Dr. İsmail PAMUK
YMM
Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 9/1 maddesi uyarınca; mükellefin Türkiye içinde ikametgâhının, işyerinin, kanunî merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer hallerde Maliye Bakanlığı, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilir. Temeli bu hükme dayanan KDV tevkifatı uygulaması, teslim veya hizmet bedeli üzerinden hesaplanan verginin, teslim veya hizmeti yapanlar tarafından değil, bu işlemlere muhatap olanlar tarafından kısmen veya tamamen vergi sorumlusu sıfatıyla beyan edilip ödenmesidir.
KDV tevkifatı; tam tevkifat ve kısmi tevkifat olmak üzere, iki farklı şekilde uygulanmaktadır. Tam tevkifat; işlem bedeli üzerinden hesaplanan verginin tamamının işleme muhatap olan alıcılar tarafından beyan edilip ödenmesidir. Kısmi tevkifat ise; hesaplanan verginin Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından belirlenen kısmının, işleme muhatap olan alıcılar tarafından, diğer kısmının ise işlemi (teslim veya hizmeti) yapan tarafından beyan edilip ödenmesini ifade etmektedir.
Vergi alacağını güvence altına almak amacıyla düzenlenen bu madde sadece ikametgâhı, işyeri, kanuni merkezi ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayanlar için öngörülmüş değildir. Hazine ve Maliye Bakanlığı, bunların dışında gerekli gördüğü diğer hallerde de verginin ödenmesinden işleme taraf olanları sorumlu tutabilecektir. Görüldüğü üzere, tevkifat uygulamasının amacı, vergi alacağının emniyet altına alınması olup, kanun hükmünde geçen “gerekli görülen diğer haller” sadece bu amaca yönelik olabilir. Bununla birlikte, vergi alacağının emniyet altına alınması amacı; sınırı, sonu, ucu-bucağı olmayan bir amaçtır. Söz konusu amacın, KDV’ye tabi tüm işlemleri kapsayabileceği aşikârdır. Bu durum ise konu bağlamında Vergi İdaresine, KDV’ye tabi her türlü işlemi tevkifat kapsamına alma yetkisi verir ki, bu husus ne hukuk devleti ne de verginin kanuniliği ilkesi ile bağdaşır. Bu tartışmayı uzatmadan, sadece konuya ilişkin bir şerh koymak istedik.
KDV iadeleri; tam istisnaya tabi işlemlerden, indirimli orana tabi işlemlerden, kısmi tevkifat uygulamasından, fazla veya yersiz ödenen vergilerden ve uluslararası anlaşmalardan kaynaklı doğabilmektedir.
Tam istisnaya tabi işlemlerden doğan KDV iadesi ile iade talep süresinin kanuni dayanağını Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 32’nci maddesi oluşturmaktadır. Söz konusu hüküm; “Bu Kanunun 11, 13, 14 ve 15 inci maddeleri ile 17 nci maddenin (4) numaralı fıkrasının (s) bendi uyarınca vergiden istisna edilmiş bulunan işlemlerle ilgili fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen Katma Değer Vergisi, mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanacak Katma Değer Vergisinden indirilir. Vergiye tabi işlemlerin mevcut olmaması veya hesaplanan verginin indirilecek vergiden az olması hallerinde indirilemeyen Katma Değer Vergisi, işlemin gerçekleştiği dönemi izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar talep edilmesi şartıyla Maliye ve Gümrük Bakanlığınca tespit edilecek esaslara göre bu işlemleri yapanlara iade olunur.” şeklindedir. Bu noktada bir hususa vurgu yapılmasında fayda görülmektedir. Söz konusu hüküm tetkik edildiğinde, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 11, 13, 14, 15 ve 17/4-s maddelerinde yer alan istisnalar bakımından iade talep sürelerinin açık bir şekilde düzenlendiği görülmektedir. Ancak geçici maddelerde yer alan istisnalar ile uluslararası anlaşmalardan doğan istisnalara ilişkin iade talep sürelerini bu hükme dayandırmak veya söz konusu sürelerin kanuni dayanağı sahip olduğunu ileri sürmek olanaklı değildir.
Diğer yandan indirimli orana tabi işlemlerden doğan KDV iadesi ile iade talep süresi Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29/2 maddesinde düzenlenmiştir. Bahsedilen kanuni düzenleme şu şekildedir; “Bir vergilendirme döneminde indirilecek katma değer vergisi toplamı, mükellefin vergiye tâbi işlemleri dolayısıyla hesaplanan katma değer vergisi toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez. Şu kadar ki, 28 inci madde uyarınca Cumhurbaşkanı tarafından vergi nispeti indirilen teslim ve hizmetlerle ilgili olup indirilemeyen ve tutarı Cumhurbaşkanınca tespit edilecek sınırı aşan vergi, bu mükelleflerin vergi ve sosyal sigorta prim borçları ile genel ve katma bütçeli idareler ile belediyelere olan borçlarına ya da döner sermayeli kuruluşlar ile sermayesinin % 51'i veya daha fazlası kamuya ait olan veya özelleştirme kapsamında bulunan işletmeler ile organize sanayi bölgelerinden temin ettikleri mal ve hizmet bedellerine ilişkin borçlarına mahsuben ödenir. Ancak mahsuben iade edilmeyen vergi, Maliye Bakanlığınca belirlenen sektörler, mal ve hizmet grupları ve dönemler itibarıyla yılı içinde nakden iade edilebilir. Yılı içinde mahsuben iade edilemeyen vergi izleyen yıl içinde talep edilmesi şartıyla nakden veya mükellefin yukarıda sayılan borçlarına mahsuben iade edilir. Cumhurbaşkanı, vergi nispeti indirilen mal ve hizmet grupları ile sektörler itibarıyla, iade hakkını kısmen veya tamamen ya da amortismana tabi iktisadi kıymetler dolayısıyla yüklenilen katma değer vergisi ile sınırlı olmak üzere kaldırmaya; Maliye Bakanlığı, bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye yetkilidir.”
Bu düzenlemeler karşısında kısmi tevkifattan doğan KDV iadelerinin kanuni dayanağı bulunmamaktadır. Bu iadeler, Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde yer alan düzenlemelere göre gerçekleştirilmektedir. Mükellef lehine oldukları için konu hakkında fazlaca itiraz yükselmediği söylenebilir. Ancak bu tür iadelerin kanuni düzenlemeye kavuşmaları elzemdir. Zira tebliğ idari bir işlem olup, tebliğ ile verilen bir hakkın yine tebliğ ile geri alınması mümkündür. Bahsedilen bu hususların da verginin kanuniliği ilkesini ihlal ettiği açıktır.
Öte yandan kısmi tevkifattan doğan KDV iadelerine ilişkin talep sürelerinin de kanuni dayanağı yoktur. Konu hakkındaki düzenleme Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde yapılmıştır. Söz konusu düzenlemeye göre; mükelleflerin, Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 9’uncu maddesi kapsamındaki kısmi tevkifat uygulanan işlemlerine ilişkin iade taleplerini, tevkifata tabi işlemin gerçekleştiği dönemi izleyen ikinci takvim yılının sonuna kadar ilgili dönem beyannamelerinde iadeye konu olan KDV alanında beyan etmeleri ve en geç bu süre içinde standart iade talep dilekçesiyle birlikte iade talepleri için Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği’nin ilgili bölümlerinde sayılan belgelerle (teminatla talep edilen iadelerde teminat dâhil) vergi dairelerine başvurmaları zorunludur.
İade talep süreleri hak düşürücü sürelerdir. Diğer bir ifadeyle süresi içinde iade talebinde bulunulmaması halinde, iade hakkı ortadan kalkmaktadır. Vergi kanunlarında yer almayan bir şartın/düzenlemenin, bir hakkın kullanılmasını sınırlandıracak/özüne dokunacak şekilde tebliğ ve benzeri alt düzenlemelerle getirilmesi, verginin kanuniliği ilkesini ihlal etmektedir. Bu halde, kısmi tevkifattan doğan KDV iadelerinin talep süresinin Tebliğ ile düzenlenmiş olması, verginin kanuniliği ilkesine aykırıdır. Bu nedenle bahse konu süreler kanunla düzenlenmelidir.