Kırk katır mı kırk satır mı?

Şeref OĞUZ ÖNERİ - YORUM

Hak edilmemiş konforun çürümeyi tetiklediği malumdur. Müjde paketleriyle halkı sahte refaha boğmak ve seçim kazanmak adına “ne pahasına olursa olsun yüksek büyüme” peşinde koşmak, eninde sonunda bugünkü ekonomik trajediyi yaratacaktı. Nitekim yarattı ve bu perişan haldeyiz.

Kamunun kademeli olarak tırmandırdığı enfl asyon, bugün neredeyse baş edilemeyecek noktalara taşındı. Yetmedi, yerel seçimde İstanbul, Ankara gibi kentleri geri alma hırsıyla seçmenin cebine para koyup oyunu alma sürecinde daha büyük bir dolar kuru ve daha azgın bir enfl asyon bizi bekliyor.

…FLASYON’LARDAN… FLASYON BEĞEN

Tüm bunlar yetmezmiş gibi şimdi de stagflasyon denen belaya bulaşıyoruz. Toplu mun bir kesimi lirasından kurtulmak için, etiketindeki tırmanışa bakmaksızın mala, hizmet alımına koşarken, sanayici, üretici, ihracatçı; enfl asyon içinde durgunluk ifadesi olan stagfl asyonun pençesine düştü. Ekonomist Mahfi Eğilmez; krizlerin tanımında, “..fl asyon”- ları şöyle sıralar; Enfl asyon (fiyat artış hızı), defl asyon (fiyatların azalışı), resesyon (ekonomide küçülme), depresyon (küçülmenin sürmesi), stagfl asyon (enflasyon ve durgunluk aynı anda), ve slumpfl asyon (enfl asyon içinde küçülme).

İKİ SORU İKİ CEVAP

Kırk katır bu tablonun neresinde?

Uçurumun kenarından geri almaya çalıştığımız ekonomide ödeyeceğimiz fatura öylesine kabardı ki mutlaka bununla yüzleşecek ve bize bir hesap kesilecek. Kırk katır; oy uğruna bize sunulan sahte refahtan kurtulmak için katlanmamız gereken, resesyon ya da ekonomik durgunluk. Yani konfor tuzağından çıkabilmek için daralma, ücretleri baskılama, refah kaybı, işsizlik, kemer sıkma, acı ilaç.

Kırk satır bu tablonun neresinde?

Durgunluğu sevmediyseniz, size enflasyonla topyekûn mücadele verelim. Onun da adı, anti enflasyonist ekonomi politikalarıdır. Yani popülizmden vazgeçmek, verimliliği arttırmak, yapısal reformlar yapmak, kamu israfına son vermek, itibardan tasarruf etmek, makam arabası, lüks kamu binalarını feda etmek, yandaşa candaşa kaynak akıtmamak, üstelik bunları uzun süre sürdürebilmek.

not

EKONOMİYİ EHLİNE BIRAKMAZSAK BİZİ IMF BİLE KURTARAMAYACAK

Hani son kalan borç; Mayıs 2013’te yapılan son taksit ödemesi sonunda, fiyakalı törenle tamamen kapatılmıştı ya… Hani 1962’den 2013’e dek IMF’den toplam 50 milyar $ kaynak kullanmıştık ya… İşte o tarihte IMF’ye tövbe etmiş ve bir daha kapısına dayanmayacağımıza dair yemin billah etmiştik.

İyi de etmiştik. Zira IMF’nin Türkiye Masası Şefi Cotarelli; Ankara’da müstemleke valisi gibi dolaşır olmuş, bakanlar dâhil tüm ekonomi yönetimini esas duruşa geçirmişti. Ancak aradan tam 10 yıl geçti ve biz yine IMF’yi gündeme getirir olduk. Zira bize kaynak lazım, hemen lazım, çok fazla lazım…

Aslında IMF’ye henüz gitmedik ama IMF’nin türevlerini ülkemize davet etmeye başladık bile. JP Morgan’ın Cotarelli kılıklı Genel Müdürü’nün İstanbul’da düzenlediği toplantıda, Bakan Şimşek ve Guvernor Erkan, 50 yatırımcıyla buluştu, “olumlu açıklamalarla” yetinildi, “biraz reform yapın, yeni yönetime destek verin, bakarız” nasihatiyle yetinmiş olduk.

Öngörüm şudur; yerel seçim ardından öylesine yüksek bir fatura önümüze konulacak ki bizi IMF dahi kurtaramayacak. Sorum da şudur; neden ortalama 10 yılda bir, başladığımız yere geri dönüyoruz?

Tüm yazılarını göster