Dün bir kez daha canlanan terör, yaşadığımız kayıplar, hortlayan korkuya kayıtsız kalmak mümkün değil. Acının üzerine ya da acıya değmeden yazmak zor. Etrafa canavarca ruhla kurşun sıkan ve bomba yağdıran iki kişinin görüntüleri kan donduruyor. Dün gece hepimiz acılı evleri düşündük. Şaşırtıcı, hiçbirimiz şaşırmadık! Sokaktaki vatandaş da TV yorumcusu da siyaset bahçesinde sorumsuzca oynayan kişilerin hareketlerinin bir yansıması olduğunu ifade etti durdu. Ne olacak bu işin sonu? Yine mi başlıyoruz?
Ben bugün içimizden nasıl ve neden canavar çıktığını anlamaya çalışan aslında kendisi de tartışmalı bir deneyi aktaracağım size.
Philip Zimbardo (91) geçtiğimiz hafta yaşama veda etti. Adını hiç duymamış olabilirsiniz, en ünlü çalışması Stanford Hapishane Deneyi (SPE) olan sevilmek-sevilmemek üzerine uluslararası üne sahip akademisyen.
Zimbardo, 1971’de çevre faktörlerinin insan davranışı nasıl etkilediği üzerine kurgulanmış bir deney icra etti. Lisansüstü öğrencilerle yürütülen, bu insan deneyinin amacı, algılanan güç ve sosyal rollerin psikolojik etkilerini incelemekti. Ortaya çıkan aşırı duygusal stres ve istismarcı davranışlar nedeniyle altı gün içinde sonlandırılmak zorunda kalındı.
Çalışma, kusurlu, bilim dışı ve hatta hileli olmakla suçlansa da yıllar sonra hala kullanılıyor ve sorunları açıklamada marifetini gösterebiliyor. Zalimce davranmaya yönlendirilmeyle etiketlenen bu çalışma, özellikle de otoritenin, sosyal rollerin ve durumların davranış üzerindeki etkisine ilişkin gündemde kaldı. Zimbardo'nun kötülüğün psikolojisi, tarikatlar (kültler) ve karizmatik liderlerin takipçilerini nasıl manipüle ettiği konusunda da kullanılıyor. Kötülüğün psikolojisi kavramı bu deneyde doğdu.
Katılımcıların hızla kendilerine verilen sosyal rollerin içine girmeleri ve bu rollerin onların davranışlarını aşırı derecede değiştirmesi, Zimbardo'nun teorisini desteklese de deneyin metodolojisi bilimsel literatürdeki en büyük etik hatalardan biri olarak da kabul ediliyor.
Stanford Hapishane Deneyiyle, bireylerin kendilerine verilen sosyal rollere ne kadar kolay adapte olabileceklerini, hatta bu rollerin etkisiyle ne kadar hızlı bir şekilde kötü davranışlar sergileyebileceklerini öğrendik. Irak savaşı sırasında Amerikan askerlerinin Iraklı mahkumlara uyguladığı işkence ve kötü muamele olayları, kötülüğün psikolojisi kavramının başka bir toplumsal bağlamda kullanıldığı önemli bir örnek olarak bu çalışmaya eklendi. Zimbardo, Ebu Gureyb olaylarının ardındaki psikolojik mekanizmaların Stanford Hapishane Deneyi’nde gözlemlenen süreçlerle aynı olduğunu savundu. Hatta Ebu Gureyb'deki kötü muameleyi gerçekleştiren askerlerden biri olan Chip Frederick’in savunma ekibine danışman olarak katıldı.
Güç dengesizlikleri, otoriter yapıların baskısı ve sosyal roller, bireylerin içindeki kötü potansiyeli açığa çıkarabilir. Kötülüğün psikolojisi kavramı, özellikle II. Dünya Savaşı döneminde Nazi Almanyası’nın Yahudi soykırımı ve diğer savaş suçlarıyla ilgili olarak kullanılmıştır. Sıradan Alman vatandaşlarının Nazi rejimi altında nasıl insanlık dışı eylemler gerçekleştirdikleri, bu kavramla analiz edilmeye çalışıldı. Zimbardo ve diğer sosyal psikologlar, Nazi askerlerinin ve sivillerin, güçlü bir otoriteye boyun eğerek nasıl büyük bir katliamın parçası olduklarını anlamaya çalışmış. Bugün anlaşılmaya çalışılan ne çok örnek var değil mi? İnsanın aklı duruyor!
"Kötülüğün psikolojisi" kavramı, günümüz otoriter rejimleriyle ilişkilendirilip bu rejimlerdeki bireysel ve toplumsal davranışları anlamak için kullanılıyor. Otoriter rejimlerde, sistemik baskı, güçlü liderlerin otoritesi ve devletin ideolojik kontrolü altında, bireylerin kötü ya da zalimce davranışlar sergilemesi sıklıkla görülebiliyor. Bu rejimlerin toplumsal yapısında ortaya çıkan insan hakları ihlalleri, baskılar ve şiddet olayları, kötülüğün psikolojisi kavramıyla açıklanmaya çalışılan öğeler arasında. Bireyler, kötü sistemik baskılar ve rejimin ceza mekanizmaları karşısında, kendi etik değerlerini bir kenara bırakıp otoriteye boyun eğebiliyor.
Otoriter rejimler, halkın zihnini şekillendirmek ve manipüle etmek için güçlü propaganda araçları kullanıyor. Bu propaganda, bireylerin sosyal rollerini ve algılarını değiştirebiliyor, toplumu bir "biz" ve "onlar" ikiliğine zorlayarak düşmanlık beslemelerine yol açabiliyor. Nefret söylemleri, düşman olarak tanımlanan azınlık gruplara karşı yapılan baskı ve kötü muamele bu tür manipülasyonların sonucu.
Kişisel otoritenin aşırı yüceltilmesi, toplumsal kötülüğün yayılmasına neden. Bireysel etik değerlerimizi terk edemeyiz. Kötülüğün psikolojisi kavramı, bir yeri değil her yeri açıklıyor bence… Çevre ülkelere ve kendi yakın çevremize bakalım. Hangi ülkeyi hangi lideri, hangi mağdur halkı sayayım... Ama artık yeter. Sorumsuzluğun bir sınırı var. Yanan canlar masum insanlar. Biz vatandaşlar tüm bu sorumsuzluk karşısında, bilinçli bilgili sorumlu olmalıyız. Kimi niye seçtiğimiz ne kadar önemli! Daha ne kadar kendimizi cezalandıracağız, şaşkınım.
1971 yılında yapılan deneye toplamda 24 katılımcı seçilmişti. Bu katılımcılar, üniversite çağındaki genç, sağlıklı erkek öğrencilerden oluşuyordu. Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün bodrum katında hazırlanan yapay bir hapishanede rollerini oynamak üzere bir araya gelen katılımcılar rastgele iki gruba ayrıldılar: "Mahkûmlar" ve "gardiyanlar". Bu ayrım yazı tura atılarak yapıldı. Katılımcıların yarısı "mahkûm" rolünü, diğer yarısı ise "gardiyan" rolünü üstlendi. Mahkûmlar, hapishane kıyafetleri giymeye ve numaralarla çağrılmaya zorlanırken; gardiyanlar üniformalarla, coplarla donatıldılar ve göz temasını engelleyen aynalı güneş gözlükleri takmaları istendi. Deney boyunca mahkûmlar ve gardiyanlar rollerine o kadar adapte oldular ki, roller arası sınırlar bulanıklaştı. Gardiyanlar gittikçe daha sert ve istismarcı hale gelirken, mahkûmlar pasifleşti ve psikolojik olarak çöküntü yaşamaya başladılar.
Deneyin ardından, özellikle "mahkûm" rolünü üstlenen bazı katılımcılar ciddi psikolojik sorunlar yaşadı. Deney sırasında aşırı duygusal stres yaşayan mahkûmlardan biri, akut anksiyete ve depresyon belirtileri gösterdi. Bazıları deneyden sonra da bir süre bu travmatik deneyimin etkilerini yaşamaya devam etti.
Deneyin aniden bitirilmesi, katılımcılar üzerinde oluşan travmatik etkilerin fark edilmesiyle gerçekleşti. Gardiyan rolündeki bazı kişiler, deney sırasında gösterdikleri aşırı sert ve zalim davranışlar nedeniyle suçluluk hissettiklerini ifade ettiler.
Deneyden yıllar sonra yapılan araştırmalar ve röportajlarda, katılımcıların çoğu bu deneyden ciddi bir şekilde etkilendiğini kabul etmiştir. Zimbardo, katılımcıların deneyden sonra uzun süreli klinik takip altında olduklarına dair bilgi sunmadı. Prof. Philip Zimbardo’nun “Lucifer Etkisi: İyi İnsanlar Nasıl Kötüleşir?” (The Lucifer Effect: How Good People Turn Evil) adlı kitabı, bireylerin kötü davranışlara sürüklenme sürecini sistematik olarak açıklayan önemli bir eserdir. Kitap Türkçeye “Şeytan Etkisi - Kötülüğün Psikolojisi” adıyla çevrildi.