Kuraklık ve su sorunu göçlere, savaşlara neden olabilir mi?

Ali Ekber YILDIRIM TARIM DÜNYASINDAN

Ülkenin bir yanı kuraklıkla kavrulurken diğer yanı sel felaketinde canlarını yitiriyor. Güneydoğu ve Doğu Anadolu, İç Anadolu, Akdeniz ve Ege Bölgesi'nin bir bölümü çok şiddetli kuraklık yaşıyor. Bu bölgelerde, buğday, arpa, bakliyat ürünleri başta olmak üzere kuraklık nedeniyle ciddi ürün kayıpları, zararlar oluştu.

Üretici bulabildiği miktarda su ile üretim yapmak zorunda kaldı. Su olan bölgelerde ilave sulama nedeniyle enerji maliyetleri iki üç kat arttı. Ekonomik ve ekolojik olarak ciddi sorunlar yaşanıyor.

Karadeniz Bölgesi ise özellikle Rize, Artvin, Giresun gibi yerleşim yerlerinde ise sel felaketi nedeniyle can kayıpları yaşandı.

Sorun Türkiye'ye özgü değil. Dünyanın en önemli sorunlarından birisi iklimdeki değişikliğe bağlı olarak yaşanan kuraklık, çölleşme ve sel gibi doğal afetler. Bütün bunların sorumlusunun da yine insanlar olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Almanya, Belçika başta olmak üzere Avrupa'da, Çin'de sel felaketleri daha fazla can aldı.

Kuraklık konusunda İran, Amerika ve daha birçok ülke ciddi sıkıntılar yaşıyor. İran'da halk deyim yerindeyse ayaklandı, sokaklara döküldü.

Uyarılar ciddiye alınmadı

Yıllardır yapılan uyarılar dikkate alınmadı. Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) raporları, üniversitelerin, sivil toplum örgütlerinin, bilim insanlarının raporları, saha çalışmaları yıllar öncesinden bugünlerin yaşanacağına işaret ediyordu. Fakat gerekli önlemler alınmadı.

İstanbul Teknik Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Miktad Kadıoğlu yıllardır bu konulara dikkat çekiyor ve iklimin suçlanmasının yanlış olduğunu asıl suçlunun insanlar olduğunu belirtiyor. Yanlış tarım politikaları ile tarımsal üretimin yoğun olduğu bölgelerde su kaynakları kurutuldu. Sel felaketlerinin yaşandığı Karadeniz'de derelerin ıslahı yerine dereler imara açıldı. Hidroelektrik santralleri ile dereler adeta kurutuldu. Doğal denge bozuldu. Yağış rejimi değişti. Buna benzer yapılan yanlışların faturası bugün sel, kuraklık ve çölleşme olarak yaşamımızı olumsuz etkiliyor.

Türkiye topraklarının yüzde 65'i çölleşme riski altında

Bu yılın başında NASA'nın yayınladığı haritaya göre, Türkiye topraklarının yüzde 13'ü şiddetli, yüzde 52'si orta düzeyde çölleşme riski altında. Çölleşme demek, ekonomik ve biyolojik olarak üretken arazilerin daha az üretken hale gelmesi anlamına geliyor. Çölleşen topraklarda üretim yapmak çok zor ve ekonomik olmaktan çıkıyor. Türkiye gibi girdi maliyetlerinin bu denli yüksek olduğu bir ülkede normal verimli arazilerde bile üretim yapmak zor. Çölleşmenin olduğu alanlarda araziler tamamen kaybediliyor. Bugün ekonomik sorunlar, yüksek girdi fiyatları nedeniyle ekim yapamayan çiftçi, çölleşmenin yaşandığı topraklarda yarın öbür gün girdi fiyatları uygun olsa bile ekonomik olarak üretim yapamayacak.

Kıtlık olur mu?

Geçmiş yıllarda pek sorulmayan ama koronavirüs ile birlikte endişe yaratan bir soru artık sıklıkla sorulmaya başlandı: Türkiye'de kıtlık, açlık olur mu?

Eskiden bu soruya güler geçerdik. Ama bugün aynı rahatlıkta kıtlık, açlık olmaz diyemiyoruz. Gerekli önlemler alınmazsa, tarımsal üretim politikalarında değişiklik yapılmazsa, çiftçi ürettiği üründen para kazanamazsa ve üretimden vazgeçerse kıtlık da olur, açlık da olur.

Meraların yarısından fazlası erozyon riski altında

Tarım topraklarını kentleşme, altyapı yatırımları, turizm, konut, sanayi gibi yatırımların baskısı ile kaybediyoruz. Tarım arazileri amaç dışı kullanıma açılıyor. Bir yandan da kalan tarım toprakları kuraklık, çölleşme ve erozyon baskısı altında. TEMA Vakfı yıllardır erozyona, çölleşmeye karşı tarım topraklarını korumak ve bu konuya dikkat çekmek için adeta çırpınıyor. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 40'ı mera alanlarının ise yarısından fazlası erozyon tehlikesi ile karşı karşıya. Bunlara yönelik önlemler alınmadığı taktirde artan nüfusa karşın tarım topraklarının yok olması, ekolojik ve ekonomik olarak üretim yapılamaz hale gelinmesinin sonu elbette kıtlık ve açlık olur.

Kuraklık "afet" olarak kabul edilmiyor

Bu yıl ülkenin çok büyük bölümünde olağanüstü kuraklık yaşanıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde "Kürsel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu" kuruldu. Komisyonun, bilim insanları ile yapılan görüşme tutanakları incelendiğinde, Türkiye'deki ortalama yağış miktarı konusunda bile henüz net verilerin ortaya konulamadığını görüyoruz.

Bakanlık ve ilgili kurumların yapısındaki değişiklikler bir dağınıklığa, sorunun ve konunun sahipsiz kalmasına neden oluyor. Bu değişiklikler kurumsal hafızayı, bilgi birikimini yok ediyor. Tarım ve Orman Bakanlığı, Devlet Su işleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü, Su Yönetimi Genel Müdürlüğü, Meteoroloji genel Müdürlüğü, Türkiye Su Enstitüsü gibi çok sayıda kurum ve kuruluş var. Bunlar arasındaki koordinasyon bile sağlıklı olarak sağlanamıyor.

Bu konuda kesinlikle havza bazlı yönetim anlayışının benimsenmesi ve uygulanması gerekiyor. Ama bu konuda da ne yazık ki henüz yolun başında bile değiliz.

Yapılan tek şey masa başında eylem planlarının hazırlanması. Eylem planı çok ama eylem yok. Kaldı ki eylem planları ile ilgili de ciddi eksiklikler var.

Kuraklık en fazla zarar veren ikinci afet

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Çiçek, Küresel İklim Değişikliği Araştırma Komisyonu'na bilgi verirken, Afet Kanunu'nun 1959 yılında çıkarıldığını hatırlatarak özetle şu bilgileri veriyor: "Bizim esas kanunumuz 1959 yılına dayanan Afet Kanunu. Kanununda daha çok deprem, yangın, su baskını, yer kayması gibi unsurlar tanımlanıyor ve daha çok da binaya ve insana zarar veren olaylar tanımlanmış durumda. Bu kanunda kuraklık tanımlanmıyor. Dolayısıyla, devletin yaptığı pek çok afet planlaması belgelerinde de projelerde de kuraklık konusu birkaç cümleyle geçiştirilerek gidiyor. Ayrıntılı bir tanımlama ve uygulamaya dönük yapılar yok. Ama baktığımız zaman, kuraklık, Birleşmiş Milletler tarafından da klimatolojik afetler içerisinde tanımlanmış bir doğal afettir. Dünyadaki afetlere baktığımız zaman, 2000 - 2019 yılları arasında en fazla zarar veren afet, yüzde 41 oranında, 1.6 milyar dolar civarında bir hasarla taşkınlar, fırtınalardır ama bundan sonra yüzde 35 oranıyla kuraklık gelir. Kuraklık 1,4 milyar dolar civarında zarar vermiştir. Ama kuraklığın bir şeyi var, öldürmez kolay kolay. O yüzden de baktığımız zaman, kuraklık öldürme oranında çok geridir, ölümlere sebebiyet verme, etkileme oranında vesaire oranında çok önemlidir ama öldürme bakımından düşük olması nedeniyle afetler arasında geri planda kalan bir unsur olarak tanımlanmaktadır."

Neler yapılmalı?

Prof. Dr. İhsan Çiçek bir kuraklık yönetimi planında olması gerekenleri şöyle sıralıyor: "O yılki meteorolojik koşullar; o yılki tarımsal ve stok koşullarımız; su kaynakları, suya olan talep, su kirliliği, su stresi ve ruhsatsız kuyuların durumları; çevresel etkiler, havzaların amaç dışı kullanımı; çiftçinin baş edebilmesi için gelir durumu ve olayın şiddeti, ölçeği. Şimdi, biz kuraklık planlarımızı yapıyoruz, kuraklıkla ilgili kurul oluşturuyoruz, kuraklıkla ilgili hazırlık planlarını yapıyoruz, amaçlarımızı, hedeflerimizi çok güzel belirliyoruz ama mesela, paydaş katılımını iyi yapmıyoruz. Kaynakların envanterinin çıkarılmasında bazı sıkıntılarımız var. Bunun organizasyon planlarının iyi geliştirilmesi ve kuraklık planları hazırlanması lazım. Bunu hazırlıyoruz ama bunun bilimsel, kurumsal boşluklarını doldurmakta bazen sıkıntılar çekiyoruz.

Bilim ve politikayla entegre edilmesinde sıkıntımız yok sayalım. Kuraklığa hazırlık planının duyurulması ve kamu bilincinin oluşturulması, bunda sıkıntımız var bizim. Yani hazırlık planları konusunda halkın, katılımcıların ne kadar bilgisi vardır, burada sıkıntı var. İnsanlara kuraklık hakkında bilgi verilmeli, bunun çok iyi yapılması lazım ve bizim yapmadığımız bu kuraklık planı ne kadar çalışıyor, bunun geri dönüşümlerinin yapılıp yeniden kuraklık planının gözden geçirilmesi lazım. Yani sürekli olarak maruziyet, azaltım ve izleme politikalarının geri dönüşümlü olarak muhakkak çalışması lazım ve bunun gerçekten de iyi kişiler tarafından yapılması lazım."

Özetle, insan faaliyetlerinin neden olduğu en büyük doğal afetler olarak yaşanan kuraklık, sel, çölleşme, su sorunu geleceğimizi, çevreyi, doğal yaşamı, gezegeni tehdit ediyor. Gerekli önlemler alınmazsa yakın gelecekte çok ciddi göçler, sosyal ve siyasal karışıklıklar, su savaşları yaşanabilir mi? sorusuna yanıt bulmamız gerekiyor.

İran'da halk sokağa döküldü

Komşumuz İran'daki kuraklık ve su sorunu halkın isyanına, eylemlere neden oldu. İran Meteoroloji Kurumu Kriz Yönetimi Ulusal Merkezi verilerine göre, yağış miktarında geçen yıla göre yüzde 60-70 oranında azalma var. Ülkenin güney ve doğusundaki pek çok bölgede su sıkıntısı yaşanıyor. Özellikle Sistan-Beluçistan eyaleti büyük kuraklık yaşıyor. Geçen yıllara göre son 7 ayda Sistan-Beluçistan eyaletinde yüzde 93, Hürmüzgan eyaletinde yüzde 91, Kirman eyaletinde ise yüzde 70 yağış azaldı.

İran'ın güney ve doğusundaki pek çok bölgede su kesintileri nedeniyle halk eylem yaparken, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bu eylemlerin siyasi çatışmaya dönebileceği uyarısı yaptı.

Kuraklık sadece tarımsal üretimi ekonomiyi değil, ülkelerde iç karışıklığa, sosyal ve siyasi sorunlara da neden olabiliyor.

Tüm yazılarını göster