Pazartesi gecesi önemli adımlar açıklandı. Buna göre kurumlar vergisi oranı düşürülüyor; temettü ödemesi üzerindeki stopaj azaltılıyor; bireysel emeklilikte devlet katkısı artırılıyor; ihracatçı firmalara doğrudan Merkez Bankası aracılığıyla ileri vadeli kur rakamı veriliyor ve kur korumalı TL mevduat uygulamaya konuluyor. İlk 4 adım değil ama sonuncusu, yani kur korumalı mevduat (KKM) bugün olduğu kadar ileride de çok tartışılacaktır.
Dövizler bozuldu, kur geriledi, sisteme para girmeye başladı. TL'de kalmak isteyenler için alternatif yaratıldı. Bundan dolayı kurdaki oynaklığın önüne geçildiği ve öngörülebilirliğin yaratıldığını belirterek olumlu karşılayan da oldu, "yapılan örtülü faiz artırımıdır, Hazine'yi yük altında bırakır" diye şüpheyle yaklaşan da. Hatta "tozlu raflardan indirilmiş Dövize Çevrilebilir Mevduat" (DÇM) benzetmesi bile yapıldı.
Özellikle DÇM benzetmesi önemlidir çünkü Türkiye'nin hafızasında DÇM'lerle ilgili oldukça olumsuz hatıralar var. 1960'larda uygulamaya başlanan DÇM'ler döviz baskısı altındaki ekonomiye soluk aldıracak çare olarak görülmüştü. Ama sonuçta ekonomiye enflasyon olarak geri dönmüştü. DÇM'lerin son taksiti ödendiğinde devrin başbakanı Turgut Özal bu borçları "bilgisizliğin vesikası" olarak tanımlamış ve "İnşallah gençlerimiz bundan ders alır. Bir daha böyle hesapsız kitapsız hatalar yaparak, gelecek nesilleri zor taşınan yük altına sokmaz" demişti. Özal, eğer Türkiye bu DÇM'leri ödemek zorunda kalmasaydı, bu paralarla 9,000 ilave okul, 900 orta boy fabrika, 500 hastane ya da 4,000 kilometre otoyol yapılabileceğini; yaklaşık 100 bin insana iş yaratılabileceğini söylemişti.
TL'cileri değil; döviz yatırımcısını koruyor
Kesin olan şey bu uygulamanın kurdaki baskıyı kısa dönemde hafifleterek ekonomi yönetimini rahatlatacağıdır. İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran'ın dediği gibi bu anlamda iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsat penceresi açacaktır. Ama KKM aslında TL mevduat sahibini korumaktan çok parasını dövizde tutmaya alışmış yabancı para tevdiat sahiplerini rahatlatacak bir uygulamadır. Parasını geleneksel olarak TL'de tutan ve dövize mesafeli olan tasarruf sahipleri yeni çıkarılan KKM'ye yönelirken TL değer kaybının TCMB politika faizinden fazla olması halinde aradaki farkı da "faiz" olarak alacaktır. Ancak bu korunduğu anlamına gelmiyor. Çünkü TL yatırımcısının korunması sadece ve sadece enflasyon karşısında korunarak, yani reel faiz kazanarak mümkün olur. Burada ise mevduat sahibine verilen taahhüt enflasyon oranının üzerinde getiri sağlayacağı değil, kur artışı kadar getiri sağlayacağıdır. İkisi aynı şey değildir. Kur artışı kadar getiri sağladığı halde enflasyondan düşük kazanması söz konusu olabilir.
Öte yandan TL'ye güvenmeyerek parasını geleneksel olarak dövize çevirip DTH'da tutanlar ise "belirli bir vade süresi için" KKM'ye dönerken TL'deki olası bir değerlenmeye karşı korunmuş oluyorlar. Dolayısıyla bu kişiler vade sonunda tekrar dövize döndüklerinde bir kayba uğramadıkları gibi kur farkının faiz getirisinden düşük kalması durumunda ayrıca faiz kazanmaktadır.
Burada kritik olan bir diğer konu ise yabancıların bu imkândan yaralanıp yararlanamayacaklarıdır. TCMB tebliğinde "yurtiçi yerleşik" olma şartı var ama henüz detaylarını bilemediğimiz Hazine düzenlemesinde yabancıların dışarıdan getirdikleri paraları TL'ye çevirip hesap açıp açamayacaklarını henüz bilmiyoruz. Eğer bu araçtan faydalanma imkânları olacaksa KKM'lere dışarıdan talep gelebileceğini düşünüyorum. Çünkü onlar için de zarar etmeyecekleri garanti edilmiş bir yatırım aracı olarak yaratılmış gibi görünüyor.
Bu noktaya gelmemek mümkündü
Bu arada akla bir dolu başka soru da geliyor. Mesela mevduat sahibinin kur riskini sigortalayan bu uygulama ile Hazine'ye ne kadar bir yük gelebilir ve bu yük nasıl karşılanacak? Meclis'te görüşülüp kabul edilen 2022 bütçesinde bu imkan için bir karşılık olup olmadığı da akla geliyor.
Özetle, dört aylık faiz indirim sürecinin ardından kimine göre "geri", kimine göre ise "ileri" adım atıldı. Benim gördüğüm kadarıyla, bu uygulama kısa vadede TL'den kaçısın önüne geçip, kurdaki köpüğün bir kısmını alabilir. Ancak nitelik itibariyle faiz artırımından öte faizin serbest bırakılması, tavanın kaldırılmasıdır. Orta vadede Hazine ve dolayısıyla vergi mükellefleri bir riskle karşı karşıya bırakıldılar. Bu noktaya gelmek yerine, yılbaşında uygulamada olan ve piyasaların güvenini de kazanan para ve kur politikası duruşu sürdürülmüş olsaydı, an itibariyle ne enflasyon bu kadar yüksek olurdu; ne enflasyon beklentileri böylesine bozulurdu; ne kur bu düzeylerde seyrederdi ve ne de biz böylesi riskli enstrümanları tartışıyor olurduk. Türkiye ekonomisi daha düşük kur ve piyasa faizinin olduğu bir ortamda şimdikinden çok daha düşük bir enflasyon oranı ile makul bir hızda büyüyor olabilirdi.