Keynes 1930’ların başında tasarruf sahiplerini ayılar (bears) ve boğalar (bulls) olarak ikiye ayırdı. Riskten hoşlanmayan, tasarruf sepetine farklı araçlar yerleştirenleri ayılar; riskten hoşlanan ve spekülatif ataklara hevesli olanları da boğalar olarak tanımladı. Bu analiz neoklasik iktisat tarafından da kullanıldı ve iki tasarruf tipi risk seven (risk love) ve riskten kaçınan (risk aversion) olarak ayrıştırıldı. Bu analiz 70’lerden sonra mikro iktisat kitaplarına da girdi, matematikten hoşlanan öğrencilere eğlence çıktı.
Bu görüşlerden farklı olarak, tüketim için yapılan bir analizi bugünlerde tasarruf eğilimi için kullanmak anlamlı hale geldi. H. Leibenstein 1950 yılında yazdığı makaleyle tüketici talebinde sürü, züppe ve gösteriş etkisini analiz etti (“Bandwagon, Snob, and Veblen Eff ects in the Theory of Consumers' Demand”, The Quarterly Journal of Economics, Vol. 64, No. 2, May, 1950, sayfa: 183-207). Makalede tüketicilerin sürü etkisiyle, yani “herkeste var, benim de olmalı” düşüncesiyle, herhangi bir mala yönelik talebinin olabileceği anlatılır. Basit bir örnek verelim: Cep telefonunun ilk piyasaya giriş yaptığı dönemlerde sıradan, düşük ücretli insanların cep telefonu alması bu etkinin gücünü gösterir.
Eğer talep edilen bir tüketim malı değil de tasarruf aracı ise bu defa bu etki diğer bir etkiyle birleşir. Risk-getiri etkisi. Bu davranış biçimi çoğu zaman büyük kayıplara neden olur. ABD’de 1920’li yıllarda İtalyan Charles Ponzi, posta pullarını kullanarak sürü etkisiyle büyük vurgun yapmıştı, yine 1929 Krizi öncesinde emlak kuponlarıyla yine kitleler (sürü) kandırıldı. Plajların üzerine dikilecek gökdelenler için emlak kuponları satıldı, kimse plaja gökdelen dikilemeyeceğini düşünmedi.
1980’lerin başında banker fırtınasına kapılan kitleler evlerini sattı. Zavallı devlet memurları emekli ikramiyelerini bankerlere yatırdılar. TV’lerde her gün bankerlerin nasıl zengin ettikleri anlatıldı. Furya iki yıl sürüdü, sonunda sürü uçurumdan aşağıya atladı. Yakın dönemde “tosuncuk” takma adlı bir şahıs benzer bir vurgun yaptı. Bir başka vurgun yapan da “kripto parayı” kullandı. Amerikalılar da, Türkler de sürü olma konusunda çok farklı değiller. Kripto paradaki oynaklık göz ardı edilerek bir kripto para hayranlığı-tüketimi (?) başladı (Bitcoin, geçen Ağustos’ta 11,850 dolardan başladı, yıl içinde 63 bin doları gördü, dün itibarıyla bir günde yaklaşık %4 değer yitirerek 40 bin doların altına geriledi).
Kripto para alanlar bunun bir varlık olduğunu, üstelik sahipsiz ve hiçbir yasal düzenlemeye tabi olmadığını bilerek alım-satım yapıyorlar. Eğer kripto paranın ülkelerin ulusal paralarıyla ikame edildiğini düşünürsek, para otoritesinin, tedavüle verdiği paranın yerine başka bir paranı kullanılmasına izin vermeyeceğinin de bilinmesi gerekir. Çünkü böyle bir durumda para otoritesi (ülkenin merkez bankası, Türkiye için TCMB) senyoraj (hükümranlık) gelirinden mahrum olmakta. Buna herhangi bir merkez bankası razı gelir mi? Nitekim gelmediler. Bazı ülkelerin merkez bankaları kripto para kullanımını engellemeye başladı.
Az okuyanların hemen her yere hâkim olduğu [bunlar parti lideri, milletvekili, iş insanı, bankacı, akademisyen (!), CEO, TV yorumcusu, gazeteci, köşe yazarı, sanatçı (!) (vb.) kimlikleriyle karşımızdalar] günümüzde, bu tür sürü etkisi daha şatafatlı reklamlarla büyütülebilmekte (tosuncuğun tesis açılışına gidenleri anımsayın). Bunu neden söylüyoruz? Farklı finans kuruluşlarının kendilerine ait paraları tedavüle sürdüğü dönemler oldu. Hepsi de krizle sonuçlandı. ABD böyle bir dönemi uzunca bir süre sürdürdü, sonunda yine kriz çıktı, 1913’te FED kuruldu ve kaos sona erdi. Bu ve benzeri gelişmeleri ancak okuyarak öğrenirsiniz (TV programlarından değil). Eğer okumazsanız sürünün içindesiniz demektir.
Kripto paraya bel bağlayanlar egemen devletleri ve onların merkez bankalarını küçümsüyorlar, umarım uçurumdan aşağıya düşen sürünün üyesi olmazlar. Haftanın Okuma Önerisi: B. Eichngreen, Aynalı Salon.
Haftanın Film Önerisi: Faize Hücum, Yönetmen: Zeki Ökten. Genco Erkal’ın muhteşem oyununu kaçırmayın.