Küresel güneyle ABD arasına sıkışan Türkiye’yi neler bekliyor?

Bir sonun başlangıcında mıyız acaba? Kısa dönem küresel siyaseti hiç olmadığı kadar gerildi. 2003 Irak bombardımanına görev alan bir teğmen bu günlerde binbaşı rütbesiyle şu izlenimlerini makaleye dönüştürmüş: Irak sığınaklara yıkmak için attığımız bombaların bir yıllık toplamının, bir gecede Gazze Lübnan saldırıları içinde kullanıldığını not düşmüş. 4 Kasım Amerikan seçimleri işte bu nedenle çok büyük kırılmaya konu olabilecektir.  ABD'de yer alan devlet iskeleti, Harris de kazansa Trump da kazansa, değişmez bir rotada ilerliyor;  tüm dünyayı adım adım kanırtmak. Bu süreçte sadece kar odaklı çalışan yapılarla yüzleşen küresel kurulu düzen, irtifa kaybı yaşıyor. Dünyada II. Dünya savaşı sonrası kurulan uluslararası kurallara dayalı saygın kurumlar vardı. Bu kurumlar 1945-1970 arası küresel barışa hizmet ettiler. Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF gibi bir takım örgütler küresel hukuk anlayışına çaba gösterdiler, ya da gösterir gibi davrandılar. 1974 petrol krizi, 1980 sonrası neoliberalizm, 1989-2010 arası tek kutuplu dünya düzeni derken, bugünlere geldik. Günümüz dünyasının en büyük sıkıntısı, yüzyılın başında bu örgütlerin kurulmasına önayak olmuş ülkelerin, kural tanımaz tavır içinde bulunmalarıdır. Ortadoğu ülkeleri çelişkili durumu bizden erken gördüler.  BRICS ile irtibata geçtiler. Tüm çerçeve içinde, ABD seçimlerini kimin kazanacağı önemli. Sonucun resmiyet kazanması bile şüpheli bir süreç olacak. Yerçekimi ve uçak gibi bir gerçeklikle, birisi kazanacak elbette. Bu nedenle değil midir ki, hiçbir uçak havada kalmaz. Sorun iniş mi yapacak, düşüş mü yaşayacak; düşecekse nereye düşecek, inecekse havalimanına mı yoksa herhangi bir düzlüğe mi? Sonuçta bu seçim dünya siyasetinde; 1. Küresel Güney’i rahatlatabilir, 2. Ortadoğu’ya barış umudu olabilir, 3. Ukrayna Rusya savaşına yarayabilir. Ben olumlu tarafından bakarak olasılıkları sıraladım. Siz de olumsuz olasılıkları kurgulayabilirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti tüm bu olan bitene karşın tarihinin en kırılgan dönemini yaşıyor. 

101 yılda çok badireler atlatmış Cumhuriyetimizi bu kez çok farklı bir süreç bekliyor

1789 Fransız ihtilali sonrasında Rus Çarı büyük hata etmişti. Halk tabanında hızla oluşan büyük tepkiyi sezinleyememişti. Belki de küçümsemişti. Sert bir Rus devrimi yalandı. Bu adım, dünyada sömürgeci güçlere karşı evrensel hareketin çok önemli bir kilometre taşı niteliğindeydi. Bu arada ABD için de benzer ekonomik sıkıntılar baş göstermişti. O zaman bugünkünden çok farklı bir ABD yönetim anlayışı ve küresel etkinliği yer alıyordu.  Teddy Rosevelt dünyanın en vahşi kapitalizminde devletçiliği hayata geçirdi. Böyle bir atmosferdeki ABD, 20. yüzyıla sosyalist devlet yardımlarıyla giriyordu. Sonrasında 1929 Büyük Buhranı yaşanmış ve küresel sermaye hareketliliği bir anda çökmüştü. Bu arada Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuş ve karşısında yüzyılın en büyük ekonomik krizini  bulmuştu.

Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarında likidite yönetimi, merkezi yönetimler, finansal kurumlar, Merkez Bankası, ticari bankalar yoktu. O yıllar genç cumhuriyeti devlet eliyle endüstrileşmeye itti. II. Dünya savaşına çok büyük bir diplomasi hüneriyle girmeyi başardık. Bu adım bize büyük bir nefes aldırdı. Henüz savaştan yeni çıkmış Cumhuriyeti zor günler bekliyordu. Anadolu için çok sert bir küresel rekabet baskısı vardı. Tüm kazanımların bir andan silinip götürebilmesi mümkündü. Köy Enstitüleri’nden çekildik, 27 Mayıs 1960 darbesine giden dönemi yaşadık. DP’nin ceberrüt yönetimini demokratik sistem içinde durdurmayı başarabilseydik, bugün bambaşka bir yerde olabilirdik. Akamete uğrayan demokrasimizi yeniden şekillendirmek, ekonomik büyümeyi kalkınmaya dönüştürebilecekti.  Küresel liberal sistem bu açığımızdan çok acımasızca yararlandı. 1945-1970 refah döneminden çıkar çıkmaz yüklendikçe yüklendi.  Darbeler tarihinin bir başka durağı olan 1980, ekonomi tarihimizde yeni bir sayfa açtı; 24 Ocak kararları. 12 Eylül sonrasında başlayan neoliberalizm, bugünün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına büyük bir miras bıraktı; devasa gelir dağılımı adaletsizliği. Türkiye, soğuk savaş dönemi boyunca Freedom house tarafından özgür ülkeler arasında gösteriliyordu. 44 yıldır neoliberalizm, oldukça kırılgan bir sosyoekonomik yapı tortusu yaratmıştı. 1994 krizi, 1997 Rusya moratoryumu, 1999 Gölcük depremi, 2000 krizi, 2008 küresel sistemik krizi, 2011 Avrupa borç krizi; zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmaktan öte hiçbir sonuç da getirmedi, getiremedi. Gelir dağılımımız, yani sosyal transferleri çıkartılmış gini katsayımız, otobanda 90 km hızla da olsa sabit seyreden bir şehirlerarası otobüsü kadar düzenli artardı. Grafikten anlatmak istersek doğrusaldı. (grafikteki mavi çizgi) 2018 sonrasında üstel bir artışla, (grafikteki kırmızı çizgi) bir uçtan bir uca savrulan gelirler ekonomisi görünümü ortaya koyar oldu. 

Özetle, eski çamlar bu şekilde bardak oldu. Bu bizi asla umutsuzluğa itmesin. Unutmayalım ki, bizler ölmeden umut ölmez. 101 yılın koca çınarı Cumhuriyetimizin en güzel günleri, henüz yaşanmadıkları. Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun.

Kaynak: www.tuik.gov.tr 

Tüm yazılarını göster