“Kömürden çıkın, petrol ve doğal gaz arama faaliyetlerine son verin”

Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Olur mu olmaz mı derken, gündeme kocaman bir rapor düştü. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) kömür ve petrol şirketlerine, “harç bitti, yapı paydos” dedi. Bugüne kadar hidrokarbon lobisinin düşünce kuruluşu olarak analizleri ile petrol şirketlerine ve enerji yatırımlarına yön veren IEA ilk kez Paris İklim Anlaşması ile uyumlu bir enerji raporu açıkladı. Beş yıl sonra. İş ciddi. Dikkatinizi çekeyim.

“2050’ye kadar Net Sıfır Emisyon: Küresel Enerji Sektörü için Yol Haritası” (Net Zero Emissions by 2050: A Roadmap for Global Energy Sector) raporu ile enerji şirketlerine “yeni kömür yatırımı yapılmaması, kömürden çıkılması ve petrol ve doğal gaz arama faaliyetlerine son verilmesi” çağrısı yaptı. Neden? 2050’de net sıfır emisyon hedefine gidiyorsak, artık daha fazla hidrokarbon yatağına ihtiyaç olmayacağı için. Ortadaki büyük değişimi bilmem görebiliyor musunuz?

Doğrusu ben “işin zorluğunu göstermek ve dönüşüm sürecini baltalamak için, mahsus bu raporu yayımladılar” diye burun kıvıranlardan değilim. Tam tersine, şekillenmekte olan yeni ticaret bölgesine enerji sektörünün intibak edebilmesi için varsayımları belli bir çalışma çıkmış ortaya.  Veriye dayalı tartışma için faydalı. Ben bugün müsaadenizle Türkiye ile alakalı birkaç sonuç çıkartayım, bu çalışmaya bakarak.

IEA raporu öncelikle Paris’i onayla diyor, bana sorarsanız

Türkiye’nin artık Paris İklim Anlaşmasını onaylama konusunda fazla zamanı kalmadığını gösteriyor bu rapor birinci olarak. İş bu kadar ciddi, IEA bile uyum sağlıyor. Biraz daha hareketsiz kalırsak, yeni ticaret bölgesinin işleyiş şartları biz içine dahil olmadan şekillenecek ve bir on yıl kadar sonra, aynı bu Paris’in Ek 1 listesi hadisesinde olduğu gibi, “biz bu aptallığı nasıl yaptık?” diye yine yakınacağız.

Vaşington’da pek meşhur olan Alexander Hamilton oyununun sonuna doğru Hamilton’un dediği gibi “Bizden geriye kalan, miras olarak bıraktığımız, bugün attığımız tohumlardır”. Bu dönemin mirası, olsa olsa işte bu ezik ezik yakınma olacak. O kadar önemli. Bakın bir kale daha düştü. Bu ilk nokta.

Enerjide yatırım öncelikleri değişirken hadisenin jeopolitik sonuçları da belirginleşiyor

Rapordaki hesaplara bakarsanız, net sıfır emisyon planı ile, 2050’de küresel kömür talebi yüzde 90 azalmış olacak. Petrol talebi yüzde 75 gerileyecek. Doğal gaz talebi ise yarı yarıya azalacak. 2050’ye kadar net karbon emisyonları sıfırlanırken, enerji sektöründe yatırım öncelikleri değişecek. Bir kere daha az değil, daha fazla yatırım yapılması gerekecek.

Net emisyonları sıfırlamak demek, hidrokarbon kullanımını sıfırlamak değil, dikkatinizi çekerim. Ama devrede kalacak olan fosil yakıtlı tesislerde karbon emisyonlarını havaya bırakmak yerine, eski kömür madenlerinin içine toplamak için gereken teknolojileri geliştirmek mesela. Aynı şekilde doğal gazı hidrojen ile seyrelterek, karbon emisyonlarını azaltmak mesela. Yeni teknolojiler ile her sektörde, her yerde karbon emisyonlarını azaltmak. O vakit, yakalanan karbonu ve hidrojeni bir yerden bir yere taşımak için gereken boru hatlarını yapmak yatırım önceliği olacak. Hidrokarbon bir yerinde var yani IEA raporunun. Nasıl sigara karşıtı önlemler sigara üretimini sıfırlamadıysa, hatta Türkiye’de sonuçta sigara tüketimi arttıysa, bu tedbirler de hidrokarbon tüketimini sıfırlamayacak.

Şirketler üretim faaliyetlerini yürüttükleri bölgede karbon emisyonlarının olumsuz etkileri olmadığını göstermek için, AxelSpace gibi startupların uzaya yerleştirdiği küçük uydulardan, uzay fotoğrafları albümü sunacaklar yatırımcılarına mesela. Termik santral, kömür madeni, petrol ve doğal gaz arama ve çıkarma projeleri artık finansman bulamayacak, bulursa da maliyeti başka işlere göre çok daha yüksek olacak. Karbonsuz ticaret bölgesinin kuralları nasıl olsa herkesi etkileyecek. Manisa’nın Soma’sı ve Zonguldak için yeni bir iş modeli düşünmemiz gerekecek.

Yine aynı rapordan bakarsanız, OPEC üyesi petrol üreten ülkelerin kişi başına milli geliri 2050 yılında yüzde 75 azalacak. Bu ülkelerin ağırlıkla ülkemizin çevresinde olduğuna dikkatinizi çekeyim. Yeni göç dalgalarına karşı Türkiye’nin önemi artacak. Ayrıca Kıbrıs çevresinde var olduğu söylenen doğal gazın bankalar tarafından finanse edilebilir bir proje olma ihtimalinin de kalmadığını eklemek lazım listeye bu raporun bulgularına bakarsanız.

Mesleki eğitim Türkiye’nin beka meselesi olur

Ama en çok raporun enerji sektörünün kalifiye eleman ihtiyacı ile ilgili bölümü dikkatimi çekti doğrusu. Buna göre, 2050 yılında enerji sektöründe yeni eleman ihtiyacının yüzde 65’i nitelikli işgücü olacak. Yeşil-dijital dönüşümün en önemli etkilerinden biri sanırım bu olacak, tüm sektörlerde. Makinalaşma ile birlikte her sektörde çıkabilecek herhangi bir probleme anında müdahale edebilecek, akıl yürütebilen nitelikli personele ihtiyaç artacak.

Türkiye gibi mevcut işgücünün yüzde 60,5’inin ortaokul ve daha az eğitimli olduğu dikkate alınırsa, 2050 yılına kadar eğitim alanında gereken intibak önemli. Almanya’da aynı oranın yüzde 19,5, Slovakya’da yüzde 14,5 ve İspanya’da yüzde 39,6 olduğunu da dikkatinize sunayım. Oralarda daha kolay intibak, bizim burada daha zor. Lise mezunlarının işgücü içindeki oranı Türkiye’de yüzde 21,1, Almanya’da ise yüzde 54,5. Daha ne diyeyim?

Türkiye’de bundan yirmi yıl kadar önce demografik fırsat penceresinden bahsediyorduk, son yirmi yılda işgücüne katılan gençlerimizin eğitim düzeyini gözle görülür bir biçimde artıramadık. İnsanımıza yatırım yapmak yerine, betona yatırım yapmayı tercih ettik. Yirmi yılı heba ettik. Şimdi önümüzde kritik bir otuz yıl var. Bu dönemde, süratle insanlarımıza yatırım yapmak zorundayız. Statik eğitim sistemimizi hareketlendirmek, daha esnek hale getirmek durumundayız.

Doğrusu ben bu dönemde temel vurgunun mesleki eğitim sistemi üzerinde olması gerektiğini düşünüyorum. Meslek okullarında sınıf dinamiklerini süratle değiştirmek, yeşil-dijital transformasyonla önem artacak eleştirel düşünme, algoritmik düşünme gibi yeni becerileri geçlerimize kazandırmak zorundayız.

Artık her şey ekonomi politikası öncelikleri ile alakalı

Artık her konunun doğrudan ekonomi politikası ile alakalı olduğu bir dönemin içindeyiz.

Pandemi politikası aslında ekonomi politikası. Enerji politikası aslında ekonomi politikası. İklim politikası aslında ekonomi politikası. Eğitim politikası aslında ekonomi politikası. Dış politika aslında ekonomi politikası. Milli güvenlik artık ekonomi politikası. Şimdi diyeceksiniz ki, dün de böyle değil miydi? Hiç bu kadar acil olmamıştı, ekonomi politikası önceliklerinin doğru saptanması, bana sorarsanız.

Neden Türkiye insanlarına, yeni teknolojilere değil de betona yatırım yapmayı tercih etti? Fiyat istikrarının olmadığı ülkelerde, yüksek enflasyon ve döngüsel finansal istikrarsızlık nedeniyle elbette. Yatırdığınız parayı birkaç yılda geri alabileceğiniz, başka bir sektör olmadığı için elbette. Yatırımcılarda belirgin bir gariplik yok bana sorarsanız. Siyasetin tercihi. Siyaset işte böyle, yalan dolan.

Eğer ekonomi politikası önceliklerimizi doğru biçimlendiremezsek, şekillenmekte olan yeni ticaret bölgesine doğru biçimde intibak edemezsek, 2050’de, bugünü, ülkemizin sürekli patinaj yaptığı bitmeyen bir atalet dönemi olarak anacaklar. Aynı bizim 1990’ları sonradan andığımız gibi. Koalisyon yok. Koalisyon var ama işte yine.

Eğer şimdi hemen harekete geçmezsek, bundan otuz yıl sonra, bugünün mirası pek hayırla anılmayacak. Şimdiden dünya gözüyle söylemiş olayım.

Tüm yazılarını göster