Kolaycılıkla bir yere varamayız!

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Modern kapitalizmde iktisadi kalkınma ve tam istihdam üzerinde çok yazılan-çizilen ancak erişilmesi hiç kolay olmayan hedeflerdir. (Bu durum son 40 yılda Güney Kore dışında hiçbir ülkenin (küçük ada devletleri vs.’yi saymıyorum) birinci lige çıkamamış olmasından da belli. Keza G.Kore’de dahi işlerin çok da parlak olmadığını film ve dizilerden görüyoruz.) Evet, tarihsel bir perspektiften bakıldığında Dünyada hemen hemen her ülkenin eskiye göre daha fazla “refah” içinde olduğu söylenebilir. Sanayi devrimi sonrasında Batı’da bilimin ve teknolojinin gelişmesi sayesinde tüm dünyada hastalık ve doğum kaynaklı ölüm oranları düştü, insanlığın gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçlara erişimi arttı, bilgi-işlem ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde günlük yaşamımızda daha önce hiç akla gelmeyen kolaylıklarla tanışıldı. (Tabii, tüm bunların “dışsallık” adını verdiğimiz küresel ısınma, çevre kirliliği ve hatta son olarak küresel ölçekte yaşamakta olduğumuz pandemi gibi maliyetleri oldu, ve de olacak, ama konumuz bu değil.) Bu gelişmeler de tarihsel açıdan bakıldığında küresel refahı arttırmış gözüktü.

Ancak ekonomideki pek çok kavram gibi “refah” da göreceli bir kavramdır. Günümüzde insanlar son hızla artan iletişim teknolojileri sayesinde ülkeler arasındaki refah standartlarındaki farklılıkları çok daha çabuk algılıyorlar, ve bu durum da onların mutluluklarını negatif bir şekilde etkiliyor. Şöyle ifade edersem: Bundan 45 sene önce evinde televizyon olmaması Türkiye nüfusunun çok azının refah algılamasını etkiliyordu. Halbuki o günlerde Batı dünyasında televizyon çoktan alalede bir ev aleti olmuştu bile. Bugün ise dün çıkan yeni bir akıllı telefona sahip olamayacak olma durumu bile insanların refah algılamasını ve mutluluğunu etkiliyor. Tüketici güven endeksinin birebir ilgileşimde (korelasyon) olduğu en önemli değişkenin TL’nin reel değeri olması da tam bu nedenle. (Zaman zaman başta siyasetçiler olmak üzere bazı insanlardan gençlerin ne kadar “nankör” olduklarına dair serzenişler duyuyoruz. Bu, esasen siyasetçi profilimizin bu ülke için, gerçek ve mecazi anlamda, ne kadar ‘yaşlı’ kaldığının göstergesinden başka bir şey değil. Batıda ben, nüfus yaşı büyük bile olsa, hiç bir siyasetçinin böyle bir serzenişte bulunduğunu duymadım. Böyle bir yaklaşım herşeyden önce kapitalizmin büyüme dinamiğini besleyen felsefeye aykırı olur.)

Tüm bunları neden yazdım? Türkiye’de kalkınma ve refah konusunda (belki de Osmanlı’dan beri gelen) bir kolaycılık hakim. “Biz rasyonel ve uzun vadeli planlama, programlama yapmayalım, insan sermayesi olan eğitime önem vermeyelim; nasılsa Batı kalkınmış, biz de bir şekilde kalkınırız” mantığı. Bu mantık eskiden de geçersizdi, bugünün küresel dünyasında ise hepten geçersiz. Yakın dönemimize bakarsak, 2000’li yılların ilk 10 yılı (bazı ekonomistlerimizin bu dönemi yad etmelerine de anlam veremiyorum, bence tam bir “kaçırılmış fırsat” dönemiydi) yüksek reel faizlerle gelen sıcak para ve plansızca yapılan özelleştirmelerden gelen kaynaklar sayesinde fizibilitesi olmayan kamu desteğiyle yapılan rant odaklı yatırımlarla geçti. 2008 krizi sonrasında Batı ekonomilerinin daha önce görülmemiş şekilde para basmalarından kaynaklanan küresel likidite bolluğu bizi bir süre daha idare ettirdi. (Şahsen ben 2013 yılında bu durumun yarattığı sanayisizleşme olgusuna parmak basmıştım.) Sonrasında, ekonomimizin çıpaları da birer birer düşünce, büyüme hızımız belirgin bir şekilde azaldı, işsizlik daha da akut seviyelere çıktı. 2018 itibarıyle de gemi karaya oturdu.

Son dönemde ise başka bir kolaya kaçma sevdasına kapılmış vaziyetteyiz. Haydi, gelin faizleri sıfırlayalım, paramızın değerini Bangladeş-Vietnam seviyesine düşürelim, böylece işçilik maliyetleri iyice düşsün, bunu gören sanayiciler yatırımları şahlandırsınlar ve yabancı yatırımcılar da ülkeye akın etsin. Çin yaptı, biz neden yapamayalım? Ne kadar kolay değil mi? Sonuçta olan ise patlayan enflasyon sayesinde gelir dağılımınındaki eşitsizliğin daha da artması, fiyat mekanizmasının iyice bozulması ve sanayi ve ticari faaliyetlerin darbe alması, kısaca iktisadi dengelerin daha da bozulması oldu. TL’ye bu kadar değer kaybettirilmesinin Dünyadaki pandemi koşullarının da etkisiyle hareketlenmiş olan ihracatımıza hiçbir marjinal faydası olamayacağı gibi, toplamda ekonomik büyümeye zarar verecek olan bir durumdan bahsediyoruz. Kolaycılıkla bugüne kadar hiçbir yere varamadık, varamayız da!

Tüm yazılarını göster