırım bağlantılarını derinleştirirken, aynı zamanda ABD'ye ihracatını da artırıyor. Bu durum Vietnam'ın özellikle bazı mal gruplarında önemli bir küresel tedarikçi konumuna gelmesini sağladı. Meksika 2023 yılında mal ticaretinde ABD'nin en büyük ticaret ortağı haline geldi.
Dünya güçlü ticaret ağları ile birbirine bağlı durumda. MGI’nin araştırması, her büyük ticaret bölgesinin en az bir kritik kaynak, mal veya hizmet grubunda yüzde 25'ten fazla oranda ithalata bağlı olduğunu ortaya koyuyor. ASEAN ülkeleri ve Almanya’nın, GSYH'lerine oranla ölçüldüğünde, diğer birçok büyük ekonomiye kıyasla daha fazla mal ticareti yaptığı görülüyor. Bu durum kısmen bu ülkelerin bölgesel üretim değer zincirlerine entegrasyonlarından kaynaklanıyor. Buna paralel olarak, Almanya diğer büyük ekonomilere kıyasla daha kısa mesafelerdeki ülkeler ile ticaret yapma eğiliminde. Birleşik Krallık da bölgesel ticaret ağlarına entegre, ancak ekonomisi hizmetlere yönelmiş durumda. Buna karşın ASEAN ülkeleri, mesafe olarak kendilerine daha uzak olan ülkeler ile yoğun bir şekilde ticaret yapıyor. ABD de daha uzak mesafede yer alan önemli ticaret ortaklarına sahip.
Dünyanın en büyük ticaret hacmine sahip ülkesi olan Çin, jeopolitik açıdan farklı konumda bulunduğu ülkelerle oldukça fazla miktarda ticaret yapmasıyla öne çıkıyor. Çin’in toplam mal ticaretinin yaklaşık yüzde 40'ını AB, Japonya, Güney Kore ve ABD oluşturuyor. Çin ekonomisi büyüdükçe, ürettiğinden daha fazlasını tüketmeye başladığını görüyoruz. Bu eğilim Çin’in ticaret hacminin GSYH içindeki oranının düşmesine neden oluyor. 2006 yılında Çin'in toplam mal ticareti GSYH'sinin yüzde 64'ine denk gelirken, 2022 yılında bu oran yüzde 35’e gerilmiş durumda.
Brezilya coğrafi olarak uzak mesafede yer alan ülkeler ile yoğun biçimde ticaret gerçekleştiriyor. Bu ülkelerin başında Çin yer alıyor. Hindistan da Asya, Avrupa ve ABD ile sıkı ticari ilişkilere sahip. Büyük ekonomilere sahip ülkelerin daha geniş jeopolitik yelpazedeki ülkeler ile ticaretinin gelişme eğiliminde olduğunu görüyoruz. Çin, Japonya ve ABD gibi dünyanın en büyük ekonomilerinde bu durum özellikle dikkat çekiyor.
Raporda ayrıca jeopolitik olarak farklı pozisyonlarda bulunan ülkeler ile gerçekleştirilen ticaretin, ekonomik açıdan kırılganlık oluşturabileceğine dikkat çekiliyor. Bu durumun en belirgin örneklerinden birini Avustralya ile Çin arasındaki ticaret oluşturuyor. Avustralya Çin'e büyük miktarda kömür, şarap ve arpa ihracat ediyor. Ancak son yıllarda olduğu gibi iki ülke arasında yaşanan anlaşmazlık durumlarında, bu ticaretin her an tehlikeye girmesi ihtimaller dahilinde. Diğer bir örnek ise Almanya ile Rusya arasındaki ticaret. Almanya Rusya'dan önemli miktarda enerji ithalatı gerçekleştirirken, Rusya ile Ukrayna arasında savaşın başlaması ile birlikte bu ülkeden enerji ithalatını önemli ölçüde azalttı.
Sadece belirli ülkelerin büyük oranda ihracat gerçekleştirdiği ürün gruplarında ise, ticaret jeopolitik gelişmelerden daha fazla etkilenme riski barındırıyor. Örneğin, Almanya, Güney Kore ve ABD ihtiyaç duydukları neodyum mıknatısların yaklaşık yüzde 85'inden fazlasını Çin'den ithal ediyor. Bu mıknatıslar elektrikli araç motorları ve endüstriyel robotlar gibi yeşil dönüşüm ve dijitalleşme alanındaki kritik uygulamalarda kullanılıyor. Jeopolitik gelişmeler sonucu neodyum mıknatısların ticaretinde yaşanabilecek aksaklıklar bu ürün gruplarında ithalata bağımlı olan ülkeleri zor durumda bırakabilir. Bu kapsamda günümüzde ülkeler ithalata bağımlı oldukları ürünlerde tedarikçilerini çeşitlendirme gayreti içinde. Ancak yakın vadede bu sürecin gerçekleşmesi kolay görünmüyor.
Tüm bu gelişmelerin etkileri ile küresel ticaret yeniden şekillenmeye devam ederken, gelecek dönemde ticaretin izleyeceği seyir ise belirsizliğini koruyor. Ortaya çıkabilecek senaryolardan biri, ticaretin jeopolitik olarak birbirine yakın ülkeler arasında giderek arttığı ve küreselleşmenin azaldığı yeni bir dönem. Son yıllarda ABD-Çin arasında ticaret alanında artan görüş ayrılıkları ve batılı ülkeler tarafından Rusya’ya uygulanan geniş kapsamlı ekonomik yaptırımlar bu süreci destekleyen gelişmeler. Diğer olası bir senaryo ise, ülkelerin ticari ilişkilerini çeşitlendirmeleri sayesinde belirli ülkelere olan ithalat bağımlılıklarını azaltılmaları olabilir. Küresel ticaretin değişen dinamikleri karşısında iş dünyasının göstereceği reaksiyon belirleyici olacak. Bazı çok uluslu şirketlerin üretimlerini Hindistan ve ASEAN’a kaydırdığını görüyoruz. Diğer bazı şirketler ise Çin’deki faaliyetlerini daha da yoğunlaştırıyor. Her durumda uluslararası ticarette önceden belirlenmiş kalıpların değiştiği yeni bir dönem bizi bekliyor.