İnsanların kısa mesaja dayalı, iletişim kuran ama düşünce geliştirmeyen etkileşimi bizi ciddi bir tehlikeye doğru sürüklüyor: Başarının sırrı olan sabır ve direnmeye dayalı öngörme disiplininden uzaklaştırıyor.
Hiçbir maharet gerektirmeyen “bahane üretme” konusu toplumları derinden etkiliyor. Son dönemde yaygınlaşan bahanelerden biri de “ belirsizlik nedeniyle önümü göremiyorum” gerekçesine sığınanların artmasıdır.
Diyebilirsiniz ki, HBT Dergisi’nin 322’ıncı sayısında Erdal Musoğlu’ nun yazısını okumadım mı? Quantum algılayıcılarından haberin yok mu? “Düşüncelerimizin magnetik alanlarını hisseden, ay kayalarındaki oksijenin bulunmasını sağlayan, karanlık maddenin yayınladığı radyo dalgalarını yakalayabilen algılayıcıların” olağanüstü duyarlılığının doğanın kavranışında yaratacağı köklü dönüşümün hızı sizi endişelendirmiyor mu? Yarı iletken teknolojinin 200 katmanlı NAND belleği sınırlarını zorlaması Çin halkının “Tanrı sızı olağanüstü dönüşüm dönemlerinde yaşatsın” diyen ünlü bedduasının bugünün insanları için tuttuğunun kanıtı değil mi?
Teknolojideki katlanarak büyüyen değişimlerin, hızla farklılaşan sosyal, zamansal, mekansal, deneysel ve psikolojik mesafelerin sürekli yeniden ayarlanması ihtiyacı önünüzü görmeyi zorlaştırmıyor mu? Jeopolitik iletişim ve etkileşimlerin yarattığı zorluklar karşısında “Yarın ne olacak?” sorusu zihninizi rahatsız etmiyor mu?
Daha binlercesini sıralayabileceğimiz haklı soruları görmezden gelenlerden değilim… İnsanlardaki dikkat süresinin 20 dakikalardan 4 dakikalara indiğini araştıran bilim insanlarının uyarılarının da farkındayım… Son dönemde hızla gelişerek toplumlarının refahını artıran ülkelerde dikkat azalması yanında derin düşünme ve derin öğrenme ihtiyacının nasıl arttığının da izini sürüyorum.. Kalkınmada başarılı bazı ülkelerin “seçkin azınlıklarını enstitülerde toplayarak entegre analizle düşüce üretme yarışında en önde koştuklarını” da bu sütunlarda sıklıkla paylaşıyorum.
Belirsizlikler artıkça, yarattıkları büyük potansiyeli değerlendirecek yapıları, işlevleri ve kültürü yaratan toplumların yarışın lideri konumuna yükseldiklerini de görüyorum. Gözlemlerim zihnimde Carl Sagan’ın uyarını hatırlatıyor: “ Hiçbir şeyin değişmediği bir gezegende yaşıyor olsaydık, yapacak pek az iş bulunurdu. Düşünüp bulacak bir şey kalmazdı. Bilimin hız kaynağı kaybolurdu. Ve eğer her şeyin rastlantısal olarak ya da çok karmaşık biçimde değiştiği bir dünyada yaşasaydık, o zaman da bir şeyler düşünüp bulma olanağı kalmazdı. Bilim diye bir şey de olmazdı aynı nedenlerden ötürü. Ne var ki, bu iki durum arasında kalan bir evrende yaşıyoruz; her şeyin değiştiği, fakat yöntemlere, örüntülere ya da doğa yasaları dediğimiz kurallara göre değiştiği bir evrendeyiz. Havaya bir sopa fırlatırsam, her defasında da yer yüzüne düşüyor. Güneş batıda batıyorsa, her zaman ertesi sabah doğudan doğuyor. Böylece belli kurallar çıkarıp ona göre düşünebiliyoruz. Bilim yapabiliyor ve o sayede yaşamımızı daha iyiye doğru yönlendirebiliyoruz.”
Bilimin temelini oluşturan dengeli kuşkuyla denebilir ki, ünlü bilim insanı Sagan’ın saptamaları çok genel bir anlatım. O zaman, ekonominin en küçük teknik birimleri olan işletme yönetiminden bir örnek paylaşalım. HBR-Türkiye’nin Haziran 2022 sayısında Noubar Afeyan ve Gary P. Pisano’nun saptamalarına kulak verelim: “Çığır açan inovasyonlar genellikle kaotik, gelişigüzel ve yönetilmesi zor çabaların sonucu olarak ortaya çıkar ya şanslı tesadüflerin ürünü oldukları ya da bir vizyonerin rastlantısal olarak ilhamı bulmasıyla gerçeklikleri düşünülür. Bizce bu görüş son derece hatalı. Farklı bakış açılarımıza dayanarak (Afeyan son 30 yıldır, çığır açan bilim ve teknoloji ürünleri üreten girişimlere imza atıyor. Pisano ise yine 30 yıldır inovasyon süreçleri üzerine çalışıyor), çığır açan inovasyonların doğada evrimi tetikleyen temel ilkelere dayanan, görece iyi tanımlanmış süreçler sonucu meydana geldiğini fark ettik. Bahsettiğimiz temel ilkeler, farklı yaşam formlarının meydana gelmesini kapsayan varyans oluşturma ve belirli bir ortamda hayatta kalma ile üreme konusunda en yetenekli olanların seçilmesini ifade eden seçilim baskısıdır. Aşamalı buluş (emergent discovery) adi verilen bu yaklaşım entelektüel sıçramaları, tekrarlı araştırmalar ile deneyleri ve seçilimi içeren yapısal ve disiplinli bir süreçtir. Su süreçle dahil olanların muazzam yetenekli insanlar olduğu doğru, ancak bir Leonardo da Vinci veya Steve Job olmak şart değil.”
Avcı-toplayıcı atalarımızdan bugün insanoğlu bilmekten doğan sevincin peşinde koşarak, o sevincin ulaştırdığı daha kolay ve daha rahat yaşamı düşleyerek, ya yeni yollar bulmuş ya da yol bulamadığı zaman yeni yollar açarak ilerlemiştir..
Bugün yaşanan hızlı değişim ve dönüşümün zorluklarını bilsek de, değişim ve dönüşümlerin risk ve belirsizlikleri arttırdığını yaşayarak öğrensek de, “belirsizlik önümü görmemi engelleyor” bahanesini “fetişleştirme” anlamlı bir yol değil!
Güney Kore’nin yeni beş yıllık planını açıkladığını, bu beş yıllık dönemde Samsung’un 356 milyar dolar yatırım planladığını, yatırımını yarı iletken teknolojiler ve biyoteknoloji alanına odakladığını; Hyundai aynı dönemde 44 milyar dolarlık yatırım yapacağını, diğer büyük şirketlerin de onları izlediğini ayrıntılarıyla bilmek ilk işimiz olmalı… Samsung’un ABD’de Texas Eyaleti’nde 17 milyar dolar yatırımla mobil iletişim çipleri ürettiğini, son çözümlemede Güney Kore’nin bir “refah toplumu” yaratmasının temelinde kuruluşların bulunduğunu da zihin gündemimizin ilk sıralarında diri tutmalıyız.
Değişik nedenlerle, değişik etkenlerle karmaşanın artması ne kadar hayatın gerçeği ise, “karmaşayı kavrayışa dönüştürme imkanları” da insan aklının o kadar gerçeğidir.
Ülkemiz son 100 yıllık tarihinde sadece 27 yıl özel kesim için emredici olmayan planlı dönemde ortalama yüzde 9.2’lık kalkınma hızını yakaladık. Plansız, pragmatist ve popülist uygulamaların geçerli olduğu diğer 73 yıllık zaman kesitinde kalkınma hızımızın yüzde 5.2’nin altında kaldığını gördük… Güney Kore plan yapmanın etkisinden kararlıkla yararlanırken, biz neden kendi işimizde, yöremizde ve ülkemizde plan disiplini konusundaki talebimizi yüksek sesle dile getirmiyoruz? Kalkınmanın itici gücü olduğu kanıtlanmış plan aracının belirsizlik alanını risk alanına dönüştürmede de etkili yolu olduğunu bile bile sessiz kalmamız kendi ayaklarımıza kurşun sıkma anlamına gelmez mi?
Hiçbirimizin suçu başkalarına atarak rahatlama hakkı yok… Başkalarını kandırmak saygısızlıktır; ama kendimizi kandırmak saygısızlığın ötesinde aymazlıktır.
Bilim insanları bilimim yöntemlerini kullanarak belirsizliğin olası etkilerini araştırarak işe yarar bilgilere ulaştıklarında aldıkları olumlu sonuç Güney Kore örneğinde olduğu gibi daha onlarca uygulamada gözlemleniyor. İş dünyası belirsizlikleri fetiş haline getirmeden üzerine gitmeli.
Hepimiz sormalıyız: Dünya genelinde çok değişik nedenlerle artan belirsizliklerin fırsatlarını araştıran kaç üniversiteyle, kaç enstitüyle, kaç araştırma ve geliştirme kurumuyla sistemli ilişkimizi sürdürüyoruz? Karmaşanın ve belirsizliğin fırsatlarını değerlendirmek ve tehlikelerini en az maliyetle savuşturmak için “erken uyarı mekanizmaları oluşturma bilinci” iş yerlerinde ve iş dünyamızda yeteri kadar var mı?
Sorulara çözüm aramıyorsak, suçu başkalarında arayarak kendimizi kardırırız.
Hemen şimdi belirsizlikleri yaratan etkenleri anlamaya, belirsizliklerin fırsat alanlarını belirlemeye, belirsizliklerin tehlikelerini en az maliyetle savuşturmaya yönelik arayışlara başlamalıyız… Belayı değil, Mevla’yı bulma yolunda ilerlerlemeliyiz… Hep birlikte göreceğiz ki insan aklı kullanılırsa, çare tükenmeyecek ya bir yol bulunacak ya da bir yol açılacaktır.