Yakın zamanda yazmaya başladığım bu köşede son birkaç yazımı planlarımın dışında korona virüse ayırdım ve hissettiğim mesleki ve sosyal sorumluluk uyarıca dilim döndüğünce uyarılarda ve tavsiyelerde bulunmaya çalıştım. Yetkililerin “evde kal” uyarılarının ve 65 yaş üstü vatandaşlarımıza yönelik getirilen sokağa çıkma yasağının yeterince ciddiye alınmaması, sahillerin mesire yerlerinin halkımız tarafından doldurulmasına binaen bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.
Henüz bir tedavisi, ilacı, aşısı olmayan bu virüse karşı en etkili mücadele yöntemin sosyal izalosyon olduğu konusunda tüm uzmanlar hem fikir. Aynı uzmanlar toplumun en az yarısının virüsten zaten enfekte olacağını, şu an alınan önlemlerin virüsün yaygınlaşmasını önlemeye yönelik olduğunu da belirtmekte. Dolayısıyla, vatandaş olarak bizlere düşen görev mecbur olmadıkça evde kalmak. Virüs maalesef ekonomimiz üzerinde de derin etkilere neden olacak. Fakat virüsün iktisadi ve sosyal hayatımızda bırakacağı etki bu virüsten ne kadar sürede kurtulacağımızla doğrudan orantılı.
Bu süreçte yaşanan en büyük sorunları şu şekilde örneklendirebilirim: İş yapamayan veya işleri duran işletmeler işçi çıkarmaya veya çalışanları ücretsiz izinle evlerine göndermeye başlamıştır. Bu insanların ne zaman işlerine döneceği veya işe dönüp dönemeyecekleri muamma. Söz konusu ücretsiz izin uygulaması zaten İş Kanunu karşısında problematik ve başlı başına hukuki ihtilaflara gebe. Diğer taraftan, iş yapamayan işveren kirasını ödeyemez hale gelmekte. Nitekim, bir çok AVM kapılarını kapatmaya da başlamıştır. AVM’nin kendisi bu kararı almasa bile kiracı olan mağazalar kendi kararlarıyla kapıya kilidi astı. Peki bu mağazaların kiraları ne olacak? Hadi kiracı ile AVM anlaştı, ödemeleri erteledi diyelim ya KDV ne olacak? Diğer bir sorun, bütün sözleşmeler açısından geçerli. Sözleşmeyi imzaladım, belli sürede bir mal teslimi yapacağım. Korona nedeniyle ne mal alabiliyorum ne de işçiler çalışıyor. Ne yapacağım şimdi? Diğer bir örnek; birisine dava açmam lazım ve bu hakkımı kullanmam için kanun bana belirli bir süre tanımış. Örneğin vergi davası açacağım, süre 30 gün. Korona nedeniyle hayat durmuş ama süreler durmuyor. Ne yapacağım? Bu örnekler uzar da gider. Kökten ve radikal bir önlem almadıkça da örneklediğim bu sorunlar içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Bu nedenle müsaadenizle bu yazımda kitabın ortasından yazacağım.
Tüm dünya ve bu dünyanın bir parçası olan Türkiye olağanüstü bir dönemden geçmektedir ve olağanüstü dönemler olağanüstü tedbirleri gerektirir. Şu an zamana karşı yarışmaktayız ve devletimizin en kısa sürede bu virüsün yayılmasını önlemek için radikal bir adım atma zamanı gelmiştir. Derhal en az 15 gün süreyle yürürlükte kalacak şekilde OHAL ilan edilmeli, duruma göre bu süre uzatılmalıdır. Zira, bu hafta sonu ilan edilen sokağa çıkma genelgesinin hukuki tartışmasına girmeyeceğim ama uygulanabilirliği konusu zaten kendisini göstermiştir. Temel hak ve özgürlüklere gerekli müdahaleyi yapmak adına genel salgın hastalık nedeniyle OHAL ilanı artık zaruret olmuştur.
Anayasanın 119. maddesi uyarınca Cumhurbaşkanı “… tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.” Anayasamız sayın Cumhurbaşkanı’na bu yetkiyi vermiştir, bu yetki aynı zamanda bir görevdir ve kullanılmasının zamanı gelmiştir diye düşünmekteyim. OHAL’in ilanı elbette korona virüsle mücadele amacıyla ilan edilmeli ve çıkarılacak olağanüstü KHK’larda bu amaç dışında herhangi bir düzenlemeye yer verilmemelidir.
Çıkarılacak olağanüstü KHK’lar ile en azından şu yönde düzenlemeler yapılmalıdır:
Öncelikle sağlık, güvenlik, temel ihtiyaç maddelerinin tedariki gibi belli hizmetlerde çalışanlar dışındaki herkes için sokağa çıkma yasağı ilan edilmelidir. Bu süreçte, riskli görülen bölgelerde hızlıca tanı testleri yapılmalı ve karantina uygulanmalıdır.
Karantina altına alınan ve alınacak kişiler sıkı bir şekilde takip edilmeli, gerekirse elektronik takip cihazı gibi yöntemlerle bu kişiler takip edilmelidir.
Çalışanların istekleri dışında ücretsiz izne çıkarılmasının önüne geçilmeli, korona nedeniyle işleri ağır şekilde etkilenen işverenlere iş akitlerini durdurma/askıya alma yetkisi verilmeli ama iş akdi askıya alınan çalışana bu süre boyunca en azından asgari ücret kadar ücret ödenme yükümlülüğü getirilmeli, gelir vergisi stopajı ve SGK primleri devlet tarafından karşılanmalıdır.
Korona nedeniyle kapanmak zorunda kalan iş yerleri için kira sözleşmelerinin dondurulması noktasında adım atılmalı, korona nedeniyle işsiz kalan veya iş akdi askıya alınan çalışanların kiralarının belli bir yüzdesinin (%25’i gibi) ödenmesi noktasında düzenleme yapılmalıdır.
Takibi süreye bağlı her türlü hakkın kullanımı noktasında her türlü süreler (hak düşürücü ve zaman aşımı süreleri gibi) durdurulmalı, adli ve mali tatil ilan edilmelidir.
OHAL dönemleri ve yukarıdaki önlemleri yazmak da okumak da irite edici ama son iki haftadır gözlemlerim neticesinde maalesef vatandaşlarımızın devlet kadar bu virüsü ciddiye almadığını görüyorum. Hepimiz için birazcık fedakarlık yapma vakti geldi sanırım.
Yazımı fenomen film Matriks’ten bir alıntıyla bitirmek istiyorum. Bir elimde mavi, diğer elimde kırmızı hap var. Mavi hapı seçersen önümüzdeki iki hafta istediğin şekilde yaşayacaksın ama çok sevdiğin birisi (annen, baban, deden veya ninen) ölecek. Kırmızı hapı seçersen iki hafta seni eve kapatacağım ama sonrasında hayatına devam edeceksin. Hangisini seçerdin?