Büyümek için üretmek, üretmek için ürettiğinin satılması, yani talebin olması gerek. Klasik iktisatçılar bu ilişkiyi piyasaya bırakmışlardı. Hatta bunu yasa haline getirdiler; “Her arz kendi talebini yaratır”. Biz iktisatçılar da bunu öğrencilerimize Say Yasası (J. B. Say’in sözü olduğu için) diyerek öğrettik.
Kapitalizmde, kimi zaman arzın talebi yaratmadığını 1929 krizi ile öğrenmiştik. Sorunu çözmek için ‘piyasaya devlet müdahale etsin’ dendi, böylece sisteme yeni bir yön verildi (Bunu da J.M. Keynes yaptı). Kapitalizm, daha sonra talebi (1980 sonrası) yaratmak için finansal serbestleşmeyi önümüze koydu. Talep ettiğin malı alamıyorsan, borçlan dendi. Adeta “Tanrı yeniden finansal sistemi kullarına bağışladı” diyerek, gelişmişi, az gelişmişi fark etmeden ülkeler (devlet), özel sektör, bireyler ve hane halkları borçlandı. Sonunda bu borç yükü başımıza 2008 krizi olarak çöktü, hala da kalkmadı her geçen gün de ağırlığı artıyor.
Küresel borçlanma zirve yaptı
Hafta başında Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) küresel borç görünümü başlıklı raporunu yayınladı. Raporu okuyunca görüyoruz ki, hala talebin artması için borçlanma (borçlandırma) politikaları devam ediyor. Raporda yapılan saptamalardan bazıları şöyle:
-2019 yılının üçüncü çeyreğinde küresel ekonominin toplam borcunun/GSYH oranı yüzde 322’ye tırmanırken, borç stoku da 253 trilyon dolara ulaştı. 2020’nin ilk çeyreğinde de bu stokun 257 trilyon dolar olacağı öngörülmekte.
-Borçlanmada 69,2 trilyon dolar ile kamu kesimi ilk sırayı alırken, finansal kesim 61,5 trilyon dolarlık borç stokuna sahip.
-Bu büyük borç yükünün 72 trilyon dolarlık kısmı gelişmekte olan ülkelere ait, borçlanma oranı da yüzde 222.
-Gelişmiş ülkelerin borç stokunun 52,5 trilyon dolarlık kısmı kamu kesimine aitken, yükselen ekonomilerin kamu borç stoku 16,7 trilyon dolar düzeyinde.
-Gelişmekte olan ülkeler arasında Mısır, Türkiye ve Arjantin’in borç stoku iç borçlanmaları daha çok ulusal paraları cinsinden olduğundan, döviz kuru artışı ile birlikte borç stokları dolar cinsinden düştü. Türkiye’de borç stoku artan kesim kamu olurken, kamunun borçlanma oranı 2018’de yüzde 14,6 iken, 2019’da yüzde 15,2’ye yükseldi.
-2018’in üçüncü çeyreğinden, 2019’un üçüncü çeyreğine borcu en çok artanlar arasında Çin ve Güney Kore başı çekiyor.
-Gelişmiş ülkelerin borç stoku 180 trilyon dolar, borçlanma oranı da yüzde 382’ye ulaşırken, borç stoku düşen ülkeler Fransa, Kanada ve Finlandiya.
-2020’de ödenecek borç toplamı 19 trilyon dolar. Rapora göre 2020 yılında dünya ekonomisi ciddi bir borç ödeyememe riski ile karşı karşıya. Ödenecek olan borcun yüzde 30’u yükselen ekonomilere ait. Bu ödeme yükünde başı Çin, Hindistan ve Brezilya çekiyor. Gelişmiş ülkeler arasında bu yıl en çok borç ödemesi yapacak olanlar ise ABD, Japonya ve Almanya.
Rapordan aktarılacak çok veri var. İstenirse internet sitesinden okunabilir.
(https://www.iif.com/Research/Capital-Flows-and-Debt/Global-Debt-Monitor). Ancak bu veriler borçlanma sorunun baş ağrıtmaya devam edeceğini göstermekte. Bu köşeyi takip edenler daha krizin başında ‘önümüzdeki yıllarda küresel ekonominin en önemli sorununun borçlanma, işsizlik olacağını’ yazdığımızı anımsar. Yani miyop değilmişiz.
Ana akım politikalar çözümsüz
Her iki sorunun da bilinen IMF odaklı, ana akım iktisat politikalarıyla çözülemeyeceği ortaya çıktı. Özellikle borçlanma artırılarak talep yaratma politikası iflas etti.
Mevcut borç görünümünden kazançlı çıkanlar bankalar ve yüksek likidite ile çalışan, vergi cennetlerinde parasını değerlendiren yüksek teknoloji (high-tech) şirketleri. Sorunun çözümü de bu iki kurumsal yapılanmadan geçiyor. Bunun içinde özellikle gelişmiş büyük ekonomilerde refah ekonomisinin ne demek olduğunu bilen liderlere ve siyasal partilere ihtiyaç var. Ne yazık ki, halen bu ülkelerin yönetimlerinde (dayandıkları güçler nedeniyle) neoklasik iktisat politikalarına iman etmiş partiler ve (Trump, Macron, Johnson gibi) liderler var. Diğer ülkeler ise devlet/yandaş kapitalizmine mahkum olmuş durumdalar (Çin, Brezilya, Rusya, Hindistan).
Sorun her geçen gün ağırlaşmakta ancak çözüme yönelik adımlar mevcut yapılanma nedeniyle atılamıyor. Yani beklemeye devam edeceğiz ya da sazı elimize alacağız.
Okuma Önerisi, Barry Eichengreen, Aynalı Salon.