Küresel fikir birliğine rağmen, ‘net sıfır’ önündeki engeller büyük

Neslihan GÖKDEMİR AĞAR Enerjide İnovasyon

"İnsanlık tarihinin izlediği yolu açıklamak konusunda çözümleme uzmanları temelde iki gruba ayrılır. Bu gruplardan biri, söz konusu yolu döngüsel düzenliliklerle, öbür gruplarsa, benzersiz olaylar ya da bireylerle açıklamaya çalışır. İki yaklaşımın da güçlü ve güçsüz yanları vardır; her ikisi de önyargılı olmakla suçlanabilir. Döngüsel düzenliliklere inananlar, çoğu zaman haklı olarak, benzersiz durumları kendi yorumlarına indirgemeye kalkışmakla suçlanırlar. Benzersiz olaylara ve bireylere inananlarsa, yine çoğu zaman haklı olarak, benzersiz olayları ve bireyleri aşan, çok büyük ekonomik ve toplumsal güçleri görmezden gelmekle suçlanırlar."

Lester C. Thurow (1938-2016) 

Şüphesiz her iki yaklaşımın da çekici yanları vardır…

Döngüsel düzenlilikler saptanabilirse, çözümleyici, geçmişe ilişkin tanımlamaların ötesine geçilebilir ve geleceğe dair başarılı öngörülerde bulunulabilir -ki buna insanlığın ihtiyacı da vardır-. Thurow’a göre, böylece tarih önceden kestirilebilir bir bilim olarak canlanır karşımızda.

Dramatik açıdan bakılırsa, benzersiz olaylar ya da bireyler, döngüsel düzenliliklerden çok daha coşku ve ilham vericidir. Önceden kestirilemeyen ani şoklar ve kahramanlar, heyecan uyandıran sonuçlar yaratmak üzere ‘evet’ doğru zamanda bir araya gelmişlerdir. Dahası, böylece gelecekteki olaylar daha kolay denetlenebilir bir hal almaya başlamıştır...

Ben; geleceğin tarihinin dönüştürücü bireyler tarafından yazılacağına inananlardanım ama kontrol edilemeyen toplumsal ve ekonomik güçlerin egemenliğinin de hüküm sürdüğünü açıkça görüyoruz. Bir sentezin zor olduğu da muhakkak ama imkânsız değil... Bu iki yaklaşımın birleşmesi neden mi zor? Çünkü tarihin düğümlerinin tek bir çözümleyicinin ya da yaklaşımın çözemeyeceği kadar karmaşık ve çok yüzlü olduğunu görüyoruz…

Enerji dönüşümünde işte bu dönüştürücü politikalara ve bireylere ihtiyaç büyük…

Doğalgaz ve petrol endüstrisinin dönüşümü devasa büyüklükte bir meydan okumaya sahne oluyor. Usta yazar ve analist Daniel Yergin bu resmi şöyle özetliyor:

“Petrol ve gaz endüstrisi, kendisini yeni bir kıstas haline gelen 2050 yılına kadar ‘net sıfır’ karbon politikasına göre ayarlıyor. Bu noktaya ulaşmak için yeni yol haritasının ne olacağı hakkındaki stratejiler ve düşüncelerde birçok çeşitlilik söz konusu. Fakat öne çıkan konuların ana kesişim noktasında; hidrojen, karbon yakalama, inovasyon ve büyük ölçekte çalışabilen mühendislik becerisine sahip geniş çaplı şirketlere duyulan ihtiyaç yer alıyor. İşte petrol ve gaz endüstrisinin bulunduğu nokta burası…”

Enerji piyasalarındaki küresel kesintiler ve Ukrayna'daki savaş, yenilenebilir enerji baskısına ve net sıfır karbon emisyonu hedeflerine odaklanmamıza ivme kazandırmış, enerji geçişi etrafındaki küresel fikir birliğini yükseltmiş olsa da, bu geçişin zorlukları sanılandan çok daha büyük görünüyor...

Dört büyük zorluk

Teknolojik gelişme ve konuşlandırmanın belirsiz hızına ek olarak, özellikle şu dört ana konu uluslararası tartışmalarda öne çıkıyor:

  • Ülkeler için temel bir gereklilik olarak enerji güvenliğinin geri dönüşü,
  • Kısmen potansiyel ekonomik aksaklıkları nedeniyle geçişin ne kadar hızlı gerçekleşeceği konusunda bir fikir birliğinin kurulamaması,
  • Geçişteki öncelikler konusunda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında keskin bir ayrımın olması,
  • Net-sıfır hedefi için gerekli kritik mineraller alanında madencilik ve inşaat tedarik zincirlerinin genişletilmesinin önünde engeller bulunması…

Enerji Güvenliği

Enerji güvenliğine duyulan ihtiyaç, son birkaç yılda büyük ölçüde kaybolan bir endişeydi. Enerji şoku, ortaya çıkan ekonomik sıkıntıları enerji fiyatlarını hayal edilemeyecek bir hızda artırdı ve jeopolitik çatışmalar yükseldi. Bütün bunlar birçok hükümeti stratejilerini yeniden değerlendirmeye zorladı.

Bu yeniden değerlendirme, enerji geçişinin kamu desteğini sağlamak ve ciddi ekonomik zorluklardan kaçınmak için enerji güvenliğine - yani yeterli ve makul fiyatlı tedariklere- dayandırılması gerektiğini -siyasi sonuçları ağır olsa da- kabul edilmesi gerektiğini öngörüyor.

Enerji kitaplarından tanıdığımız uluslararası enerji politikaları analisti ve yazar Daniel Yergin, mevcut küresel enerji krizinin Şubat 2022'de Ukrayna'nın işgali ile başlamadığını YENİ HARİTA (NEW MAP) kitabında dile getirmişti. Yergin, krizin 2021 yazının sonlarında başladığını, küresel COVID-19 kilitlenmelerinin sona ermesiyle gelen ekonomik toparlanmanın küresel enerji tüketimini artırdığını 2022 sonunda açıklamıştı: “Petrol, doğal gaz ve kömür piyasaları 2021'in ikinci bölümünde sıkılaştı ve talep, -yetersiz arza karşı itilen- fiyatları artırdı. Savaştan üç ay önce Kasım 2021'de ABD hükümeti stratejik petrol rezervinden ilk tahliyeyi açıkladı”. Burada, netleşen şeyin “önleyici olan yetersiz yatırımlar”ın yeterli yeni petrol ve gaz kaynaklarının geliştirilmesinin kısıtlanması olduğunu görüyoruz.

Bu yetersiz yatırımların hükümet politikaları ve düzenlemeleri için birkaç nedeni daha sıralanıyor: Çevresel, Sosyal ve Yönetişim ( ESG ) yatırımcıları tarafından dikkate alınan hususlar; yedi yıl içinde iki fiyat çöküşünün neden olduğu zayıf getiriler ve gelecekte talep konusundaki belirsizlikler -ki bunu şimdi LNG fiyatlarında yaşıyoruz.

100 trilyon dolar olan küresel ekonominin enerji temellerini tamamen değiştirmek kolay olmayacak, üstelik çeyrek yüzyıldan daha kısa bir sürede…

Yergin, enerji güvenliğini ilk zorluk olarak tanımlarken, zamanlamasını ikinci zorluk olarak ele alıyor. Ne kadar hızlı — ve — nasıl devam edilebiliriz? 2050 karbon emisyonu hedeflerinin önemli bir bölümünü 2030'a doğru hızlandırmak için üzerimizde çok fazla baskı olduğu muhakkak. Ancak denenen şeyin ölçeğinin fazla hafife alındığının da altını çiziyor ve ekliyor:

“Önceki enerji geçişlerinin hepsine baktım ve bunun başka hiçbir şeye benzemediğini gördüm. Önceki tüm geçişler, bu sefer birincil itici güç olan politika tarafından değil, büyük ölçüde ekonomik ve teknolojik avantajlardan kaynaklandı. Önceki geçişlerin her biri bir asırdan fazla bir süre boyunca ortaya çıktı ve hiçbiri şu anda öngörülen türde bir geçiş olmadı. Bu geçişin amacı sadece yeni enerji kaynakları getirmek değil, bugün 100 trilyon dolar olan küresel ekonominin enerji temellerini tamamen değiştirmek ve bunu çeyrek yüzyıldan daha kısa bir sürede yapmaktır. Bu çok büyük bir hırs ve şimdiye kadar böylesine bir şey denenmedi.”

Hatta bazı iktisatçıların; geçişin ölçeği çok büyük ve kapsamı geniş olduğu için, makroekonomik etkinin daha derin bir analize ihtiyaç duyacağı da hatırlatılıyor. Avrupa'nın ekonomik düşünce kuruluşu Bruegel'in kurucularından olan ekonomist Jean Pisani-Ferry, net karbon emisyonu azaltma hedeflerinin çok agresif bir şekilde hızlandırılmasının, genel olarak beklenenden çok daha büyük ekonomik kesintiler yaratabileceğini analiz etmişti. Pisani-Ferry, 2021'de, mevcut enerji krizi başlamadan hemen önce, “Krizin iyi huylu olması ve politika yapıcıların zor seçimlere hazır olması gerektiğini yazmış, daha sonra 2022'de de şunları eklemişti:

“İklim eylemi önemli bir makroekonomik sorun haline geldi, ancak iklim eyleminin makroekonomisi, kamuoyu tartışmaları için sağlam bir temel sağlamak ve politika yapıcılara yeterince rehberlik etmek için gerekli olan titizlik ve hassasiyet seviyesinden oldukça uzaktır.”

Yeni ‘Kuzey-Güney’ bölünmesi

Üçüncü zorluk, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında geçişin nasıl ilerlemesi gerektiği konusunda yeni bir Kuzey-Güney bölünmesinin ortaya çıkması noktasında düğümleniyor. 1970'lerin orijinal Kuzey-Güney bölünmesi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında servetin dağılımı ve özellikle metaların ve hammaddelerin fiyatlandırılması üzerinde sert bir çarpışma yaşatmış, bu çarpışma küreselleşme ve teknolojideki ilerlemelerle azalmıştı.

Yeni Kuzey-Güney bölünmesi, iklim ve geçiş politikaları, bunların kalkınma üzerindeki etkileri ve kümülatif ve yeni emisyonlardan kimin sorumlu olduğu ve kimin ödeme yaptığı konusundaki anlaşmazlıklara dikkat çekiyor. Ukrayna'daki savaşın tetiklediği küresel emtia şokları ve ortaya çıkan faiz artışları ve parasal devalüasyonlar özellikle gelişmekte olan ülkeler üzerindeki baskıları derinleştirdi.

COP (Conference of the Parties) zirvelerinde yaşananları da yakından izliyoruz. Hatırlayacağınız üzere, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında düzenlenen COP zirveleri, 21 Mart 1994 yılında başlamıştı.

Gelişmekte olan ülkeler için, emisyonların azaltılmasına tekil bir vurgu gibi görünen diğer acil önceliklerle -sağlık, yoksulluk ve ekonomik büyüme- ile dengelenmesi bekleniyor. Milyarlarca insan hala odun ve atıkla yemek pişiriyor, bu da iç mekân kirliliğine ve kötü sağlığa neden oluyor.

Hindistan’ın Petrol Eski Bakanı Dharmendra Pradhan'ın söyledikleri dikkat çekici: “Enerji geçişleri için birden fazla yol var. Hindistan, yenilenebilir enerjilere büyük bir taahhütte bulunurken, 60 milyar dolarlık doğal gaz dağıtım sistemini de inşa ediyor.” Görüldüğü üzere, gelişmekte olan ülkeler iç mekân kirliliğini azaltmak, ekonomik kalkınmayı ve istihdam yaratmayı teşvik etmek ve çoğu durumda doğal gaz kullanımını başlatmak ve genişletmek istiyorlar. Böylece kömür ve biyokütle yakmaktan kaynaklanan emisyon kirliliğinin ortadan kaldırılması hedefleniyor.

Bölünme özellikle konu finansal gelişmelere gelince de belirgin. Batı bankaları ve çok taraflı finans kurumları, boru hatlarının yanı sıra limanlar ve hidrokarbon gelişimi ile ilgili diğer altyapılar için finansmanı kapattı. Bir Afrika enerji bakanının sözleri bu anlamda dikkat çekici: “Finansa merdivenlerimiz kaldırılınca atlamamızı ve hatta uçmamızı istiyorlar.” Dünya nüfusunun yüzde 80'inin yaşadığı gelişmekte olan dünyanın bakış açıları ile Batı Avrupa ve Kuzey Amerika arasında bir denge bulma aciliyeti çok büyük anlayacağınız…

Yeni tedarik zincirlerinin yapılandırılması ve kritik minerallerin önemi büyük

Dördüncü zorluk, net sıfır için yeni tedarik zincirleri sağlamak şeklinde özetlenebilir. Yenilenebilir enerji kaynakları için büyük teşvikler ve sübvansiyonlar ile Amerika Birleşik Devletleri'nde Enflasyon Azaltma Yasası'nın geçişi; Avrupa'daki REPowerEU planı ve başka yerlerdeki benzer girişimler, rüzgâr türbinleri, elektrikli araçlar ve güneş panelleri gerektiren yenilenebilir enerji için yapı taşları olan kritik minerallere olan talebi tırmandırıyor.

IMF, Dünya Bankası, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), ABD Hükümeti, Avrupa Birliği ve Japonya bu tedarik zincirlerinin aciliyeti üzerine yoğun çalışmalar yaptırıyor. IEA, dünya ekonomisinin “karbon yoğun yakıtlardan süper şarj talebini karşılayacak mineral yoğun enerji sistemine” geçeceğini öngörüyor. Dahası, net sıfıra doğru yarış yoğunlaştıkça, kritik mineraller için rekabet Çin ve ABD arasında daha büyük bir güç çekişmesine sahne oluyor.

Fiyat ve ekonomik baskılar yüksek; etkileşimler büyük…

Bu dört zorluğun — enerji güvenliği, makroekonomik etkiler, Kuzey-Güney bölünmesi ve kritik minerallerin—  her birinin enerji geçişinin nasıl geliştiği üzerinde önemli etkileri olacaktır. Bu çelişkilerle uğraşmak kolay değildir ve birbirleriyle etkileşime girmektedirler, bu da etkilerini birleştirecektir. Ancak onları tanımak, enerji geçişini gerçekleştirmeye yönelik sorunların ve gereksinimlerin daha iyi anlaşılmasını teşvik edecektir.

Bugün; yirmi yıl veya daha fazla süredir öngörülen enerji geçişinin burada ve şimdi yapılması gerekiyor. Enerji dağıtımı zaman alıyor; kaynakların uzun vadeli sözleşmelere bağlı olması ise zorlukları katlıyor. Gelişmelere bir bakın: Avrupa jeopolitiği yeniden tanımlandı; enerji sektörü değişti; Rusya ve Çin ilişkileri yeni bir eksene oturdu. Bu enerji krizinin nasıl gelişeceğine ve fosil yakıt fiyatlarının daha ne kadar yüksek kalacağına dair büyük belirsizlikler yaşanıyor. Daha fazla enerji kesintisi ve jeopolitik parçalanma riskleri de cabası. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) WEO (World Energy Outlook 2022) kaynakları, yüksek yakıt fiyatlarının dünya çapında elektrik üretiminin ortalama maliyetlerdeki artışının %90'ını, doğal gazda ise tek başına %50'den fazlasını oluşturduğunu kaydediyor. Fiyat ve ekonomik baskılar yüksek… Bütün bunlar modern enerjiye erişimi olmayan insan sayısında da yeni kaygı ve baskıları körüklüyor.

Rusya'nın Avrupa boru hattı ihracatını başka pazarlara, örneğin Asya'ya kaydırması yakın vadede mümkün değil. Bununla birlikte, Avrupa'nın yakın vadede alternatif tedarik bulma yeteneği ise kısıtlı. Avrupa, 2022'nin ilk 8 ayında, 2021'in aynı dönemine kıyasla LNG ithalatını yaklaşık 45 bcm (billion cubic meter/milyar m3) artırdı. Bunu başarmasında Çin'deki görece durgun talep rol oynadı. Ancak, sıkı bir uluslararası pazardan artan LNG teslimatları, 2022 boyunca Rusya'daki teslimatlardaki azalmanın yalnızca küçük bir bölümünü karşılayarak, dikkatleri ve ayarlama yükünü sıkı bir şekilde Avrupa doğal gaz talebine odakladı.

Hatta Avustralya'daki bazı LNG tesislerinde çalışanların gelecek hafta greve gitmek için harekete geçmesinin ardından bu tesislerde üretimin aksayacağına yönelik endişelerin, arz sıkışıklığı yaşanan gaz piyasalarında nasıl ciddi bir tedirginlik yarattığını izliyoruz. Avrupa gaz fiyatlarında keskin yükselişler yaşandı.

Türkiye’nin ‘Enerji Gaz Merkezi’ olma potansiyeli 2023

Görüleceği üzere, günümüz ekonomileri, enerjide yeni arayış ve dönüşümlerin peşinde; Türkiye’nin enerji endüstrisi bu büyük dönüşümlerin en fazla yaşanacağı ülkelerden biri. Küresel, bölgesel ve ulusal enerji kodları ve geleceğe ışık tutacak gelişmeler odağımızda. Bu konuların objektif bir bakışla 2023 yılında paylaşılmasının son derece önemli olduğu düşüncesindeyim.

Türkiye, coğrafi konumu itibariyle enerji koridorlarının kesişim noktasında. Doğalgaz tedarik kaynakları ve pazarların / kıtaların birleştiği bir kesişimde ve zaten hali hazırda pek çok proje realize edilmiş durumda… Bu nedenle, ‘transit geçiş’ ve ticaret açısından da önemli bir konumda.

Bu nedenlerle, yazımızda, Türkiye’nin ‘Enerji Gaz Merkezi’ olma potansiyelini de irdelememiz gerekiyor.

Dünyamız çevresel performans, enerji güvenliği ve fiyat-maliyet-rekabet parametrelerinde yeni bir optimizasyona giderken, temiz enerji teknolojilerinin ülkemiz şartlarında uygulanması, finansal ve yatırımsal zorlukların günümüz küresel şartlarında hızla bertaraf edilmesi yüksek önemde. Bu bağlamda, ‘doğalgaz ve karbonsuzlaşma’ ile ‘mavi hidrojen’ ilişkisine odaklanılması ve bunun sektörel bir perspektifte endüstriyel bir bakış açısı ile analiz edilmesi yaşamsal.

Ülkemiz de ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ bağlamında; küresel enerji ve iklim etkenli uzun bir Net-Sıfır yolculuğu içinde… Oluşturulacak senaryolarda, 2030 ve 2050 durakları mühim; herkes için uygun fiyatlı, güvenilir, sürdürülebilir ve modern enerjiye erişimin sağlanması ‘enerjide gaz merkezi’ olma hedefiyle yakından örtüşüyor.

Türkiye, doğalgaz kaynaklarına yakın; Karadeniz sahasındaki gelişmelerin önemi ve geleceği ise gurur verici, değeri büyük. Türkiye siyasi ve ekonomik açıdan istikrarlı bir NATO ülkesi görünümünde; enerji yatırımları için güvenilir bir ülke olabilecek özelliklere haiz.

Aynı zamanda stratejik bir geçiş ülkesi… Türkiye geniş bir enerji altyapısına sahip ve enerji ticareti için gerekli olan boru hatları ve doğalgaz depolama tesisleri gibi stratejik altyapıları da var. Enerji ticareti için önemli bir köprü konumunda. Büyük bir enerji tüketici pazarına da sahip ve enerji talebi her geçen gün yükseliyor. Sıraladığımız bütün bu özellikler; Türkiye’nin enerji üreticileri ve tedarikçileri açısından önemli bir piyasa oyuncusu olma özelliğini ve potansiyelini pekiştiriyor.

Türkiye’nin ‘enerji gaz merkezi’ konumunun güçlendirilmesinde, elbette bir dizi zorluk da var… Bu zorluklar enerji stratejilerinin geliştirilmesi, rekabetçi bir piyasa yapısı, enerji politikalarının sürdürülebilirliği, finansman ve yatırım cazibesi, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gibi konularda düğümleniyor. Bir de kuzeyimizde devam eden Rusya ve Ukrayna Savaşı bütün bu belirsizlik ve zorlukları arttıran parametreler arasında yer alıyor.

Cam, demir çelik, alüminyum gibi enerji yoğun sektörler için özel bir yol haritası çıkarılması şart. Bu çerçevede doğalgazın önemi, temiz enerji yatırımlarını teşvik edecek bir yapıda ilerlenmesi ‘doğalgaz ve hidrojen’ ilişkisinin vurgulanması büyük önemde.

Son olarak, düşük karbon ekonomisine geçişte; kurum ve ürün bazında stratejilerin belirlenmesi ve riskler için adaptasyon stratejileri geliştirilmesi, bütün bu yapıların doğal gaz merkezi olma misyonumuzu nasıl etkileyeceğine bakılarak teknolojik altyapı hazırlıklarının gözden geçirilmesi ve etkilerinin hesaplanması oldukça yaşamsal.

‘SÜPERNOVA SÖYLEŞİ’mizin konuğu: SHELL ÜLKE Başkanı Ahmet ERDEM

İşte böylesine büyük bir dönüşümün içinden geçerken, global enerji oyuncusu SHELL şirketinin Ülke Başkanı Ahmet Erdem’i, SÜPERNOVA söyleşimizde sayfalarımıza konuk ettik; paylaşımları ve değerlendirmeleri ülkemiz için son derece önemli.

2023 bağlamında, gelinen noktayı ve atılan adımları doğru değerlendirerek, Türkiye’nin enerji sektöründe atacağı uzun vadeli yatırım ve politikalarla enerji gaz merkezi olma potansiyeline erişip erişemeyeceğini önümüzdeki yazılarımızda irdelemeye devam edeceğiz.

Türkiye’de tüm paydaşlarla etkileşimli holistik bir yapı kurmak üzere, piyasaların liberalleşmesiyle, 2001’de yola çıkmış, bilgiye dayalı işler yapmış biri olarak ifade etmek isterim ki, günümüz dünyasında, Türkiye’ye özgü senaryo hazırlıklarının bu alanda inşasının ve oluşturulacak yeni bir yol haritasının son derece önemli olacağı aşikârdır.

Sektörümüzdeki değişimlerin sektör oyuncuları tarafından nasıl algılanıp yönetildiğini araştırmaya, sonuçlarını okurlarımızla paylaşmaya devam edeceğiz.  Enerjide karar vericilerin küresel trendlere bakışını ve karşılaşılan zorluk ve fırsatları analiz ederek enerjide aydınlık yarınları hep birlikte inşa edebilmek dileğiyle,

YAZI HAKKINDA: Bu yazı; EKONOMİ GAZETESİ Enerji Yazarı Neslihan Gökdemir Ağar tarafından, 11 Ağustos 2023 tarihli gazetemizde yayınlanan TEE ‘DOĞALGAZ TEKNOLOJİLERİ VE HİDROJEN’ yayınına özel olarak hazırlanmıştır. SORU VE YORUMLARINIZ:

TEE/AYIN ENERJİ KİTABI

 Hidrojen Depolama Teknolojisi Malzemeler ve Uygulamalar 

Yazar: Lennie Klebanoff 

Yayıncı: CRC Press; 1. baskı (29 Kasım

2016)

İngilizce; 520 sayfa

Sıfır karbonlu, hidrojen tabanlı güç teknolojisi, güvenli ve sürdürülebilir bir enerji altyapısı için en umut verici ve uzun vadeli çözümleri sunuyor. Dünyanın önde gelen teknik uzmanlarının katkılarıyla, “Hidrojen Depolama Teknolojisi: Malzemeler ve Uygulamalar” hidrojen gazının depolanmasında yer alan çeşitli malzeme bilimi, fizik ve mühendislik yönlerini geniş ama birleşik bir açıklamasını paylaşıyor. Kitap, gelişmiş hidrojen depolama malzemelerini ve etraflarındaki sistemlerin nasıl oluşturulması gerektiğini anlamanıza yardımcı olacaktır.

İlk bölüm, hidrojen bazlı bir enerji taşıyıcısı ve depolama altyapısının nasıl olduğunu açıklıyor; gerekli yakıt kaynağı ve siyasi güvensizliklerin yanı sıra küresel iklim değişikliğini ele alıyor. İkinci bölümde, güç ve elektrik üretmek için içten yanmalı motorlar ve yakıt hücreleri de dahil olmak üzere yüksek verimli hidrojen dönüşüm cihazları açıklanıyor.

Kitap daha sonra hidrojen depolama teknolojisinde en son teknolojiye dalıyor. Katı hal tekniklerine vurgu yaparak son hidrojen depolama malzemeleri araştırmalarını ve hidrojen depolama yöntemlerini kapsıyor. Ayrıca kodları ve standartları gözden geçirirken ve sıfır emisyonlu, hidrojen yakıtlı güç sistemleri oluşturmak için mühendislik yaklaşımlarını araştırıyor.         

Lennie Klebanoff yakıt hücresi pazarının dönüşümüne öncülük ettiği Sandia Ulusal Laboratuvarları'nda bir bilim adamı; ABD Enerji Bakanlığı'nın Metal Hidride Mükemmellik Merkezi ve Extreme Ultraviyole Litografi programında Çevre Ekibi Lideri. Ayrıca Lehigh Üniversitesi’nde Kimya Profesörlüğü sırasında burada ‘spin’ x-ışını fotoelektron spektroskopisi tekniğini icat eden kişi. Berkeley, California Üniversitesi'nden fiziksel kimya alanında doktora derecesine sahip olan Dr. Klebanoff, 23 patente sahip ve 95'in üzerinde bilimsel makalesi bulunuyor.

Yılın İş Kitabı Ödülü 2023,

Birleşik Krallık ‘İş Kitapları’ Ödülü

Şifacı liderlik: 21. yüzyıl liderliği için yeni bir paradigma

Yazar: Nicholas Janni                             

Yayıncı: LID Publishing

Yayın Tarihi: March 24, 2022

192 sayfa; İngilizce

Bugünün liderleri mantık, muhakeme, muhakeme ve stratejik tahmin için büyük güçlere sahip olmalıdır. Yine de empatik olmaları ve dolayısıyla somutlaşmaları gerekir; temelli ve dolayısıyla sezgisel; mevcut ve dolayısıyla uyanık. Farkındalık ve derinlemesine dinleme konusunda becerikli, otantik bağlılıkları olan,  işbirliğine ilham verebilen, açık ve yürekten misyon ve amaç duygusuna sahip olmalılar - parçalanmanın olduğu yerde tutarlılığı ve bölünmenin olduğu yerde birliği yeniden sağlamalılar…

Nicholas Janni, ‘Şifacı Lider’ olarak bu yeni ve gerekli bir liderlik tarzı sunuyor. Kitap, içinde bulunduğumuz anın gerektirdiği 'beceri, yürek ve bilgeliği' bünyesinde barındıran yeni bir liderlik biçimine yönelik hem teorik hem de pratik bir haritanın ana hatlarını çiziyor. Janni'nin tanımladığı yol, daha önce kâr maksimizasyonuna ve "sonsuz" ekonomik büyümeye yönelik tehlikeli yolculuğumuz sırasında bir kenara atılan ve unutulan doğuştan gelen insan kapasitelerini - fiziksel ve duygusal, bireysel ve kişilerarası - yeniden uyandırmak için tasarlanmış bir entegrasyon ve restorasyon yoludur. Kendimizi lider olarak büyütmenin ve kuruluşlarımızı iyileştirmenin bir yolu...

Hidrojenin renk spektrumu                     

Hidrojen görünmez bir gazdır. Bu nedenle, renkli açıklamalara rağmen, farklı hidrojen türleri arasında görünür bir fark yoktur; düşük karbonlu ekonomiye geçişte çevresel etkileri fark yaratır.

Yeşil hidrojen, suyu elektrolize etmek için güneş veya rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından temiz elektrik kullanılarak üretilir. Elektrolizörler, suyu hidrojen ve oksijen bileşenlerine bölmek için bir elektrokimyasal reaksiyon kullanılarak gerçekleşir ve sıfır karbondioksit yayar. Yeşil hidrojen şu anda toplam hidrojenin ancak küçük bir yüzdesini oluşturmaktadır.

Mavi hidrojen, doğal gaz ve ısıtılmış suyu buhar şeklinde bir araya getiren ‘buhar reformu’ adı verilen bir işlem kullanılarak esas olarak doğal gazdan üretilir. Çıktısı hidrojendir, ancak karbondioksit de bir yan ürün olarak üretilir. Mavi hidrojenin tanımında karbon tutma ve depolama ( CCS ) ile bu karbonu yakalamak ve depolama işlemi vardır.

Mavi hidrojen bazen ‘düşük karbonlu hidrojen ’ olarak tanımlanır, çünkü buhar yenileme işlemi aslında sera gazlarının oluşmasını engellemez.

Hidrojen üretiminin en yaygın şekli gri hidrojen olup, buhar metan reformu kullanılarak, yakalanmadan, doğal gazdan veya metandan oluşturulur.  Gri hidrojen esasen mavi hidrojenle aynıdır, karbon tutma ve depolama kullanılmayan bu ad verilir.

Hidrojen üretim sürecinde siyah kömür veya linyit ( kahverengi kömür ) kullanarak üretilen ise siyah ve kahverengi hidrojen olarak bilinir.   Hidrojen spektrumundaki yeşil hidrojenin mutlak zıttıdır ve çevreye en zararlısıdır.

Sadece bir şeyleri karıştırmak için, ‘gazlaştırma’ işlemi yoluyla fosil yakıtlardan yapılan herhangi bir hidrojene bazen birbirinin yerine siyah veya kahverengi hidrojen denmektedir.

Pembe hidrojen, nükleer enerji ile çalışır ve elektroliz yoluyla üretilir. Nükleerden üretilen bu hidrojene mor hidrojen veya kırmızı hidrojen de denebilmektedir.

Ek olarak, nükleer reaktörlerden çok yüksek sıcaklıklar, daha verimli elektroliz veya fosil gaz bazlı buhar metan reformu için buhar da üretilerek diğer hidrojen üretimlerinde kullanılabilmektedir.

Bu, hidrojen renk çizelgelerine yeni bir giriş ve üretim henüz ölçekte kanıtlanmadı. Turkuaz hidrojen, hidrojen ve katı karbon üretmek için metan pirolizi adı verilen bir işlem kullanılarak yapılır. Gelecekte, turkuaz hidrojen, yenilenebilir enerji ile çalışan termal işleme ve kalıcı olarak depolanan veya kullanılan karbona bağlı olarak düşük emisyonlu bir hidrojen olarak değerlenebilir.

Sarı hidrojen, elektroliz yoluyla yapılan hidrojen için nispeten yeni bir ifadedir güneş enerjisi kaynaklıdır.

Beyaz hidrojen, yeraltı yataklarında bulunan ve fracking yoluyla oluşturulan doğal olarak oluşan, jeolojik bir hidrojendir. Şu anda bu hidrojeni kullanmak için hiçbir strateji yoktur.

Karbon Yakalama ve Depolama (Carbon Capture and Storage - CCS)

Karbon Yakalama ve Depolama (Carbon Capture and Storage), küresel ısınmanın üstesinden gelmenin anahtarı olabilecek karbon emisyonlarını azaltmanın yollarından biri. Üç aşamalı bir süreci kapsıyor. Enerji üretimi veya çelik, çimento gibi endüstriyel faaliyetlerle üretilen karbondioksitin yakalanması; taşınması ve yeraltında saklanmasından oluşuyor… Bu karbon daha sonra üretildiği yerden, gemi veya bir boru hatlarında taşınır ve jeolojik oluşumlarda yeraltında derinlerde depolanır.

CCS küresel ısınmayı önlemeye nasıl yardımcı olabilir?

Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli ( IPCC ), Paris Anlaşması'nın hedeflerine ulaşacak ve gelecekteki sıcaklık artışlarını 1.5 ° C ( 2.7 ° F ), emisyonları azaltmak için çabaları arttırmaktan daha fazlasını yapmalıyız – karbonu atmosferden çıkarmak için de teknolojiler kullanılması gerekiyor. CCS bu teknolojilerden biri olarak gösteriliyor ve bu nedenle küresel ısınmayla mücadelede önemli bir rol oynayabilir.

Karbon Yakalama, Kullanım ve Depolama (Carbon Capture, Usage and Storage - CCUS )

Karbon yakalama, kullanma ve depolaması (CCUS), CO2'in endüstriyel ve enerji ile ilgili kaynaklardan ayrılması, bir depolama yerine taşınması ve son olarak atmosferden uzun süreli izolasyonundan oluşan bir süreçtir. Fikir şu ki, karbon depolanmak yerine, endüstriyel işlemlerde örneğin plastik, beton veya biyoyakıt haline dönüştürülerek yeniden kullanılabilir. Karbon Yakalama, Kullanım ve Depolama (CCUS), endüstriyel faaliyetlerin yaydığı yüksek CO₂ konsantrasyonlarını yakalayabilen ve etkili bir şekilde kullanabilen bir teknolojidir.

Kaynak: Global CCS Institute

Tüm yazılarını göster