Küresel değer zincirlerinde akıllı çeşitlenmeyi (smart-shoring) atlamasak bari

Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Dünya yeniden yapılanırken doğrusu Türkiye pek sarsak duruyor. Ne yaptığını bilmiyormuş gibi sanki. Bir o yana, bir bu yana savrularak sanki hareket ediyormuş gibi yapıyoruz bir süredir. Sonuç ortada. Memleket “Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, sonra bir de baktık ki başladığımız yerdeyiz,” bu kadar “bereketsiz hareket” nereden çıktı bıkkınlığında. Millet ise “öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” oldu bu arada.

Halbuki son derece önemli bir kavşak noktasındayız. Dünya yeniden kuruluyor ve küresel değer zincirlerinin yeniden yapılanması tam da bu günlerde tartışılıyor. Küresel değer zinciri tartışması geçen hafta Vaşington’daydı. Atlamamak lazım. Türkiye’nin bir an önce bu işe odaklanması lazım. Öncelik nedir? Nereye odaklanmamız gerektiği konusunda kafamızın açık olması. Öyle miyiz? Hayır.

Bu yıl G20 Bakanlar Bildirgesi çıkmadı

Geçen hafta Vaşington’da IMF ve Dünya Bankası’nın 2022 yılı Bahar Toplantıları ile G20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları Toplantısı vardı. Ayrıca Dünya Bankası Kalkınma Komitesi (DC) ve Uluslararası Parasal ve Finansal Komite (IMFC) toplantıları da vardı. Doğrusu ortadaki küresel karmaşayı yakından takip etmek için güzel bir dönemdi.

İlk dikkati çeken husus nedir? Beni asıl şaşırtan husus, işin bildirgeler tarafı oldu. G20 söz konusu olduğunda Türkiye artık orada mı yok mu diye tartıştık ama işin bu tarafına pek bakmadık. Halbuki G20 küresel olarak önemli ekonomilere sahip ülkeleri içeriyor. Türkiye’nin bu anlamda önemi azalmadı, tam tersine arttı. Türkler farkında olmayabilir ama vaziyet böyleyken böyle.  

Daha önce bir örneği var mı hatırlamıyorum, en azından ben bugüne kadar hiç denk gelmedim ama bu yıl ilk defa G20’de Bakanlar Bildirgesi yayımlanmadı. G20 Dönem Başkanı Endonezya’nın internet sitesinde, en son Şubat’taki Bakanlar toplantısının bildirgesi var. Bu toplantı tam da Ukrayna-Rusya savaşının öncesinde olmuştu, ülkeler o vakit birlikte karar alabiliyordu. Nisan ayında ise, G-20 Bakanlarının hepsinin üzerinde mutabık kaldığı bir bildirge çıkmadı. Neden? Kimse Rus bakanla konuşmadığından herhalde. Zaten Rus maliye bakanı konuşurken, katılımcıların bir bölümü toplantı salonunu terk etti. Ne ekersen, onu biçersin.

Benzer durum ilgili bakanların katılımıyla toplanan Dünya Bankası Kalkınma Komitesi ve Uluslararası Parasal ve Finansal Komite için de geçerli. Genellikle bu komitelerde de tüm üyelerin mutabık kaldığı ortak bir çerçeve dokümanı göremiyoruz. Mesela, Uluslararası Parasal ve Finansal Komite yaptığı duyuruyu, Bildirge yerine, Başkan’ın Özeti olarak duyurmayı tercih etmiş.

Sadece bu gelişmelere baktığımızda bile, küresel ekonomik yönetişimin şu aşamada kafasının karışık olduğunu, birlikte hareket etme kabiliyetinin kalmadığını söylemek pekâlâ mümkün. Peki, nereye gidiyoruz, neler bizi bekliyor?

Akıllı olamaz mıyız?

Bu hızlı dönüşüm döneminde, Türkiye’nin küresel ekonomik gündemde takınacağı tavır ve ortaya koyacağı argümanlar kritik öneme sahip. Neden? Mesela, küresel değer ve arz zincirlerindeki değişimi iyi anlamak gerekiyor. Önce salgın, sonra da savaşla birlikte çok uluslu şirketlerin üretim merkezlerini çeşitlendirmeleri gündemin ana konusu. Bunu bir ara, “artık üretim tesisi kurduğunuz yerde pandemi nasıl yönetiliyor, Sağlık Bakanlığı işinin ehli mi?” konusu kritik önemde diye bir açıdan anlattığımı hatırlıyorum.

Bakın artık, yeni yeni kavramları tartışmaya başladık. Offshore ile başlayıp, reshore, friendshore ve allyshore derken, siyasi saiklerin yanısıra yerel idarenin yönetim kapasitesinin, yönetişim kabiliyetinin ekonomi politikasını çok daha güçlü bir şekilde yönlendirmesine tanıklık ediyoruz. Kural hakimiyeti kadar önemli bir ek değişken haline geliyor yönetişim kabiliyeti.

İşte tam da bu noktada, Nisan ayı IMF Küresel Ekonomik Görünüm raporunun dördüncü bölümü dikkatimi çekti doğrusu. Yapılan analitik çalışmaya göre, arz kaynakları çeşitlendikçe, küresel ticaret de bundan kazançlı çıkıyor. IMF uzmanları bu durumu bir modelle simüle de etmiş. İki farklı senaryonun dikkate alındığı çalışmada, ilk senaryoyu “tek ve büyük girdi tedarikçisi ülkede ciddi arz şoku yaşanması” olarak belirlemişler. İkinci senaryolarında ise, “farklı tedarikçilerin olduğu birden fazla ülkede arz şokları yaşanması” durumunu analiz etmişler.

İki farklı gruba da aynı şoku verdiklerinde, ortalama bir ekonominin birinci senaryoda binde 8, ikinci senaryoda ise binde 4 daraldığını hesaplamışlar. Üretim zincirinde çeşitlenme arttıkça, şokun getirdiği dalgalanmanın boyutu ve ekonomik etkisi azalıyor. Nedir? Değer zincirinizin bir aşamasında bir tek Çin’e dayalı olarak faaliyet gösteriyorsanız, Çin kaynaklı, Çin’in yönetim becerisi kaynaklı riske çok fazla açık oluyorsunuz. Küresel değer zincirlerinde “bütün yumurtaları aynı sepete koymama” dönemine giriyoruz. Bu nedir? Küresel değer zincirlerini yeniden yapılanmaya iten güçlü bir neden var artık.

Küresel değer zincirlerinde akıllı çeşitlenme (smart-shoring) zamanı

Peki, bölgesel çeşitlenme neye göre olacak? Çokuluslu şirketlerin, ana merkezlerine geri dönmesinin (reshoring), bölgesel çeşitlenmeyi artırmak bir yana, daha da azaltacağı sanırım çok net. Üretimin bir bölümünü siyaseten iyi ilişkide olduğunuz ülkelere kaydırmak da (allyshore, friendshore) ekonomik açıdan her zaman çok verimli sonuçlar doğurmayabilir. Zira her ülkenin kendine has karşılaştırmalı üstünlükleri, iş yapabilme kabiliyeti, gelişim ve dönüşüme uyum sağlama niteliği farklı. Dolayısıyla bu bölgesel çeşitlenme eğiliminin, ayakları yere basan sağlam bir kavramsal çerçeve dâhilinde yürütülmesi lazım. TEPAV iktisatçıları bir süreden beri bu kavramsal çerçeveyi “smart-shoring” (akıllı çeşitlenme) diye adlandırıyorlar. Bu aralar TEPAV’ı ziyaret eden yabancılar biliyor. Madem akıl çağında yaşıyoruz, çeşitlendirmemiz de akla uygun olmalı değil mi?

Smart-shoring ile Türkiye’nin bugün sahip olmadığı kabiliyetlere sıçrayabilmesi için önüne inanılmaz bir fırsat geliyor aslında. Dış ticarette “ticaret bayrağı” takip eder döneminden, “ticaret yabancı yatırımları takip eder” dönemine zaten geçmiştik. Şimdi değer zincirlerinde akıllı çeşitlenme ile birlikte daha önce Türkiye’de üretilmeyen birtakım ürünleri içeren yatırımların Türkiye’ye gelmesi için somut bir imkan ortaya çıkıyor aslında. Bunu yeşil finansman ve yeşil mutabakat süreci ile bağlarsanız ortadaki büyük şansı görebilirsiniz. Projeleri hemen hazırlamaya öncelikleri belirlemeye başlayabiliriz.

Peki, sorun nerede?

Sorun içinde debelendiğimiz çukurda aslında. Buraya en son Türkiye’ye net doğrudan yabancı sermaye akımlarının durumunu gösteren grafiği koyayım. Kendiniz bakın. Memlekete doğrudan yabancı sermaye akımında bir problem var. Kural hakimiyetinden yargının bağımsızlığına, keyfilikten yatırımlara para koymadan ortak olma hevesine bir dizi eski dünya problemi, Türkiye’nin yeni dünyaya intibakını zorlaştırmıyor, ayan beyan engelliyor.

Rakamlara bakın ve ağlayın. Net doğrudan yabancı sermaye yatırımları 2002’de neredeyse, şimdi de oralarda. Nedir? Sıfıra yakın bir yerlerde. Memleket söz konusu olduğunda, halimiz “az gittik uz gittik dere tepe düz gittik sonra bir de baktık ki başladığımız yerdeyiz” durumudur dediğim işte bu. 2002’de neredeysek şimdi de oradayız.

Neden bu rakamlar böyle? Çünkü mevcut doğrudan yatırım rakamlarından vatandaş olmak için yapılan gayrimenkul yatırımlarını ve Türkiye’den dışarıya yönelen yatırımları çıkarıyoruz. Gayrimenkul yatırımları yalnızca vatandaşlık satın almak için yapılıyor, orada Türkiye’nin ihracat kapasitesini artıracak bir akıl ya da çaba yok.

Ne var? Türkiye’de, özellikle İstanbul’da, gayrimenkul fiyatlarını ve ev kiralarını doğrudan dolara endeksleyen bir süreç var. Bir taraftan Kur korumalı mevduat ile dolarizasyon ile mücadele ettiğini söylerken, ev fiyatlarını ve kiraları da ek enstrümanlar olarak dolarizasyon sürecine ekleyen bir akıldışılık ortadaki.

Sonuçta ne oluyor? Millet için ev sahibi olmak, ev kirayabilmek, ev açabilmek imkansız hale geliyor. Millet artık “öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” oldu bu ara listesine “dolarla vatandaşlık satışını inşaat üzerinden yapma”yı da ekleyebilirsiniz. Yalnızca para alsak etkisi aynı olmaz benim gördüğüm. Hep o aynı önünü sonunu düşünmeden iş yapma sendromu bizi bu çukurun içinde debelendiren.

Ben bunlara eskiden iyi niyetle iktisat politikası hatası derdim. Bilmiyorlar ondan hata yapıyorlar gibi bir nevi. Miki Maus ekonomistleri demeye öyle başlamıştım. Artık öyle düşünmüyorum doğrusu. Bu kadar arka arkaya, bu kadar sık aralıklı hata, hatayı yapanların aslında işlerini bildiklerini ama yalnızca memleketi pek sevmediklerini ya da ciddiye almadıklarını düşündürtüyor bana artık doğrusu.

Türkiye’nin küresel ekonomik gündeme ilişkin tartışmalarda güçlü argümanlara ihtiyacı var. Yeni durumlar yeni stratejiler gerektiriyor. Aksi durumda, önümüzdeki dönemde sadece dünyanın ilk 20 ekonomisi listesinden düşmeyi değil, küresel ve bölgesel entegrasyonda giderek artan oranda güç kaybetmeyi de konuşmaya başlayacağız. İşte asıl o vakit, G20 için bir mana ifade etmeyeceğiz. Not edeyim. Aklınızda kalsın.

Tüm yazılarını göster