Olana bitene bakınca ikincisini sarmalayan sorgusuz ve sualsiz servete karşın, yarattığı zenginliğiyle birinciyi tercih ederim. Jerry Seinfeld, Amerikalı bir komedyen, aktör, yazar ve yapımcı. Adını taşıyan “Seinfeld” adlı dizi, 1989-98 yıllarında aralıksız yayınlandı ve tüm zamanların en etkili sitcomlarından biri olarak kabul gördü. “Gözlemsel komedi” denen tür üzerine çalışan Seinfeld, alışagelmediğimiz şekilde politize olup kaynayan Amerikan üniversitelerinden Duke’un “belki güldürür” diye tercih etmiş olabilecekleri konuşmacı olmuş. Seinfeld irticalen 16 dakikalık “ciddi”ye alınması gereken bir mezuniyet konuşması yapmış. Konuşmaya yorum yazanlar da en az onun kadar kayda değer. En ilginç olan Küresel İletişim Tasarımcısı ünvanlı Jeremy Connell-Waite. Neden beğendiğini bir bilançoyla açıklamış. Toplamda 2 bin 607 kelime, dakikada 156 kelime hızla konuşmuş. Okunabilirlik oranı, 7-11 yaş seviyesi. 274 cümle. Kelime başına 1,42 hece. Cümle başına 9,51 kelime. Sözcük yoğunluğu: 44,1. Faaliyet raporu gibi. Konuşmanın içeriğini bir cümleyle özetleyebilirim. Seinfeld, Duke Üniveritesi’nden bu yıl mezun olan gençlere; “gülmeyen bir dünyada gülün güldürün, mizah güzeldir, sahip olacağınız ya da ihtiyaç duyacağınız en güçlü temel nitelik budur” demiş. Waite, Seinfeld’ı stand-up komedinin Warren Buffett'ı ilan etmiş. İddialı değil mi? Konuşmacı ve iletişimciler için yararlı bir kaynak olabilir.
Bu hafta da dünya gündemi her hafta olduğu gibi ciddiyetten geçilmiyordu. Damga vuran güncel olay, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (International Criminal Court (ICC), 7 Ekim'de işledikleri suçlar nedeniyle Hamas liderleri ve bunu takip eden Gazze savaşındaki eylemleri nedeniyle İsrailli liderler hakkında tutuklama emri çıkarması oldu. ICC Baş Savcısı Karim Khan haftanın en ilgi çeken şahsiyetiydi. Çok beklense de karar bomba gibi düştü. 1200'den fazla İsrailli’nin öldürüldüğü ve yüzlercesinin kaçırıldığı 7 Ekim saldırısını takiben küçücük bir coğrafyada yakın tarihin önemli savaşı cereyan etti; 35 binden fazla masum insan öldürüldü, halk açlığa terk edildi. Bu sonuca götüren zihniyet mahkûm edildi. Uygulanır mı?
İnsan mı hayvan mı?
ICC kararlarında yaşanan gerçeklerin yanı sıra tarihe geçecek iki kan donduran açıklama var ki, ikisi de neredeyse aynı günler sarf edildi. Biri İsrail Savunma Bakanı’na ait. “Tam bir kuşatma uygulayacağız, elektrik, yiyecek, su ve yakıt olmayacak. Her şey kapalı olacak. İnsan hayvanlarla savaşıyoruz, buna göre hareket edeceğiz” demişti. Doha’da lüks ofisten uluslararası medyaya saldırı sonrası ilk PR atağını yapmak üzere röportaj veren Hamas lideri ise kendi halkının öldüğünü söyleyen gazeteciye “ölecekler” demişti. Cümleler 7-11 yaş seviyesi de olsa algılanamaz.
Çatışma denen şey ölüm olduğu kadar her yönüyle iletişim dersi. Birbirini dinlemeyen, halk adına, kendi aralarında, yüz yüze gelmeden üçüncü parti ya da platform üzerinden konuşmaya bayılan merhamet tanımayan liderlerin diyaloğu. Binlerce kelime, kim bilir kaç hece milyonlarca harften oluşan boş konuşmalar. Tek kelimeyle ölümcül…
Güçlü mü zayıf mı?
Aslı Ü. Bâli, Yale Law School'da hukuk profesörü. Uluslararası hukuk, insan hakları hukuku, uluslararası güvenlik düzeni hukuku ve Orta Doğu'ya odaklanarak karşılaştırmalı anayasa hukuku gibi konular üzerinde çalışıyor. UCLA Hukuk Fakültesi'nde Promise İnsan Hakları Enstitüsü'nün kurucu direktörü ve UCLA Yakın Doğu Araştırmaları Merkezi'nin direktörü. İnsan Hakları İzleme Örgütü Orta Doğu Bölümü Danışma Kurulu'nun eş başkanı ve Orta Doğu Çalışmaları Derneği'nin İnsan Hakları Görev Gücü'nün başkanı. Bâli, anlaşılması güç konularda çalışıyor ve konuşuyor. ICC’nin, hükmü olup olmadığını yaşayarak anlayacağımız kararının anlamını uzun olsa da yalın açıklayan bir röportaj vermiş. The New York Times’da Ezra Klein sayfasından Bâli söyleşisine ulaşabilirsiniz. Bâli, uluslararası hukukun birçok devletin yaptırımlardan veya diğer cezalandırma biçimlerinden kaçınmak için gönüllü olarak uyduğu kurallardan oluştuğunu, uluslararası hukukun ilgili devletlerin güç dinamiklerine ve çıkarlarına bağlı olduğunu ifade ediyor. Güçlü devletler için uluslararası hukuka bağlılık seçici olabilirken, daha az güçlü devletlerin tepkilerden kaçınmak için kurallara uyma olasılığının görece yüksek olduğuna dikkat çekiyor. Uluslararası hukukun tarihsel bağlamını, özellikle de adalet yerine barışa öncelik veren İkinci Dünya Savaşı sonrası düzene odaklanarak tartışıyor. Beş daimi üyeden (Çin, Rusya, İngiltere, Fransa ve ABD) oluşan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, nükleer silaha sahip bu devletlere veto hakkı da dahil olmak üzere önemli yetkiler vererek aralarındaki çatışmaları önlemek üzere tasarlanmıştır. Bu yapı, söz konusu güçlü devletlerin çıkarları söz konusu olduğunda uluslararası hukukun uygulanmasını çoğu zaman felce uğratmaktadır” diyor. Dünyada adaletin tesis edilmesinin zor olduğu gerçeğini, tarihsel olarak somut bir şekilde tarif etmiş.
Tarafsız mı objektif mi?
ICC Baş Savcısı Khan’ın kararın açıklanmasını takiben Christian Amanpour’la yaptığı detaylı söyleşide, kendisine aba altından sopa gösteren ağırlıklı Amerikalı politikacıların mealen “ama biz ICC’yi bizim dışımızdakiler için kurduk. İsrail biziz” dediğini aktarıyor. Ne kadar acımasız bir yaklaşım. Tehditkâr bir iletişim.
Bu hafta dikkatimi çeken bir tartışma da aslında sözünü ettiğim söyleşiyi yapan Amanpour. BBC News CEO'su Deborah Turness’la tarafsızlığı tartışmış. Amanpour,"Tarafsız kelimesiyle ilgili bir sorunum var çünkü ne anlama geldiğini gerçekten bilmiyorum, tarafsız mı yoksa objektif mi? Hayır, biz tarafsız değiliz ve olmamalıyız, objektif ve doğru olmalıyız. Gerçeğin öznel olduğu fikrine hiçbir zaman katılmadım, çünkü gerçek ampirik, kanıta dayalı ve olgusaldır." Sorulan sorular da verilen yanıtlar kadar önemli. Okuryazarlık, her iki tarafın içeriğini, tonunu, bağlamını “okumak”tan geçiyor. Bâli’nin uluslararası hukuk üzerinden geliştirdiği anlatım bu konuda somut örneklerle dolu.
Gerçek öznel mi ampirik mi?
Klein Bâli söyleşisinden ICC hükmüne götüren gerçeklerin perde arkasını şu sözlerle anlamamızı kolaylaştırıyor, “İsrail’in kuruluşu ile uluslararası hukukun mevcut durumunun birbiriyle bağlantılı olduğunu açıklıyor. Milletler Cemiyeti’nin manda sistemi ve bunu takip eden BM’nin Filistin’i bölme planı, süregelen çatışmalara ve mevcut tamamlanmamış dekolonizasyon durumuna yol açmıştır. İsrail’in BM’de gördüğü orantısız ilginin, dekolonizasyon sürecinin tamamlanmadığı birkaç bölgeden biri olmasından kaynaklanır” diyor. Bitmemiş bir çalışma ve hiç olmamış bir düzen. Binlerce insanı burada yaşamaya mahkum eden toplum mühendislerine bırakın ceza vermeyi hiç söz etmemek de bir insanlık suçu değil mi?...
Uluslararası hukuk kimin için?
Bu söyleşi ve dili bana iletişimin farklı bir boyutunu daha dikkatinize sunmamı söylüyor. Şiddetten uzak konuşabilmek, dinleyebilmek, cevap verebilmek ne güzel… Bâli’nin anlatımıyla, bir yandan tüm şiddetiyle devam eden savaş ile herkesin baktığı yerden yorumladığı durumu, yalnızca hukukçular siyasiler değil hepimizin anlamlandırması gerekir. Aynı görüşte olmamıza hiç gerek yok. Yalnızca bilmeliyiz ki, temel sağlam değilse yine yeniden yaşanacak bir durumu izliyoruz. Deprem gibi.
Söyleşiden bazı pasajları alıntılayacağım. Doğaldır ki, anlam kayması yaratabilir. İlgiliyseniz orijinale başvurmanızı öneriyorum.
“…Uluslararası hukuku, kuralların çoğunu yazan, kural koyan ve kısmen uluslararası sistemdeki en güçlü devlet olduğu için pek sık kural almayan bir ülke olan Amerika Birleşik Devletleri’nde oturmanın perspektifinden düşünüyoruz. Ve bu uluslararası hukuk anlayışından yola çıkarak, diyelim ki, “a la carte” bir şekilde, uluslararası sistemdeki tüm devletlerin uluslararası hukuku nasıl değerlendirebileceğini öngörme eğilimindeyiz. Ama bu yanlış…”
“…En az 30 milyon sivilin ölümüyle sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan uluslararası barış ve güvenlik düzeni, her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri'nde sadece Avrupa tiyatrosuna odaklanma eğiliminde olsak da tüm dünyada sayısız zarara yol açtı. Dolayısıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası hukuk düzeni için oluşturulan mimari, benim görüşüme göre, hiç şüphesiz adalet yerine barışa öncelik vermiştir…”
“…BM güvenlik düzeninin mimarisi, İkinci Dünya Savaşı'nın galiplerine asimetrik bir güç vermektedir…”
“…BM'nin mimarisi bu asimetrik güce sahip devletleri, aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek için ekstra diplomatik, ekstra siyasi yollara başvurmak yerine, aralarındaki farklılıkları müzakere ederek kurumun içinde tutacak bir mekanizma olarak donatıyor…”
“… BM’nin kurumsal tasarımı, bu büyük güçlerden biri çıkarlarının tehdit altında olduğunu anladığında, bu güçlerin her birinin herhangi bir eylemi felç etmesini sağlayarak bunu önlemeye yöneliktir. Sistemin tasarımı budur…”
“…Hasmınızın mutlak imhası ve yok edilmesinin savaş hedefi olduğu görüşü, güç kullanımına başvurmayı düzenleyen hukuk açısından orantısız ve kabul edilemez. Hamas, İsrail için varoluşsal bir tehdit teşkil etmemektedir. İsrail bu savaştaki amacının Hamas'ın tüm askeri varlığını yok etmek olduğunu söylüyor, nokta.
“…İsrail'in orantılılık ve ayrımcılık ilkeleri yerine askeri gerekliliğe öncelik vermeyi kasıtlı olarak seçmesi ve genel stratejik hedeflerine göre tanımlaması, kuralları uluslararası insancıl hukukun hem ruhunu hem de hukukunu baltalayacak şekilde yeniden yorumlamaktır, çünkü bu hukukun sivilleri koruma yeteneğinin içini boşaltmaktadır…”
İletişim çok güzel bir disiplin. Güldüremesek de aydınlık ifadeler kullanabiliriz. Politikacı olmanın koşulu ve tarifi ağlatmak olmamalı.
Bâli’den kendim için not aldığım öneri kitap listesini paylaşmadan geçemeyeceğim.
- Antony Anghie'nin "Imperialism, Sovereignty, and the Making of International Law" (Emperyalizm, Egemenlik ve Uluslararası Hukukun Oluşumu)
- Noura Erakat'ın "Law and the Question of Palestine"
- Adom Getachew'in "İmparatorluktan Sonra Dünya Yaratmak" The Rise and Fall of Self-Determination"
- Aziz Rana'nın "The Constitutional Bind: How Americans Came to Idolize a Document That Fails Them" (Amerikalılar Kendilerini Başarısızlığa Uğratan Bir Belgeyi Nasıl Putlaştırdı?)