Gila BENMAYOR
Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden biri Borusan’ın eski efsane CEO’su Agah Uğur Davos’tan 20 yıllık arkadaşım.
Aynı saatlere denk geldiği için seçmekte zorlandığım, kimi zaman kaçırdığım oturumların özetini bir çırpıda verirken, yorumlarıyla zihnimde konuyla ilgili bambaşka bir pencere açılmasını sağlardı.
Geçenlerde sanat koleksiyonerliğini konuşmak üzere buluştuğumuz ofisinde eski Davos günlerini anımsadık.
İkimiz için de Davos dönemi kapanmıştı.
20 yıl boyunca dünya siyasetine, ekonomisine yön veren liderlere kulak vermiş, aynı masaları paylaşmış, sanattan teknolojiye yaratıcı fikirlerle beslenmiştik.
İşin özeti; yaşadık, gördük ve defteri kapattık.
Buluşmamızda niyetim Agah Uğur’un sanat koleksiyonerliğini konuşmaktı ancak 30 yılı Borusan CEO’luğu olmak üzere 38 yıl profesyonel olarak çalışan birinin yeni hayatında neler yaptığını da merak etmiyor değildim.
Sohbet Davos’tan dolayısıyla iş dünyasından açılınca şimdi ne yaptığıyla başladık.
Ama sohbetimizin sanat, koleksiyonerlik kısmını öne çektim, Agah Uğur’un ‘AU Act2’ diye tanımladığı yeni hayatını daha sonraya bıraktım.
2022 yılı sonunda Şimdi ‘Orijin Meşrutiyet’ olarak anılan, mimar Alexander Vallaury’nin eski ‘Union Française’ binasında ‘Bedenin Mücadele Alanındır’ temasıyla sergi açtın. Koleksiyonunda hayli eseri yer alan Halil Altındere küratörlüğünde ses getiren bir sergideki eserlerin tümü koleksiyonuna aitti. Satın almaya devam ediyor musun?
Son bir yılda hem alım adedini ve hem sistematiği azalttım. Yeni medya satın almaya başladığım 2009 yılından sözünü ettiğin son sergiye kadar 13 yıllık bir sürede aşağı ayda 2 eser satın almışım. Burada sistematik kritik nokta. Ayda 2 eser alabilmek için sanata angaje olmak gerekiyor öncelikle.
Sanata angaje olmakla neyi kast ediyorsun?
Sanatı samimi olarak sevmek. İçten bir duyguyla bağlı olmak. Yani benim sosyal çevremdeki insanlar sanat eseri alıyor ben de almalıyım değil mesele. Sanata angaje olmak üç temel şeyi gerektirir bence. Birincisi bilgili olmak. Okumak araştırmak çünkü sanat derya deniz bir şey. İkincisi görgü. Bunlar farklı iki şey. Üçüncüsü de maddi imkân. Bir ve iki çok uzun yıllar süren bir uğraş. Koleksiyonerliğin en sevdiğim, en önemsediğim tariflerinden biri şu: Seyahat etmeyi varmaktan daha çok seven insanlar. Koleksiyonerlikte varmak diye bir şey yok. Oldun diye de bir şey yok. Yolculuktan keyif alıyorsun, yolculuk sırasında bilgini görgünü arttırıyorsun. Bir işin şu yanı var. Maddi imkânın yoksa satın almazsın ama öğrenirsin, okursun, sanatçılarla tanışırsın. Sanat da sanatçı da zenginleştirir seni. Bunun üzerine bir de eser alırsan benim yukarıda tarife uyarsın. Tutkulu ve disiplinli olmak gerek.
Anladığım kadarıyla sanat satın almayı birkaç kategoriye göre ayırıyorsun.
Doğru, birkaç tarz var. Birincisi sanata angaje olmak durumu. Bence en büyük sorun koleksiyonerliğe başka sebeplerden ötürü soyunmak. Beğendim aldım. Bu da bir tarz. Aslında çok beğenmedim deyip birkaç yıl sonra para eder diye satın alanlar da başka bir tarz ama işin en ucunda.
Yatırım için sanat eseri alanlar koleksiyoner değil mi?
Bu tarz satın alanlar çevremde yok. Yatırım için satın alanlar artıyor giderek çünkü sanat eseri almak kolaylaştı. Sanat eserlerinin ticaretini kâr amaçlı yapmak başka bir yaklaşımdır ve koleksiyonerlik değildir. İşin içine ticaret girince kısa vadeli yaklaşımlar ve spekülasyonlar da kaçınılmaz olur. Ancak koleksiyonerliği tutkuyla yapan sanatseverler de koleksiyonlarında istedikleri değişikliği yapabilmek, örneğin yeni temalar, yeni sanatçılar eklemek için ara ara eser satabilirler ancak eser alırken en önemli hedefleri kar etmek olmaz.
Sanata yatırım gözüyle bakanlar genellikle genç, ürettiklerini satmakta güçlük çeken sanatçılara yöneliyorlar. Bu yaklaşım genç sanatçılar açısından iyi değil mi?
Eserlerini sadece kâr amacı güden alıcılara satan genç sanatçılar başlarda kendi kariyerlerini fonlama imkanı yaratsalar da bir müddet sonra eserlerinin fiyatlarının spekülasyona açık hale gelme riski ile karşı karşıya kalabilirler. Mesleki olarak zedelenebilirler.
Peki sence Türkiye’de gerçek koleksiyonerin sayısı ne olabilir?
Bence 50 tane gerçek koleksiyoner vardır.
Sadece 50 kişi mi?
Evet. Geçenlerde konuşma yaptığım bir toplantıya dünyanın sayılı koleksiyonerlerinden Belçikalı Alain Servais de katılmıştı. Önemsediğim, yakın tanıdığım, sanata çok angaje bir isim. Sanatın etik tarafıyla filan da uğraşıyor. Servais şöyle bir bilgi paylaştı: Dünyada yılda 25 ve üzeri eser satın alan 40 bin koleksiyoner varmış. Çok şaşırmadım. Yılda bir milyon ila 300 milyon dolar yatıran en zirvede olan koleksiyonerler dünyada sanırım 300 ila 500 kişidir. 40 bin kişinin arasına ben de girerim. 10 yıl arka arkaya yılda 25 eser alan kişi koleksiyonerdir.
Sanat eseri satın almaya tam olarak ne zaman başladın?
Ben de herkes gibi 1990’lı yıllarda maddi imkanlarım hayli kısıtlı iken sanat eseri almaya başladım. İnsanlar elindeki parayı daha yeni bir arabaya filan yatırmak ister. Benim tercihim daima sanattan yana oldu. Sanat besleyici bir şey. Daha çok yağlı boya eserler alıyordum. Yeni medyaya yönelince bunları sattık. Çünkü birbiriyle alakası yok.
Koleksiyonunda ne tür eserler var peki?
Video, fotoğraf, enstalasyon, obje, performans sanatı hakkı gibi şeyler.
Performans sanatı hakkı nedir?
Performans çok heyecan verici bir şey. ‘Bedenin Mücadele Alanındır’ Sergisi’nin açılışında bir ring üzerinde thai boksu yapan iki kadın vardı. Biri sanatçı, diğeri sanat eleştirmeni. O performansı satın aldım. Yani performansın ileride tekrarlanması hakkını satın aldım. Son dönemlerde buna merak sardım. Yeni nesil performans sanatçıları çok iyi.
Kimler mesela?
Mehtap Baydu, Almanya’da yaşayan Nezaket Ekici, Leman Darıcı, Ateş Alpar gibi isimler.
Koleksiyonunun geleceğini nasıl görüyorsun?
Benden bağımsız görüyorum. Kurumsallaşmış bir şirket gibi. Sahipleri kendilerinden bağımsız görüyorlar şirketleri. Şirketleri önde kendileri arkada. Ben koleksiyonerliği de öyle görüyorum.
Dedim ki koleksiyonunun bir misyonu, bir yaşam nedeni olması gerek. Onu da şu şekilde tanımladım: Bizim ülkemiz gibi gelişme sorunu çeken bir sürü ülke var dünyada. Latin Amerika, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Asya’da ve hatta şimdi kendimize benzettiğimiz Batı’da. Bu milenyumda, 2000 yılından sonra sosyal ve ekonomik gelişme sıkıntısı çeken bu ülkelerdeki sosyal sorunlar ve bunların kadın, azınlık gibi toplumun daha kırılgan unsurlarını nasıl etkilediğini sanatçılar gözüyle belgelemek, arşivlemek. Bu beni heyecanlandırıyor. Ben çok beğensem bile bu misyonu üstlenmemiş eser koleksiyona girmiyor. Zaten bu oldukça geniş bir alan. Kadın, Lgbt, toplumsal mühendislik, gücün kötüye kullanılması, zorbalık, savaş o kadar çeşitli konuları var ki. Bu arada son dönemlerde uluslararası satın almalar yapmıyorum. Ülkemizde müthiş işler üreten yeterince sanatçı var zira.
Senden sonra bağımsızlığını nasıl sürdürecek koleksiyon?
Zayıf yerimden yakaladın beni. Her koleksiyonerin aynı sorunu var, müzeler filan açanların dışında.
Şu anda yolculuğumun keyfini çıkartıyorum çünkü sorunun cevabını bilmiyorum. Büyük kızım ilgili ama koleksiyona sahip çıkar mı? Benden sonra ne olur bilmiyorum. Paylaşmak çok önemli. Bu yüzden 6 kere sergi yaptım. Keşke daha fazla isteseler de daha çok sergi açılabilse. Çağdaş sanatı yapan sanatçılar dertleri olan, seslerini duyurmak isteyen sanatçılar. Yaptıkları iş toplum görmediği zaman anlam kazanmıyor. Dolayısıyla yaşarken eserleri daha çok paylaşmak derdindeyim. Çok şükür bu eserleri satıp çocuklarıma bir değer bırakma gibi bir derdim yok. O yüzden benden sonra sahip çıkacak bir kurum ya da kurumlara da bırakabilirim yeter ki paylaşsınlar.
Genç koleksiyonculara önerin var mı?
Yukarıda saydığım bilgi, görgü ve maddi olanak koleksiyonerliğin ilk üç koşulu. Kalbine yakın bir yön çizmeli. Benim gibi illa bir misyon yüklemesi gerekmez koleksiyonuna ama ahenkli olması gerekir.
Hayatının bu yeni döneminde ne yaptığını merak ediyorum...
Borusan’da emeklilik yaşı 62. Ben bu yaş limitinden biraz önce ayrıldım. Aslında hayatımda vites düşürmeye, çalışmamaya hazır değildim. Zaten geçiş dönemi için Ahmet Kocabıyık ile bir yıl çalıştım. Her şeyi bırakıp Bodrum’a da yerleşebilirdim. Ama aktif olmayı seçtim. Yeni hayatım için bir de slogan yarattım. İsmimin baş harfleri AU Act2. Gördüğün gibi önümdeki kağıtlarda bu amblem var. Kurduğum şirketin adı da AU Act2 oldu.
Hayatımın ikinci bölümü için üç prensip kararı aldım. Birincisi icracı rol üstlenmeyeceğim. İkincisi hiç denemediğim bir şeyi yatırımcı olacağı. Üçüncüsü sevdiğim ve güvendiğim kişilerle çalışacağım.
Yatırımcılığını sormak istiyorum. Nereye, kimlere yatırım yapıyorsun?
Çok şükür 38 yılın artısı çok sayıda kişinin “gel birlikte iş yapalım” demesi oldu. Melek yatırımcı oldum. Bazı teknolojik start up’ların erken dönemlerinde yatırım yaptım.12 tanesi yurt dışında olmak üzere 33 şirkette yatırımım var. Start up şirketlerdeki gençlerin beyinleri farklı çalışıyor. Bu beni fazlasıyla besleyen bir şey.
Bunun dışında benden 25 yaş genç üç kişinin kurduğu Boğaziçi Venture’a ortak oldum. 5 ortağız ve şimdi iki küçük ortak aramıza katıldı. Çekirdek ekip Türkiye’nin ilk oyun şirketini kuranlar. Oyun sektörü inanılmaz bir sektör. İstanbul’da 960 oyun şirketi var. Peak Games hatırlarsan birkaç yıl önce 1.8 milyar dolara satılmıştı. Neticede kendimi farklı, heyecan verici bambaşka bir dünyanın içinde buldum.
Bunun dışında faal olduğun başka alanlar var mı?
Anadolu Efes , Pegasus, Doğan Holding gibi şirketlerin yönetim kurulundayım. Doğan Holding’de başkan yardımcısıyım. Danışma Kurulu üyeliklerim de var.
Öte yandan sosyal sorumluluk derneklerindeki görevlerimi azalttım. Sadece Sabancı Üniversitesi Mütevelli Heyeti’nde Girişimcilik ve İnovasyon Komisyonu Başkanıyım. Buluşların ticarileşmesiyle ilgili bir komisyon.
Dokuz kurucudan biri olduğum SAHA Derneği devam ediyor. Füsun Eczacıbaşı Başkan, ben Başkan Yardımcıyım.