Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri çerçevesinde kamu bütçesine önemli yük getiren gelir garantileri önümüzdeki dönemin önemli tartışma alanlarından biri olacak. Her proje için geçerli değil elbette ama kamuoyuna yansıyan öyle garantiler var ki insan ister istemez irkiliyor. 100 yolcu gelen bir yere 1000 gelecekmiş gibi verilen garantiler mesela.
Seçim sonrasında sağlıklı bir ekonomi programı tasarlanıp uygulamaya konulacaksa, bu projelere verilen gelir garantilerinin masaya yatırılmaları gerekiyor. İşin hukuksal kısmı çok önemli ancak bu açıdan benim söyleyebileceğim bir şey yok. Hukuksal açıdan sorun çıkarmayacak şekilde bu garantilerden bütçeye gelen yük hafifletilebilirse maliye politikasında ek manevra alanı yaratmak mümkün. Ek manevra alanına sahip olmak, azan enflasyonun getirdiği yoksullukla mücadele için önemli.
Yıllar öncesinden bir anı aktarayım. Yanılmıyorsam bu sistemin ilk hali 1980’lerin ortasında devreye sokulan ‘Yap İşlet Devret’ sistemiydi. O sistem çerçevesinde geliştirilen bir projenin ‘yapılabilirlik çalışması’nda yer aldım. Projeyi hayata geçirmeye soyunan holdingin başında rahmetli Kemal Kurdaş vardı. Holdingde, onun altında yatırımlardan sorumlu iki kişiydik. (Sonrasında, ben soluğu Merkez Bankası’nda aldım diğer, arkadaş da Avustralya Hazinesinde. Orada Müsteşar Yardımcısı pozisyonuna kadar yükseldi). Holdinge bağlı bir şirket, holding dışında bir mühendislik şirketine ön yapılabilirlik raporu hazırlatmış. Holding adına ben ilgileniyorum projeyle: Yapılabilirlik projesine son şeklini verecek üç kişilik bir ekibin içindeydim. Ekipteki diğer iki kişi holdinge bağlı bir şirketin başındalar ve enerji projelerinde devlette edindikleri çok önemi tecrübeler nedeniyle mühendislik kısmından sorumlular. İşin bana düşen kısmı ise ekonomik yapılabilirlik kısmı.
Proje, bir hidroelektrik santral kurulması ve üretilen elektriğin devlete satılması üzerine. Ön rapora göre proje çok kârlı görünüyor. Ancak ön projede pek üzerinde durulmayan bir ayrıntı var. Elektrik enerjisi, barajsız bir hidroelektrik santral ile üretilecek. Bu durumda nehirden ne kadar su akıyorsa o kadar enerji üretiyorsunuz. Dolayısıyla suyun debisi, yapılabilirliği belirleyen önemli unsurlardan biri. Türkiye’deki her akarsuyun Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar uzanan günlük su ölçümleri var. Biraz deşince şunu görüyorsunuz: Öyle kurak dönemler olmuş ki, üst üste dört yıl nehirden geçen su miktarı korkunç düşmüş. Basit bir senaryo analizi yardımıyla, yatırım döneminin tamamlanıp santralin devreye sokulduğunda böyle bir döneme denk gelinmesi halinde projenin karlılığını incelemek mümkün dolayısıyla. Ön proje raporunda kabul edilen birim enerji satış fiyatları ile bu projenin bu senaryo altında ekonomik yapılabilirliği neredeyse kalmıyor. Önemli bir risk söz konusu. Enerji Bakanlığı ile yapılan görüşmelerde birim enerji fiyatının ne olacağı konusunda projenin kilitlendiğini hatırlıyorum. Sonrasını bilmiyorum; oradan ayrıldım.
Bu anıya yazıda bu kadar çok yer vermemin temel nedeni sanırım anlaşılmıştır. Bu gelir garantisi işi KÖİ projeleri için çok önemli. Projenin yapılabilirliğini derinden etkiliyor çünkü. KÖİ sistemi sağlıklı kullanılırsa ekonomi açısından yararlı bir sistem. Sonuçta devletin her yere yetişme olanağı yok; KÖİ sistemi bu kısıtı hafifletme potansiyeline sahip. Peki, bu çerçevede mevcut KÖİ projelerini yeniden masaya yatırmak nasıl mümkün olabilir? Mümkün elbette. İşin püf noktası yapılabilirlik raporlarını yeniden gözden geçirmekten/düzenlemekten geçiyor. Nasıl bir çerçeve düşünülebilir?
Perşembe günü basit bir çerçeve çizmeye çalışacağım.