Günümüzün küresel siyasi atmosferinde, ABD Başkanı Trump'ın politik söylemleri ve stratejik hamleleri doğrultusunda, hemen her gün dikkat çekici bir habere tanıklık ediyoruz. Trump, bir yandan Kanada’nın ilhakına yönelik beyanlarda bulunurken, diğer bir yandan buzul diyarı Grönland’ı satın almaya yönelik hamleler yapıyor, savaşın yıkıcı etkileriyle mücadele eden Ukrayna ile nadir toprak elementleri anlaşması imzalamaya çalışıyor. Tüm bu gelişmelerin kesişim noktasında ise, 21. yüzyılda endüstriyel ve teknolojik bağımsızlık için hayati öneme sahip olan kritik madenler yer alıyor. Peki Trump’ı bu cüretkar adımları atmaya yönelten kritik madenler neden bu kadar önemli?
Küresel ekonominin dinamikleri, sanayi ve teknolojideki hızlı dönüşümlerle birlikte, belirli madenleri kritik bir konuma taşıdı. Kritik madenleri, genellikle yüksek talep gören ancak arz açısından sınırlı rezervlere sahip olan, tedarik zincirinde jeopolitik riskler nedeniyle kırılganlık arz eden kaynaklar olarak tanımlayabiliriz. Bu madenler, ulusal güvenlikten ileri teknolojilere, enerji dönüşümünden sanayi üretimine kadar geniş bir alanda büyük öneme sahip. Her ülkenin, kendi ekonomik ve teknolojik önceliklerine göre farklı madenleri kritik olarak belirlediğini görüyoruz. Ancak küresel ölçekte belirli mineraller bu alanda ön plana çıkıyor.
Nadir toprak elementleri, özellikle modern teknolojinin sürdürülebilirliği açısından oldukça anahtar bir rol oynuyor. Bu elementler rüzgâr türbinleri, elektrikli araç motorları, askeri savunma sistemleri gibi birçok farklı alanda kullanılıyor. Ancak, bu elementlerin üretimi büyük ölçüde belirli coğrafi bölgelerde yoğunlaşmakta. Bu durum tedarik zinciri açısından kırılganlığa yol açıyor. Çin, nadir toprak elementlerinin küresel üretiminde yüzde 60’tan fazla paya sahip, Ayrıca işlenmiş nadir toprak elementlerinin yaklaşık yüzde 85’i Çin tarafından sağlanıyor.
Lityum, günümüzde enerji depolama teknolojilerinin temel bileşenini oluşturuyor. Özellikle elektrikli araçlar, akıllı cihazlar ve yenilenebilir enerji sistemlerinin bataryalarında kullanım alanı bulan lityum rezervlerinin coğrafi olarak belirli bölgelerde yer alması, tedarik güvenliği konusunda endişelere neden oluyor. Benzer şekilde, batarya üretiminin diğer temel bileşenlerinden biri olan kobalt üretimi, başta Demokratik Kongo Cumhuriyeti olmak üzere sınırlı sayıda ülkenin tekelinde bulunuyor.
Nikel de elektrikli araç bataryalarında kilit bir bileşen. Aynı zamanda paslanmaz çelik üretiminde yaygın olarak kullanılmakta. Son dönemde batarya teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte nikel talebinin artması, bu elementin stratejik önemini daha da belirgin hale getirdi. Grafit ise özellikle lityum-iyon bataryalarının üretiminde kullanılıyor. Grafit üretiminde yaşanan tedarik zorlukları, bu mineralin de birçok ülkenin kritik madenler listesinde yer almasına neden oldu.
Enerji iletimindeki yüksek iletkenlik özelliğiyle bakır, elektrikli ve elektronik cihazların en temel unsurlarından biri. Yaygın kullanım alanı, bakırı vazgeçilmez bir endüstriyel hammadde haline getirmiştir. Platin grubu metallerden ise, özellikle otomotiv endüstrisinde ve hidrojen yakıt pilleri üretiminde faydalanılıyor. Bu metallerin düşük rezerv miktarları ve zorlu madencilik süreçleri, arz güvenliğini etkileyen faktörler arasında yer alıyor. Platin grubu metallerin ana üreticileri arasında Rusya ve Güney Afrika bulunuyor.
Öte yandan, boksit cevherinden elde edilen alüminyum, hafifliği ve dayanıklılığı sayesinde havacılık, otomotiv ve ambalaj sanayinde geniş çapta kullanılan bir metal. Modern üretim süreçlerinde hafif malzemelere yönelik artan talep, alüminyumun sanayi için önemini daha da arttırdı.
Kritik madenlere yönelik küresel rekabet, ABD, Avrupa Birliği (AB) ve Çin’in kritik hammadde politikalarının da yeniden şekillenmesine yol açtı. ABD Enflasyonu Azaltma Yasası ile madencilik süreçlerini kendi sınırları içinde gerçekleştirmeye odaklandı. AB ise Kritik Hammaddeler Yasası aracılığıyla, Avrupa ülkelerinin bu kritik kaynaklara erişimini güvence altına almayı amaçlamakta. Buna karşılık, Çin’in, kritik madenlerin ihracatına yönelik çeşitli kısıtlamalar getirdiğini görüyoruz. Bu durum özellikle yarı iletken üretiminde kullanılan galyum ve germanyum gibi elementlerin tedarik sürecinde küresel dengeleri etkiliyor. Küresel ticareti olumsuz etkileyen bu tür politik hamleler, arz güvenliğine yönelik riskleri de artırıyor.
Kritik madenlere yönelik yüksek talep, alternatif kaynak arayışlarını ve geri dönüşüm teknolojilerine olan ilgiyi de artırıyor. Özellikle bataryalar ve elektronik atıkların geri dönüşümü, kritik madenlerin daha sürdürülebilir biçimde elde edilmesine yönelik önemli bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Bu doğrultuda, madencilik yatırımları geleneksel kaynaklar dışında genişlemekte. Avustralya, Kanada, Brezilya ve Endonezya gibi ülkeler yeni madencilik sahalarıyla öne çıkarken, derin deniz madenciliği gibi yenilikçi yöntemler de daha sık gündeme gelmeye başladı.
Kritik madenler, ülkemizin geleceği için de üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konu. Bu kapsamda geçtiğimiz aylarda T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığımız tarafından “Türkiye Kritik ve Stratejik Madenler Raporu” yayınlandı. Rapora göre ülkemiz için toplam 37 maden kritik maden olarak belirlendi. Bunlar arasından lityum, gümüş, titanyum, demir, manganez, çinko, bakır ve alüminyum yüksek öneme sahip kritik madenler olarak sınıflandırılmış durumda. Nikel, nadir toprak elementleri, kömür, paladyum, kobalt, bizmut, arsenik, molibden, galyum, kurşun, kadmiyum, indiyum, germanyum, niyobyum, kalay, cıva, antimuan, barit ve grafit ise önemli kritik madenler kategorisinde yer alıyor. Berilyum, florit, krom, bor, platin, manyezit, feldspat, kaolen, trona ve bentonit ise potansiyel kritik madenler olarak sıralanıyor.
Kritik madenler, küresel ekonomide giderek daha fazla önem kazanan, tedarik güvenliği açısından dikkatle izlenmesi gereken kaynaklar. Jeopolitik dengeler, teknolojik ilerlemeler ve sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda, bu minerallerin yönetimi ve tedarik zinciri politikaları, ülkeler için büyük bir öncelik teşkil ediyor. Trump’ın Kanada ve Grönland ile ilgili izleyeceği yolun ne olacağını hep birlikte göreceğiz. Ancak kesin olan şu ki, kritik madenlerin sürdürülebilir ve güvenli bir şekilde tedarik edilmesi, önümüzdeki yıllarda küresel ekonominin temel stratejik önceliklerinden biri olmaya devam edecek.