Ekonomide gözlenen toparlanmanın üç ana nedeni olduğundan söz etmiştim: Kamu harcamalarında hızlı artış, ihracatın olumlu katkısı ve kamu bankaları öncülüğünde başlayan hızlı kredi genişlemesi. Birincinin sürdürülebilir olmadığı açık. İhracatın ise olumlu katkısının devam etmesi beklenir. Peki, son aylardaki hızlı kredi artışı eğilimi 2020’de de sürer mi?
Başka ülkelerin ve kendi 2001 deneyimimizden şunu biliyoruz: Sorunlu kredi miktarı fazlaysa, bankalar yeni kredi açmakta zorlanırlar. Basit ve uç bir örnek vereyim: Bankaların risklerini artırmadan çalışabilecekleri kaldıraç oranı (aktiflerinin özkaynaklarına oranı) 5 olsun. Bir bankanın aktifinde sadece 100 liralık kredi olsun. Bu bankanın özkaynağı 20 lira, mevduat borcu da 80 lira. Şimdi olumsuz koşullar nedeniyle kredilerin 10 liralık kısmı batsın. Bankanın ikinci durumdaki bilançosu şöyle olacak: Kredi miktarı 90, mevduatı 80, özkaynağı 10 lira. Bu bankanın, 5 kaldıraç oranı ile açabileceği maksimum kredi miktarı artık 50 liraya düşüyor.
Banka ne yapacak? Bir alternatifi, sermayesini artırmak. Sermayedarlar mevcut koşullar nedeniyle ek sermaye koymakta gönülsüz iseler, ikinci bir alternatif kalıyor: Banka açtığı kredilerin bir kısmını geri çağıracak ve mevduat borcunu azaltma yoluna gidecek. Ortaya çıkan gerçek açık: Geri dönmeyen kredi sorunu önemli boyuta gelirse, bir bankanın yeni kredi açma kabiliyeti bayağı azalıyor.
Bu çok basitleştirilmiş örneği bir tarafa bırakıp Türkiye’ye döneyim. Örnek, en azından verdiğim kaldıraç oranının sınırda olması nedeniyle Türkiye için olduğundan çok daha karamsar bir durum ortaya koyuyor. Bankacılık sektörümüzün -bir bütün olarak ele alındığında- sermaye yapısı çok daha güçlü. Örnekteki ‘abartının’ nedeni meramımı daha anlaşılır kılmak. Ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Her bankanın bilanço yapısı sektörün bir bütün olarak görüntüsüne uymayabilir.
Hem bu basit analiz hem de en azından bir ay öncesine kadar özel bankaların kredi arzı artışının çok düşük düzeylerde olması şu ekonomi politikası önerisine yol açıyordu: “Bankalarımızda geri dönmeyen kredi sorunu onların kredi açma imkanlarını azaltıyorsa, bu sorunu çözmemiz gerekir.” Bu nedenle, yıl içinde TEPAV Ekonominin Seyir Defteri” dizisi altında konuyla ilgili dört tane rapor yayınladı (ilgili web sayfasından bulunabilir; temel olanı ikinci rapor).
Özetin özeti şöyle: “Sorunu çözmek kolay değil ama geciktikçe sorunun ağırlaşması olasılığını dikkate almak gerekiyor. Bazı önemli ilkeler olmalı: Birincisi, batmış olan şirketleri zorla ayağa kaldırmaya çalışmanın anlamı yok. İkincisi, destekle ayağa kalkıp daha sonra koşabilecek duruma gelecek şirketlere odaklanmalı ve onları bu hale getiren yönetimleri profesyonel bir yönetime devredilmeli. Üçüncüsü, bu profesyonel yönetimi atayacak fon kamudan bağımsız olmalı. Dördüncüsü, sorunlu kredileri alacak fon sadece kamu kaynaklarıyla kurulmamalı ve fona ayrılan kamu kaynakları işler rayına girdikten sonra reel değerini koruyacak şekilde geri alınmalı. Beşincisi, fonun banka bilançolarından temizleyeceği kredilerin gerçek değeri herhangi bir baskı altına girmeden gerçeğe yakın hesaplanmalı.”
Peki, son haftalarda gözlenen hızlı kredi artışı bu ihtiyacı ortadan kaldırdı mı? Zor soru. “Umarım öyledir” demekle yetineyim. Devam edeceğim.