Çin’de başlayan ve dünya geneline yayılan koronavirüs (Kovid-19) salgını, neredeyse tüm şirketlerin işleyişini değiştirdi ve ticari ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi. Tabii bu etkiler başlı başına salgınının varlığından değil, aynı zamanda ülkelerin salgına karşı aldığı, karantina, ülke sınırlarının kapatılması, ithalat-ihracat yasakları, seyahat yasağı gibi önlemlerden kaynaklanıyor. Ülkemiz de bu kapsamda, belirli uçuşların durdurulması, belirli ülkeler ile sınırların kapatılması, çok çeşitli iş yerleri ile okul ve üniversitelerin belirli süre için kapatılması gibi önlemler aldı; ayrıca yasal süt iznini kullanan veya hamile olan, kronik rahatsızlığı bulunan veya 60 yaş üzerindeki kamu kurum ve kuruluşu personeline ücretli izin verdi ve bu karar birçok özel kuruluş için emsal teşkil etti.
Bugün gelinen noktada, birçok şirketin ticari ilişkilerinde edimlerini eksiksiz ve zamanında yerine getirmesi zorlaştı veya imkânsızlaştı. Bu sebeple, bu günlerde “mücbir sebep” ve “aşırı ifa güçlüğü” kavramlarını sıkça duyuyoruz.
Türk hukukunda mücbir sebep esasen, yargı kararları ve öğretideki görüşler çerçevesinde şekillenen bir kavram. Öğretide mücbir sebep, genel olarak, kaçınılması veya bertaraf edilmesi objektif açıdan imkânsız olan ve sözleşmenin ifasını imkânsız kılan olağanüstü dışsal olaylar olarak tanımlanıyor. Yargıtay, yakın tarihli kararlarında açık bir mücbir sebep tanımı yapmaktan ziyade, her somut olay özelinde inceleme yapıyor. Mücbir sebep mevzuatta açıkça düzenlenmiyor fakat Türk Borçlar Kanunu’nun 136. maddesinde “ifa imkânsızlığı” düzenleniyor; buna göre, borcun ifasının borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle objektif olarak imkânsızlaşması halinde, borç sona erer. Salgından kaynaklanan mücbir sebep halinin ifayı “tamamen” imkânsızlaştırdığı durumlarda bu kural uygulanabilir. Ancak üstlendiği edimin ifası imkânsızlaşan borçlu bu durumu karşı tarafa gecikmeksizin bildirmeli ve zararın artmasını engellemek için gerekli tüm önlemleri almalı. Aksi takdirde, borçlu karşı tarafın zararını tazmin etmekle yükümlü oluyor.
Öte yandan, edimin alternatif bir yöntemle (örneğin farklı bir tedarikçinin kullanılması) yerine getirilmesi mümkünse, ilgili borç sona ermiyor. Ayrıca, imkânsızlığın geçici olması ve ifa zamanının sözleşme bakımından esaslı unsur teşkil etmemesi halinde, borcun sona erdiği değil, ertelendiği kabul ediliyor. Bir diğer ihtimal de salgın ve ilgili uygulamalar sebebiyle borcun ifasının tamamen değil fakat “kısmen” imkânsızlaşması. Bu durumda borçlu borcunun yalnızca imkânsızlaşan kısmından kurtuluyor. Bununla birlikte, taraflarca kısmi imkânsızlığın önceden öngörülmesi halinde ilgili sözleşmenin hiç yapılmayacağı açıkça anlaşılıyorsa, borcun tamamı sona eriyor. Eğer sözleşme her iki tarafa da borç yüklüyorsa, kısmen ifa yapılabilmesi için karşı tarafın rızası alınmalı. Karşı tarafın kısmen ifaya rıza göstermemesi veya kısmen ifanın pratik nedenlerle mümkün olmaması halinde, bütün sorumluluklar sona eriyor.
Taraflar arasında yazılı bir sözleşme bulunuyorsa, burada mücbir sebep haline ilişkin bir düzenlemeye yer verilip verilmediğine de bakılmalı. Böyle bir düzenleme varsa, doktrinde kabul görmüş mücbir sebep kavramı ile birlikte değerlendirilerek, somut durumun ne şekilde ele alınacağına ilişkin yol gösterici kabul edilmeli.
Salgından kaynaklanan durum, bazen edimin ifasını imkânsız kılmıyor fakat çok zorlaştırabiliyor ve sözleşme kapsamında gerçekleştirilecek edimden çok daha ağır bir mali külfet getirecek bir hal almış olabiliyor. Bu durumda artık mücbir sebepten söz etmek mümkün olmayacak ancak Türk Borçlar Kanunu’nun 138. maddesinde düzenlenen “aşırı ifa güçlüğü” gündeme gelebilecek.
Öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenemeyen olağanüstü bir durumun, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkması ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olan olguları, sözleşmeden doğan borçlarının ifasının kendisinden istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirmesi halinde aşırı ifa güçlüğü vardır. Bu durumda borçlu, yetkili mahkemeden sözleşmenin söz konusu yeni koşullara uyarlanmasını talep edebiliyor; uyarlama mümkün veya yeterli olmazsa sözleşmeden dönebiliyor. Borçlu, borcunu ifa etmeden mahkemeye başvurabileceği gibi, uyarlama talep etme hakkını saklı tutarak borcunu ifa edip ardından mahkemeye gidebiliyor.
Genel bir değerlendirme yaparak, koronavirüs tedbirlerinin, salgından etkilenen ülkeler ile bağlantılı tüm ticari ilişkiler bakımından tarafların borçlarını ifa yükümlülüklerini ortadan kaldırdığını söylemek doğru olmaz. Tarafların salgın ve salgına bağlı tedbirler sebebiyle ticari ilişkileri kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirme konusunda yaşadığı güçlüklerin mücbir sebep veya aşırı ifa güçlüğü teşkil edip etmediği ancak söz konusu yükümlülüğün niteliği ve taraflar arasındaki sözleşme düzenlemeleri göz önünde bulundurularak değerlendirilebilir. Bu da ancak her bir münferit olay özelinde inceleme yapmakla mümkün.
Şu aşamada, salgına ilişkin uygulamaların ifa imkânsızlığı veya ifa güçlüğü yaratma ihtimali yüksek olan ticari ilişkiler bakımından, tarafların sözleşmelerin uygulanması ile ilgili ortaya çıkan olay ve gelişmeleri, mümkün mertebe belgelendirmeleri ve ticari dürüstlük kuralı gereği bu gelişmelerle ilgili birbirlerini yazılı olarak gecikmeksizin bilgilendirmeleri, olası bir hak kaybı ihtimalini bertaraf edebilmek adına büyük önem taşıyor.