Krizde "kollektif gücün örgütlenme aklı" önemli.
Krizler kollektif güç kapasitesinin ne ölçüde kullanıldığını ortaya çıkarır. Virüs salgınında, zamanında gerekli önlemleri alan sağlık örgütlerini ve çalışanlarını takdirle karşıladık. Şimdi sıra toplumun geleceğini yönlendiren düşünce sistemleri, inanç sistemleri, bilim ve teknoloji sistemleri, eğitim sistemleri, ticaret sistemleri, finans sistemleri, sosyo-ekonomik sistemler, hukuk sistemleri ve yönetim sistemlerinin vereceği sınavda.
Siyasi irade, bürokrasi, sivil toplum örgütleri "kriz sınavını" başarıyla atlatmak için neler yapmalı?
1- Katılımcı ve kasayıcı aklın önemi: Bilim Kurulu’nun oluşturduğu "rasyonel otorite olma" ve "yarattığı güvenden" ders almalıyız. Kriz sürecinde gördük ki, Sağlık Bakanlığı insanların kim olduklarına bakmadan, ne bildiklerine ve ne yaptıklarına bakarak oluşturduğu Bilim Kurulu hepimize güven verdi. Bu yaşanmış örnek, toplumda güven yaratarak, toplumsal enerjinin daha etkin kullanılabileceğini bize gösterdi.
Katılımcı ve kapsayıcı kurumların, kriz koşullarında da "etkili bir sorun çözme aracı" olduğuna hep birlikte tanıklık ettik. Bu yaşanmış "olumlu deneyimi" yaygınlaştırmalı ve derinleştirmeliyiz.
2- Krizlerin atlatılmasında "kolektif güç" kapasitesi hayati önem taşır: Kolektif gücün-Burada kastettiğimiz devlettir - kapasitesini Daran Acemoğlu ve Robinson’un tanımıyla bir kere daha anımsayalım:
"Devletin kapasitesi amaçlarını gerçekleştirme gücüyle ölçülür. Bu amaçlar genellikle yasaların uygulanması, ihtilafların çözülmesi, iktisadi faaliyetlerin düzenlenmesi ve vergilendirilmesi, altyapıların sağlanması ve diğer kamu hizmetlerinin sunulmasını içerir. Bunlara savaşmak da dahil edilebilir. Devletin kapasitesi kısmen kurumların nasıl örgütlendiğine ve daha hayati olarak da bürokrasisine bağlıdır. Devletin planlarını hayata geçirmesi için bürokratlara ve devlet çalışanlarına ihtiyaç vardır. Bu görevlerin ayrıca misyonlarını yerine getirecek araçlara ve motivasyona da sahip olmaları gerekir."
Bireyler, topluluklar ve toplum ve insanlığın en önemli buluşu olan devlet başta olmak üzere bütün kurumlar tam da kriz koşullarında kendini kanıtlar.
Ekonominin değişik kesimlerinin sorunlarını çözmek için de " Kapsayıcı Bilim Kurulları" oluşturularak, ortak aklın çözümleri hayata taşınmalı. Oluşturulacak bir başka bilim kurulu da "Devletin kapasitesini" nasıl gerçekleştirdiği sorgulamalı ve gelecek için değerli dersler çıkarılmalıdır.
3- Ülkemiz özelinde küçük ve orta ölçek işyerlerinin önemi: Ülkemizde küçük ve orta ölçek işyerlerinin "rekabet edebilir ölçek sorunları" vardır. Ayrıca "rekabet edebilir teknoloji donanımı ihtiyaçları" da çözüm beklemektedir. Hepsinden önemlisi de "rekabet edebilir yönetişim anlayışı ve bakış açısı" sorunları had safhadadır. Bu yapısal sorunlara bir de "KOVİD-19 Krizi" tuz biber ekmiştir.
KOBİ’lerin sorunlarına ilişkin iktidari, muhalefeti, STK’lar ve toplumun diğer kesimlerini temsil eden, asıl önemlisi gerekli bilgi ve donanımları olanlardan bir bilim kurulu oluşturularak alınacak ivedi önlemler kadar uzun dönemli geleceği inşa edecek önlemlere ilişkin kararlar da üretilmelidir.
Büyük sorunlar, kapsayıcı düşünmeyi, kapsayıcı kurumları, kapsayıcı önlemleri gerektirir. Yaşadığımız ve nasıl çözülebileceğini de bu aşamada kestiremediğimiz bu krizi toplumun ortak aklı ile aşmalıyız…
Kriz sürecinde küçük adımların büyük etkileri
Dünya.com'da üç yazıyla "krizlerde iş yeri yönetimlerinin" ne yapması gerektiğine ilişkin bir "çerçeve" çizmeye çalıştım. Bu yazıda ne anlatmak istediğimizi daha iyi değerlendirmek için önceki yazılara göz gezdirmek yararlı olur.
Burada yazmak istediklerimin merkez düşüncesi şöyle:
"Bilim ve teknolojik koşullar sosyal, mekansal, zamansal, deneysel ve psikolojik mesafeleri değiştiriyordu; krizin etkileriyle değişmeler hızlandı. Değişmelerin hızlanması olumlu ve olumsuz adımları da artırır. Kriz sürecinde olumlu ya da olumsuz küçük adımlar kendi boyutlarını aşan etkiler yapar."
Krizin üretmesi gereken "olumlu adımların" bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
• Krizler "bireysel akılla" aşılamayacağını "ortak akılla" aşılacağını acı deneylerle kanıtlar.
• Kitle iletişiminin yaygınlığı ve yoğunluğunun yarattığı "zihinsel erişebilirlik" bize ilke, kural ve yasalara uymanının ne denli önemli olduğunu kavratır.
• Kendimize fren koymasını bilmenin büyük erdem olduğunu anlarız.
• Çevremizdeki insanların özellikle "toplumsal değerlere" uyum konusundaki özenlerini açığa çıkarır.
• Toplumu yöneten en üst üst düzeyden, kendi işini yapan sıratan insana kadar hepimizin "iç tutarlılık ve güven" yaratma özenini anlamımıza yardımcı olur.
• Kriz bireysel ve kurumsal anlamda reflekslerimizin "denenmesi" yoluyla "deneyim kazanmamızı" sağlar.
• Krizler "herşeyi devletten beklemenin" çıkar yol olmadığını, "bireysel ve toplumsal katkının" daha da önemli olduğunu öğretir.
• Bankaların bazıları kriz koşullarında "borç yapılandırma" programlarını ustalıkla uygulayarak krizin derinleşmesini önlemeye katkı yapar.
Krizlerin ürettiği "olumsuz adımların" bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
• Borç ödemeden kaçınma: Geçmiş dönemde küçüklü büyüklü kriz koşullarında, ellerinde imkanları olduğu halde bazı insanların "borçlarını ödenemeden" kaçınarak krizi derinleşmesine katkı yaptıklarını gözledik.
• Aşırı stok yapma: Kriz koşullarında belirsizlikleri abartarak "aşırı stok" -hammadde, yarı mamul ya da ticarette bitmiş ürün- yaparak piyasanın bozulmasına katkı yapıldığına tanıklık ettik.
• Karaborsaya yönelme: Akışlardaki aksama nedeniyle piyasalarda "arz eksikliğini" aşarı fiyatlar ve yüksek kâr için kullananların olduğunu gördük.
• Hizmet alanında açgözlülük: Geçmiş krizlerde ev eşyalarının yada su şebekelerinin bozulması durumunda tamır ve bakım hizmeti sunanların olağanüstü koşullarda yüksek ücretlere yönelişleri tetiklediğini saptadık.
• Her şeyi devletten bekleme: Kriz koşullarında, normal koşullarda yaygın olan "kâr edersem benim, zarar edersem devlet ödesin" algısını yaygın kazandığını, pastayı büyütme yerine pastadan pay kapma eğiliminin güçlendiğini de izleme fırsatlarımız oldu.
• Bazı bankaların strateji yoksunluğu: Kriz koşullarında bazı bankalar stratejiden yoksun aceleci davranarak "kredilerini geri çağırarak" krizin derinleşmesine katkı yaptı.
Krizin mobilya sektörü odağından yansımaları
İlgi alanlarımdan biri olduğu için krizle ilgili gelişmeleri "mobilya sektörü" odağından bakarak değerlendirmek istiyorum. Önce mobilya sektörümüzün "yapısal ve ekonomik özelliklerine" ilişkin bir özet paylaşacağım. Aklınıza "Keçi can derdinde, kasap yağ derdinde" atasözü gelmesin, söz konusu özellikleri zihnimizde netleştirmeden sektörün kriz sürecindeki sorunlarına bütünsel ve anlamlı çözümler üretemeyiz. Ardından da bu krizin ortaya çıkardığı sorunlar ve ivedilikli çözüm önerilerine ilişkin düşündüklerimi paylaşacağım.
Sektör yapısını kavrayalım
"Mobilya sektörünün yapısal ve ekonomik özelliklerini" şöyle özetleyebiliriz:
• Günlük yaşamın bütün alanlarında ev ve ofis mobilyaları yaşamın bir parçasıdır.
• Mobilya bir toplumun daha kaliteli yaşamasının ve refahının göstergesidir.
• Mobilya sektöründe atölye üretiminden endüstriyel kütle üretimine kadar değişik iş yeri yapılanmaları vardır.
• Sektörün girdi aldığı ahşap, deri, tekstil, metal, cam gibi alanlar sile girdi verdiği alanların çeşitliliği "istihdam yaratmasını" sağlar, "sürdürülebilir büyümede çarpan etkisi" yüksektir.
• Sektörde "teknoloji kullanımı" hızla geliştiği halde "emek-yoğun karakterini" korumaktadır.
• Özellikle küreselleşme süreci ve neo-liberal yapılanmanın baskın olduğu son 50 yılda dünya ölçeğinde "üretim hiyerarşisi" değişmiştir. Ucuz-emek odaklı üretim öncü ülkelerden gelişmekte olan ülkelere kaymıştır.
• Orta sınıfın yükseldiği ülkelerde mobilya üretimi hızla gelişmiştir. Çin bu konuda başı çekmektedir.
• Kentleşmenin hızlanması ve yaşlı nüfusun artması mobilya sektöründe talebi artırırken, özel ergonomik tasarım ihtiyacını da artırmaktadır.
• Mobilya sektöründe küçük ölçek iş yerleri başlangıçta gelişmeyi hızlandırmış, daha sonraki aşamalarda ölçek ekonomisi koşulları devreye girmiş, büyük ölçek yapıların erişilebilirliği ile küçük ve orta ölçek yapıların esneklik ve hızını bütünleyen piyasa yapıcısı kuruluşlar sektörü sürüklemiş, marka ve imaj yaratarak küresel satışı güçlendirmiştir.
• Örgütlü ve kurumsallaşmış mobilya işletmeleri ile çok küçük ölçekli ve kayıt dışı uygulama yapan işletmeler arasında "haksız rekabet" kavgası büyümüştür.
• Bugün mobilya sektörümüzün rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir donanım ve rekabet edebilir yönetişim sorunu vardır.
Kriz koşullarından bağımsız olarak mobilya sektöründe yapılanmanın getirdiği ve süreklilik gösteren sorunlar vardır. Başlıklar halinde özetlenen sektörün yapısal ve ekonomik özellikleri kriz koşullarında da değişik şekilde hayata yansımaktadır.
Güncel görevler nelerdir?
Mobilya sektörünün var olan yapısı içinde krizin yansımaları ve güncel görevlerimizi de şöyle özetleyebiliriz:
• Son yıllarda sektörün yaşadığı sıkıntılar "üreticiyi yormuş ve sermayesini aşındırmıştır." Eksik işletme sermayesi nedeniyle değişik akışların on günlük aksaması bile birçok iş yerinin çalışmalarını durdurma noktasına getirmiştir.
• Sektördeki çok küçük ölçekli yapı nedeniyle ihtisaslaşma ve kurumsallaşmada olması gereken yere ulaşamaması, bilgi eksikliği nedeniyle herkes kendi bildiğini yapmış, böyle bir gelişme uluslararası alanda güçlü yapıları ortaya çıkaramamıştır.
• Kriz nedeniyle nakliye kısıtlamaları, daha önce alınmış siparişlerin teslimatını aksatmış, birçok iş yerinin elinde bitmiş ürün stokları oluşmuş, depolama altyapıları da olmadığı için üreticiler güç durumda kalmıştır.
• Mobilya sektörünün tam sezona girdiği dönemde krizin ortaya çıkması, siparişlerin nakliyesinde kısıtlamaların yaşanması bağlanmış sermayenin stokta mal halinde beklemesi iş yeri maliyetlerini artırmıştır.
• Mobilya sektöründe özellikle ihracat yapanların nakliyede fiili kısıtlamaları nedeniyle karşılaştığı sorunu hafifletmek için Eximbank kredilerinde üç ile altı aylık bir erteleme talebi haklılık kazanmıştır.
• Bir girişimcinin üç yüz kişiye, bir kalifiye elamanın mesela bir mühendisinin otuz kişiye iş ve aş sağladığı bir yapıda olan mobilya sektöründe kalifiye iş gücünün tehlikeye girmesinin olumsuzluğu yüksek olabilir.
• Kısa çalışma ödeneklerinin kısıtlarının gözden geçirilerek daha pratik bir uygulamayla iş yerlerinin üretimi tatil etmemesine katkı yapması gerekmektedir.
• SSK primlerinin ve vergilerin ertelenmesi yoluyla üretimin durdurulmasının önlenmesi gerekmektedir.
• Banka sisteminin en az altı aylık "faizsiz kredi" verebilmesinin yol ve yöntemleri araştırmalıdır.
• Fiili mal gönderme kısıtlamalarının yarattığı "tahsilat yapamama" iş yerleri özelinde nakit ihtiyacını artırmaktadır; bir çözüm bulunamazsa iş yeri kapatmalarının artmasından endişe edilmektedir.
• Kolektif kaynaklardan yapılacak destekler, iş yerlerinin bir yıl önceki cirolarına bakılarak, o oranda destek sağlanırsa etkili olabilir düşüncesi yaygındır.
• Krizi bahane ederek imkanı olduğu halde borçlarını ödemekten sakınanların fırsatçı tutumunu izleyen mekanizmalar oluşturulmalıdır.
Mobilya sektörünün istihdam yaratıcı etkilerini düşünerek, uygulama içinde olanların da görüşleri alınarak çözümler üretilmelidir... Büyük istihdam kayıpları, büyük sosyal olayların tohumlarını yeşertir. Hepimiz sorumluyuz, sektöre indirgemeci mantıkla yaklaşılmamalı, bütünsel çözümler için işbirliği, güç birliği ve dayanışma içinde olmalıyız.