Rusya, Ukrayna'yı işgal ettikten sonra başlatılan yaptırımlar, bütün hızıyla artmaya ve çeşitlenmeye devam ediyor. Rus devletine karşı olan yaptırımların yanı sıra ‘oligark’ olarak adlandırılan ve Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında ortaya çıkan yeni zenginlerin varlıkları üzerine konulan tedbirler de küresel medyada yer alıyor.
Her ne kadar biz Türkiye olarak, diplomatik dil kullanarak yaptığımız kınamaların dışında Rusya'ya karşı, Batılı ülkelerin yaptığı sertlikte bir davranış sergilemiyorsak da yaptırımların bizlere de dokunmaması mümkün değil.
Bu davranışımızın arkasında, Rusya ile olan karşılıklı ticaretimizden daha fazla etkilenecek olan turizm gelirlerimizi ve enerji bağımlılığımızı düşünmekten kaynaklanıyor dersek, çok da yanılmış olmayacağımızı düşünüyorum.
Daha önceki sohbetlerimizde de belirttiğim üzere, Rusya Federasyonu'na yaptığımız ihracat, rakam olarak toplam ihracatımız içerisinde çok önemli bir yer tutmuyor olsa da ihracatımızın içeriğini oluşturan ürünlerimiz açısından, yurt içindeki etkisi oldukça önemli ve rahatsız edici.
Rusya'nın aldığı özellikle meyve ve sebze ürünlerimizin ihracatındaki kesintiler, geniş bir yelpazede yer alan tarımsal ürün üreticilerini rahatsız ettiği kadar, toplumsal çarpan etkisi de ciddi boyutta oluyor.
Taşıma yollarına farklı seçenekler deneniyor ve Kafkaslar üzerinden maliyetler artsa da çare bulunuyor.
İstanbul ve Samsun'dan Novorosisk Limanı’na Ro-Ro seferlerinin başlatılacağı haberleri de ihracatçımızı bir nebze de olsa rahatlatıyor.
Ancak…
İşler sadece taşımaya çözüm bulmakla bitmiyor ki…
İhracatı yapılan ürünlerin ödemelerinin nasıl yapılacağı konusu, en az ödemelerin nasıl alınacağı kadar önemli.
SWIFT sistemi, küçük birkaç banka dışında Rus bankaları için çalıştırılmıyor. Sistem içerisinde bırakılanların da Batı’nın enerji sistemi kopukluk yaşamasın diye bırakıldılar deniliyor.
Türk Lirası ve Ruble ile ticaret de her iki para biriminin, yabancı paralar karşısında kırılgan olması nedeniyle pek de tercih edilemiyor.
İşte tam burada, mesleğe başladığım yıllarda uygulamalarına yetiştiğim" Kliring Sistemi " aklıma geliyor.
Belirli bir merkez ofis veya merkez bankaları tarafından takip edilen bir hesap üzerinden ülkelerin, karşılıklı mal alıp vermelerinde yabancı para kullanılmaması ve fakat alınan malların, belirlenmiş rayiçler üzerinden verilen mallarla ödenmesi şeklinde oluyordu.
Hatta 1980'li yıllarda Irak ile benzeri bir sistemin petrol karşılığı verilen mallarla çalıştığını hatırlıyorum. Akreditiflerimizin karşılığı T.C. Merkez Bankası tarafından ödeniyordu.
1988 yılında da Irak tarafı çok borçlu ve biz de çok alacaklı olduğumuz için ödemede nakit oranı kısıtlanmış ve bakiyelerin ödenmesi de bir hayli uzatılmıştı.
Rusya ile olan Kliring Sistemi sayesinde Türkiye İskenderun Demir Çelik, Seydişehir Alüminyum fabrikası gibi birçok önemli sanayi tesisine sahip oldu.
Bunları ve benzerleri önemli tesisleri, Kliring Sistemi içerinde yaptığımız ihracat ile ödemiştik.
Bugün de benzeri bir sistem ile çalışarak Rusya ile olan ticaretimizi, özellikle tarım ürünlerimiz açısından rahatlatamaz mıyız?
Savaşın ne kadar süreceği, çok uzamasa da yaptırımların ne olacağı hiç belli değil.
En azından belirli bir süre için böyle Kliring ve/veya benzeri bir sistemin hızla devreye alınması, özellikle ihracata yönelik üretim yapan üreticilerimizi ve tarım ürünleri ihracatçılarımızı rahatlatacaktır.